Bediüzzaman Hazretlerinin Zikir Hayatı Nasıldı? Hangi Duaları, Nasıl ve Ne Zaman Okurdu?
Bazı kardeşlerimizin Bediüzzaman Hazretlerinin evrad ve zikir hayatını öğrenmek için “Üstad hangi duaları okurdu?, Ne zaman okurdu?, Nasıl Okurdu?” gibi sorular yönelttiğini görmekteyiz. Oysaki Bediüzzaman Hazretleri gibi muazzam bir evliyanın fikir, kalp ve ruh dünyasındaki zikir hakikatini anlamak için yaptığı münacatların isimlerini veya münacat saatlerini öğrenmek yeterli değildir. Üstad Hazretlerinin hizmet tarzını bilmek, telif ettiği eserleri incelemekle onun evrad hayatındaki derinlik bir derece anlaşılabilir. Biz de Bediüzzaman Hazretlerinin evrad ve zikir hayatının hakikatinin anlaşılmasına katkı olması amacıyla bu perspektifte bir yazı hazırlamaya çalıştık.
Bediüzzaman Hazretlerinin mesleği / manevi hizmetlerdeki hizmet esası:
Risale-i Nur’da Bediüzzaman Hazretleri hakiki medeniyete erişmenin temel şartının “Ahlâk-ı Ahmediye” olarak ifade ettiği Peygamber Efendimizin (asm) yaşantı tarzını ve tabiatını hem şahsi hem de toplumsal olarak kazanmamız ile mümkün olacağını beyan eder ve şöyle der : “Mesleğimiz ise, ahlâk-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) ile tahallûk ve sünnet-i Peygamberîyi ihyâ etmektir.”(1) Peygamberimizin ahlakı ile ahlaklanmak ve sünnet-i Peygamberîyi ihyâ etmek en büyük hedefimiz olduğundan Efendimiz’in (asm) konumuzla alakalı olan, zikir, evrad ve ubudiyet hayatından ders almak için şu kesitlere bakalım:
Peygamberimizin (asm) en yakınlarında bulunan sahabeler Kudsî Nebîyi birçok günlerde ve gecelerde dilinden Kur’ân âyetleri dökülür halde kâinatı tefekkür ederken bulmuşlardır. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın cihad için sefere çıktığı bir vakitte Kudsî Nebî’nin geceyi nasıl geçirdiğini gözlemleyen bir sahabi ise, gördüklerini şöyle anlatır: “Dedim ki: Resûlullah’ın nasıl namaz kıldığına bakıp dikkat edeceğim. [Yatsı namazını kıldıktan sonra] Resûlullah uyudu. Sonra uyanıp başını kaldırdı ve göğün ufkuna baktı. Âl-i İmran sûresinin sonlarından dört âyet okudu: ‘Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbirini kovalamasında akıl sahipleri için âyetler vardır.” Bu âyetten başlayarak dört âyet okudu. Sonra elini su kabına doğru uzatıp misvak aldı ve iyice bir misvaklandı. Sonra abdest alıp namaz kıldı. Yattı, sonra uyandı. İlk defa yaptığı gibi yaptı. Sonra göğe baktı, Kur’ân’dan okuduğu kadar okudu…” Başka bir gece, yine Abdullah b. Abbas, onu uyandığında ilk önce üç kere “Sübhâne’l-Meliki’l-Kuddûs” diyerek Rabbini zikrederken işitir. Sonra avluya çıkan kudsî nebî yine gökyüzünü seyre koyulur ve yine aynı âyetleri okur; sonra yine gece namazını kılıp yeniden yatağına döner ve uyur. Yalnızca bu gece tabloları bile, Peygamberin bir gününde iki ilâhî kitabın, kâinat kitabı ile Kur’ân’ın nasıl buluştuğunun açık bir şahididir. Peygamberin her günü, kâinat kitabıyla Kur’ân’ın buluştuğu bir tefekkür ve ubudiyet zemininde geçmektedir. (2)
İşte bunun için Bediüzzaman Hazretleri imana dair meseleleri tekvini ve teşrii ayetler olan Kur’an ve kâinat kitabını birlikte mütalaa eden bir yaklaşımla ders vermiştir. Bu ders ile Kelam-ı İlahi olan Kur’an-ı Kerim’in verdiği ölçü ile kudret kitabı olan kâinatı mütalaa ederek hakikat yolunu açmıştır. Bu sebeple kâinat kitabı kavramı ve onun tefekkür ile okunması Risale-i Nur’un merkezinde ve Bediüzzaman’ın açtığı “hakikate giden yol”un kalbinde yer alır. (3) Risale-i Nur’larda iman ve Kur’an hakikatleri böyle bir metotla ders verilmiş, bunun sebebini de Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah etmiştir:
“Kâinat terkiplerindeki intizam, cereyan-ı ahvaldeki nizam, suretlerdeki garabet, nakışlarındaki ziynet, yüksek hikmetler, eşyadaki muhalefet ve mümaselet, câmidattaki muavenet, birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd, hikmet-i âmme, inayet-i tâmme, rahmet-i vâsia, rızk-ı âmm, hayatlar, tasarruf, tahvil, tağyir, tanzim, imkân, hudus, ihtiyaç, zaaf, mevt, cehil, ibadet, tesbihat, daavat ve hâkezâ, pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîrin vücub ve vücuduna ve evsaf-ı kemaliyesine şehadet ettikleri gibi; Esmâ-i Hüsnâyı tilâvet ederek, Cenab-ı Hakka tesbih ve Kur’ân-ı Hakîmi tefsir ve Resul-i Ekremin (a.s.m.) ihbaratını tasdik ediyorlar.” (4) Bu pasajdan anlaşılıyor ki; Kâinatın parçaları arasındaki nizam ve intizam, her parçanın kendi vazifesine mahsus bir hareket tarzı, varlıkların hepsinde söz konusu olan harika şekiller, süslü nakışlar, yüksek hikmetler, tüm varlıkların bir yandan benzerliği, bir yandan farklılığın olması, ezelî olmadığı gibi, var olmaları zorunlu olmamasına rağmen yani imkân ve hudus dairesinde olmalarına rağmen varlığa çıkmaları gösteriyor ki; bu işler arkasında sonsuz bir ilim ve kudret sahibi olan Allah’ın varlığına şehadet edip, Kur’ân-ı Hakîmi tefsir ve Resul-i Ekremin (a.s.m.) ihbaratını tasdik ediyorlar.
Hazret-i Bediüzzaman ve Zikir
Bediüzzaman Hazretleri, geceleri, Kur’an-ı Kerîm’den vird edindiği sûreleri ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın münacat-ı meşhûresi olan “Cevşenü’l-Kebîr” namındaki münacatını ve Şah-ı Geylanî ve Şah-ı Nakşibend gibi eazım-ı evliyanın münacat ve hizblerini ve salâvat-ı Nuriyeleri ve bilhassa Risale-i Nur’un menbaı olan “Hizbü’n-Nuriye”yi ve ayat-ı Kur’aniyenin lemeatı olan ve bir silsile-i tefekkür bulunan ve Yirmi Dokuzuncu Lem’ada cem edilen hizb ve münacatları okur, bunları tamam edince de yine Risale-i Nur’la meşgul olurdu.” (5) Görüldüğü gibi, bilinen evrad ve zikirlerden başka Risale-i Nur’un esası ve kaynağı olan ayet ve kelimat-ı mübareke ile de ayrıca meşgul olurdu. Böylelikle Risale-i Nur, tasavvuftaki murakabe dairesini Kur’an-ı Kerîm yolu ile genişleterek, ona bir de tefekkür vazifesini en mühim bir vird olarak ilave etmiştir. (6) Bu noktayı biraz daha açacak olursak: Kalbi işletmek için lisanen yapılan zikr-i ilahi ile Bediüzzaman Hazretlerinin açtığı hakikat yolunun zikri arasındaki fark şudur: Zikrederken, hem kâinatın bir bütün olarak hem de onun bütün parçaları ve parçacıklarının Vücub ve Vücud-u İlahi ve Vahdaniyet-i İlahiye şahadet ettiği elli beş lisan ile Cenab-ı Hakk’ın esma ve sıfatlarını tefekkür ve tefeyyüz edebilmektir.(7) Bu yüksek hakikati yaşayan büyük zatların zikir derinliği Risale-i Nur’da şöyle anlatılır:
“Kur’ân, kendi şakirtlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki, doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz esmâ-i İlâhiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerrâtını, birer tesbih taneleri olarak şakirtlerinin ellerine verir, “Evradlarınızı bununla okuyunuz” der. İşte, Kur’ân’ın tilmizlerinden Şah-ı Geylânî, Rufâî, Şâzelî (r.a.) gibi şakirtleri, virdlerini okudukları vakit dinle, bak! Ellerinde silsile-i zerrâtı, katarat adetlerini, mahlûkatın aded-i enfâsını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar, Cenâb-ı Hakkı zikir ve tesbih ediyorlar.” (8)
Aynen o büyük zatlar gibi hatta biraz daha farklı bir tarzda evrad ve zikir derinliğine sahip olan Bediüzzaman Hazretleri zikir anında akıl, kalp, ruh ve hayal dünyasındaki cereyan eden hadisat hakkında şunları söyler:
“Evet, ben, Hülasatü l-Hülasa’yı okuduğum zaman, koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nevin lisanı çok geniş olmasından, fikir yoluyla sıfat ve esma-i İlahiyeyi ilmelyakin ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür. Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o cami mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru numunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’i ve şuhudi ve iz’ani bir vicdan, bir itminan, bir imân ile o sıfat ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki aynasında hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikiyi kazanır.
Evet, nasıl ki ehl-i tarikat, seyr-i enfüsi ve afakî ile marifet-i İlahiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itminanlı yolunu enfüside, yani kalbinde zikr-i hafiyy-i kalble bulmuşlar. Aynen öyle de, yüksek ehl-i hakikat dahi, marifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âli ve kıymetli olan imân ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler.
Biri : Kitab-ı kâinatı mütalaa ile Ayetü’l-Kübrâ ve Hizbün-Nuriye ve Hülasatü’l-Hülasa gibi afaka bakmaktır.
Diğeri : En kuvvetli ve hakkalyakin derecesinde vicdani ve hissi, bir derece şuhudi olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki, sırr-ı akrebiyete ve veraset-i Nübüvvete bakar. Ve enfüsi tefekkür-ü imani hakikatinin bir parçası, Otuzuncu Sözün ve “ene” ve “enaniyet”te ve Otuz Üçüncü Mektubun Hayat Penceresinde ve İnsan Penceresinde ve bazı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş.” (9)
Bu şekilde beyanda bulunan Bediüzzaman Hazretleri yaptığı her zikrin nasıl birer marifet kaynağı ve kapısı olduğunu ve eriştiği marifet ile telif ettiği eserlerin hakikatine işaret etmiştir. Te’lif ettiği eserlerdeki birçok imanî meselenin namaz tesbihatından sonra kalp dünyasında inkişaf ettiğini (10) bildiren Üstad Hazretlerinin namazdan sonra tesbihatta yaşadığı anlam ve maneviyat derinliği ise şöyledir:
“Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşiyede bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor… Kalbi hüşyar bir zat namazdan sonra sübhânallah, sübhânallah deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselamın müvacehesinde yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder. O azamet ve ulviyetle sübhânallah, sübhânallah der. Sonra o serzâkirin emr-i manevisiyle, ona ittibaen elhamdülillâh, elhamdülillâh dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (aleyhissalâtü vesselam) dairesinde yüz milyon müridlerin elhamdülillâh, elhamdülillâh’larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde elhamdülillâh ile iştirak eder ve hâkezâ Allahu ekber, Allahu ekber ve duadan sonra lâ ilâhe illâllah, lâ ilâhe illâllah otuz üç defa o tarikat-ı Ahmediyenin Aleyhissalâtü Vesselam halka-i zikrinde ve hatme-i kübrasında o sabık manayla o ihvan-ı tarikatı nazara alıp o halkanın serzâkiri olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselama müteveccih olup “Milyon kere salât ile milyon kere selam Senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü ” der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm.” (11)
Namazdan sonra Yüce Peygamberimizin (asm) öncülüğünde tüm ehl-i imanla birlikte tesbihat yapmak gibi mana derinliğine sahip olan Bediüzzaman Hazretleri kâinattaki tüm varlıkların da kendine has bir lisan ile Allah’ı zikrettiğini şöyle bildirir:
“ Baktım, umum mevcudat, bir salât-ı kübrâda, bir tesbihât-ı uzmâda, her taife kendine mahsus salâvat ve tesbihatla meşgul bir cemaat içindeyim. “Vezâif-i eşya” tabir edilen hidemât-ı meşhude (görülen vazifeler, işler), onların ubudiyetlerinin ünvanlarıdır. O hâlde “Allahu Ekber” deyip hayretten başımı eğdim, nefsime baktım…” (12)
Sonuç:
Risale-i Nurları okuduktan sonra Bediüzzaman Hazretlerinin evrad u ezkar hayatını merak eden Fas’ın en büyük mütefekkirlerinden biri olan Taha Abdurrahman Bediüzzaman Hazretlerinin okuduğu evrad kitabı Hizb-ül Hakaik-i Nuriye’deki münacatları ve zikirleri görünce şunları söyler:
“İşte bu, Muazzam Külliyat’ın menbaı… Bu derecede kalblerde ve ruhlarda tesir eden böyle bir eserin arkasında, böyle kuvvetli ve kesif bir ibadet olduğunu tahmin ediyordum. Onun için ısrarla Bediüzzaman’ın evradını soruyordum. Kalb etrafında günlük meşgalelerden, günahlardan biriken perdeler, muhatabın kalbinde ve ruhunda tesir edecek bir cümlenin kalbin ta derinliğinden gelip çıkmasına mani olurlar. Bu sebebden, bu Nurlar’da mademki, külli bir tesir var, bu, o derslerin, kalbin tam umkundan ve derinliğinden geldiğine en büyük delildir. Bu derinliğin arkasında da böyle kuvvetli bir evrad vardır.” (13) Böyle kuvvetli bir evrad hayatı olan Üstad Hazretleri okumuş olduğu başta Kur’an ayetleri olmak üzere tüm kudsi kelimelerin fikir ve kalp dünyasında hangi mana boyutları açtığını şu cümleler ile işaret etmektedir:
“ “Allah göklerin ve yerlerin nurudur.” ayetinin beyanında, seyahat-ı kalbiyeyle, herbir ism-i İlahi bu kâinattaki bir âlemi nurlandırdığını ve zulümatı dağıttığını gördüğüm gibi; aynen ve daha başka bir şekilde, Cevşenü’l-Kebîr ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatı baştanbaşa nurlandırıyor, zulümat karanlıklarını dağıtıyor, gafletleri, tabiatları parça parça ediyor; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin altında saklanmak istedikleri perdeleri yırtıyor gördüm, kâinatı envâıyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklarla tarıyor müşahede ettim. Ehl-i dalâletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envâr-ı tevhidi gösteriyor.” (14)
Allah, bizi, muazzam bir evliya ve bir mürşid-i kâmil olan bu zatın şefaatine mazhar, talebeliğine layık etsin. Âmin.
Kaynaklar:
1- Divan-ı Harb-i Örfî; Yaşasın Şeriat-ı Âhmedî (a.s.m ) s:63,
2- Peygamberin bir günü; Metin Karabaşoğlu isimli kitaptan faydalanılmıştır.
3- Şükran Vahide: Kâinat Kitabı, Bediüzzaman’ın Düşüncesinde Yeri Ve Gelişimi
4- Mesnevi-i Nuriye; Katre s. 48
5- Tarihçe-i Hayat; İkinci Kısım: Barla Hayatı s.150
6- Tarihçe-i Hayat; Önsöz s. 20
7- Mesnevi-i Nuriye; Katre s. 48
8- Mesnevi-i Nuriye; Zühre s.132
9- Emirdağ Lâhikası: Dâhiliye Vekili İle Bir Hasb-i Halden Bir Parçadır s.127- 128
10-Emirdağ Lâhikası | Yirmi Yedinci Mektubun Lahikası | 82
11- Sikke-i Tasdik-i Gaybi: Risale-i Nurdan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar s.152
12- Mektubat: Yirmi Dokuzuncu Mektup s.383
13- Fas-Tetvan Sempozyumu Notlarından.
14- Kastamonu Lâhikası; Tahlil s. 179