Nezâketin de Üstadıydı
Nezâketin de Üstadıydı
Nezâket, kelime olarak “zarâfet, incelik, kibarlık ve naziklik” anlamlarına gelir. Hem insan ilişkilerinde hem de düşünce ve davranış dünyasında başkalarına saygı göstererek davranma hâlini ifade eder.
Unutulmamalı ki nezâketini kaybeden letâfetini de kaybeder.
NEZÂKETİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
İncelik ve Zarâfet:
Sözde, davranışta, hatta bakışta bile kırıcı, incitici olmamaktır.
Başkalarının Hakkına Saygı:
İnsanların şahsiyetine, duygularına, fikirlerine ve sınırlarına, hayatlarına saygı duymaktır.
Sabır ve Teennî:
Hemen öfkelenmeden, düşünerek ve anlayış göstererek davranmaktır.
Tevazu ile Yoğrulmuş İletişim:
Üstenci değil, eşit ve nazik bir dille konuşmaktır.
Güzel Ahlakın Yansıması:
Nezâket, ahlakın dışa yansıyan halidir. Peygamber Efendimiz’in (asm) “Mümin, elinden ve dilinden diğer insanların emin olduğu kimsedir.” hadisi bu anlamda önemlidir.
Nezâket;
Pasiflik değildir.
Hakkı söylemekten kaçmak değildir.
Yapmacık kibarlık değildir.
Gerçek nezâket, hakikati söyler ama kalp kırmaz; eleştirir ama incitmez; uyarır ama alçaltmaz.
KUR’AN VE SÜNNET’TE NEZAKET
Kur’an’da, Firavun’a bile “yumuşak sözle hitap edilmesi” (Tâhâ, 44) emredilir.
Peygamber Efendimiz (sav), en sert kalpli insanları bile tatlı dille yumuşatmış, muhataplarını asla küçük düşürmemiştir.
Bediüzzaman’ın Gözünden Nezâket
Bediüzzaman Said Nursî’ye göre Nezâket; imanın meyvesi olan bir ahlaktır. Risale-i Nur’da sıkça geçen “şefkat, hürmet, muhabbet, sabır” gibi kavramların tamamı ve Risale-i Nur hizmetinin dört temel esası derken “acz, fakr, şefkât, tefekkür”[1] nezâketli bir ruhun yapısını ve hususiyetlerini saymaktadır aynı zamanda. Bunları kabiliyet olarak hayatında gösteren bir insan nezâket sahibidir. İşte Müsbet Hareket bunun bir neticesidir.
Bediüzzaman, nezâketi sadece bir davranış biçimi değil, bir dava adamının dili ve ahlâkî duruşu olarak görmektedir. Nezâketin kapattığı; kaba sert davranışın açtığı kapı görmedim hiç.
Bazı sözler vardır ki insanı hayran bırakır; bazı suskunluklar vardır ki, muhatabın kalbinde yıldırım gibi eser.
Söz, mananın taşıyıcısıysa; sükût da bazen hikmetin taşıyıcısıdır.
Sözle değil, hâl ile konuşanlar, nezâketin en tesirli dilini kullanmışlardır. İşte Bediüzzaman Said Nursî, bu derin sükûtun da ehlidir. Hem hâl hem kâlde üstaddır Bediüzzaman.
Onun nezâketi sadece güzel sözlerden, yumuşak hitaplardan ibaret değildi. Onun nezaketi; bir duruş, bir vakar, bir suskunluk içinde tebliğdir. Mahkemelerde haksız yere suçlandığında; hapishanelerde iftiralarla kuşatıldığında gene nezaketi terk etmedi.
Bediüzzaman “Konuşan Yalnız Hakikattir” sözüyle çok nazik bir üslubu tercih etmiştir.
Hayatının tüm dönemlerinde en büyük nezaketi hiddetin karşısında sükûnetle durarak gösterdi. Öfkeye öfkeyle değil; sessizce hakkın vakarını kuşanarak karşılık verdi. Zira o bilirdi ki; nezaket, kabalıktan çok daha tesirliydi.
Gerek mahkemede gerek Kostroma’da gerek sarhoş komşusuyla münasebetinde…
Sükût, onun nazarında acz değil, irfanın sessizliğiydi. Akıldan gönle, gönülden akla alan mana çağlayanıydı.
Nur çağlayanı tefekkür, kalbe akan bir edep ve ilme zemin hazırlayan bir vakardı. Herkesin konuştuğu yerde, bazen bir tek sükûtlu bakış, bir hakikatin kapısını aralayabilir. O, bunun farkındaydı. Ve bir çok kalbe nezaketiyle tesir etmiş ve Nur çağlayanından nasiplenmişti.
Evet, sükût da bir konuşmadır hatta çığlıktır. Çünkü sükût, bazen bir cevaptır. Lâkin bu cevap, kırmaz, yıkmaz; bilakis düşündürür, sarsar, derinleştirir.
Onun sessizliği, pasifliğin değil; hikmetin bir tezahürüydü.
Ne kimseyi aşağıladı, ne de küçümseyici bir dil kullandı ne tahkir etti ne hor gördü. Çünkü biliyordu harabat ehli içinde çok defineler mevcuttu. Bu sebeple harabat ehline nezaketle adım attı, konuştu, yazdı.
Bugün bizler, kelimelerle kırıp döktüğümüz, sosyal medya ekranlarında bağırarak konuşuyoruz. Sözümüz çok ama hikmetimiz az. Hâlbuki bazen susmak; nezaketin en yüksek hali, tebliğin en etkili usulüdür. Nezaketi olmayan kimselerin manevi hizmetler içerisinde olması bile büyük bir facianın habercisidir aslında.
O halde, Bediüzzaman gibi; sükûtu bir ahlâk, bir vakar, bir nezaket, bir tebliğ, bir hikmet haline getirmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü sükûtun da bir dili vardır. Ve bu dil, kimi zaman en tesirli hitaptır, derstir, vaazdır.
Bediüzzaman’ın Hayatından Nezâket
Bir talebesi, kendilerine aşırı derecede zulmeden bazı memurlar için beddua etmek ister.
Bediüzzaman ise, ben değil onlara beddua etmek, belki onların ıslahları için dua ediyorum manasında cevap vermiştir.
Bu, sadece bir nezâket değil; kıymetli bir şefkat terbiyesidir. Beddua değil dua; kin değil ıslah arzusu…
Eskişehir hapsinde 29 Ekim’de gösteri yapan kızları gördüğünde onlara şehvet duymak yerine acıyor ve o hallerine ağlıyor. O zamandaki etkinlik fotoğraflarını gördüğümüzde adeta çırılçıplak olduklarını görüyoruz.
Kendi inanç ve ahlâk ölçülerinden taviz vermeden, muhatabına saygılı ve zarif bir tutum sergilemek Bediüzzaman’ın bir prensibidir.
Haksız yere defalarca yargılandığı halde, hiçbir hâkime kaba söz sarf etmemiştir.
Sürgün gittiği yerlerde hem şahsi hem de cemaatle yapılan ibadetlerine izin vermeyecek derecede zulmedilmesine rağmen onlar bilmiyorlar manasında bakarak onlara beddua etmemiş onların ıslah olmalarına dua etmiştir.
Bu tutumu ne incitici ne de boyun eğici… Nezaketle kuşanmış bir vakar örneğidir. Başına vur elindeki ekmeğini al şeklinde Hristiyan dervişleri gibi değil tabiki.
En küçük meselede dahi kırmamayı, incitmemeyi tercih eder. Nezaket, kalp kırmama sanatıdır Bediüzzaman’ın metodu.
Kendisi için bir ev tutmak isteyen idarecilere teşekkür ederek nazikane geri çevirmiştir.[2]
Diyanet riyasetine,[3] ehl-i vukufa,[4] hapishane idaresine,[5] avukatına,[6]..
Karşısındaki kim olursa olsun, insan olarak değer verme nezaketi vardı Bediüzzaman’da.
Bazı insanlar ona para, yiyecek gibi şeyler gönderdiğinde veya teşebbüs ettiğinde bunu kabalıkla değil, zarifçe reddederdi.
Farklı Düşünenlere Karşı Yumuşak Dili
Kendisine karşı olan bazı âlimlere, gazetecilere ya da muhalif görüşteki kişilere hiçbir zaman hakaretle mukabele etmemiştir. Risalelerinde de bu üslubu korumuştur. Hatta talebeleri bunlar bizden farklı düşünüyor üstad gidip selam veriyor, alakadar oluyor şeklindeki düşüncelerine “muhalefetlerini azaltmak da bir hizmettir” anlayışıyla hareket etmiştir.
Bediüzzaman’ın hayatına baktığımız da dikkat edilmediği için ıska geçtiğimiz bir tarafı Nezaketin onun tebliğ metodu olduğudur.
“Risale-i Nur’un mesleği, nezihane ve nazikane ve kavl-i leyyindir.”[7]
Nezâketin de üstadı olan Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden istifade edenler, yolunda yürüyenlerin de Bediüzzaman’ın sadece ilminden değil beşerî münasebetlerinde nezâketin de istifade etmesi gerektiğini ifade etmeliyim. Yoksa üstad kabul edilen birisinin işimize gelen yanını üstad kabul edip işimize gelmeyen şeylerini reddetmek en kibar ifadeyle küstahlık olur.
Ne mutlu nezâketi ihmâl etmeden hizmet edenlere ve nezâketi şiar edene..
Selam ve dua..
Muhammed Numan ÖZEL
Kaynak: RisaleHaber
www.NurNet.org












