Bugün Düşmanın Karşısına, Fikir, İlim Ve Teknik İle  Çıkılabilir

Nasıl ki Firavun zamanında sihirbazlık çok ileri gittiği için, Allah o halkı, Firavunun şerrinden kurtarmak için ve onun ümit beslediği sihirlerini bozmak için,  Ulul-Azm bir Peygamber olan Hz Musa a.s mı onun karşısına çıkarmış, ve Hz Musa ya sopasını mucize yaptı. Firavunun haklı çıkmak için topladığı sihirbazların sihirlerinin tamamını, Allah Hazreti Musa a.s.’ın asasına yutturarak onları perişan etti. Perygamberimiz (a.s.m.) devrinde de fesahat ve belagat çok ileri gittiği için, Şanı yüce olan Allah’  Peygamberimiz Aleyhissatu vesselâm ile, kırk vechi icaza sahip olan Kur’ani Kerimi ile gönderdi. Bu sayede Kur’ân-ı Kerim  karşısında meşhur şairlerin şiirlerinin kıymetleri düştü. Bu sepeple onların edipleri Kâbe’nin duvarında astıkları “Muallekatı seb’a” (asılı yedi levha) namı ile meşhur levhaları indirdiler. Hatta Lebidin kızı “Fesdê’bima tûmer” Âyeti Kerimenin belagatini görünce, Kâbenin duvarında asılı olan babasının şiirini kendi eli ile indirmiş ve demiş ki: Kur’an karşısında bunun kıymeti kalmadı.

Bunu unutmayalım ki, her devirde, o devrin kendine göre geçer akçesi;  kabul edilir sözü; ve o devrin düşmanını mağlup edebilir özel bir silahı vardır.  Bu zamanda o silah ise, ilimdir ikna metodunu bilmektir. Bizde bunları kullanmasını bilelim ki, yaşanan devirdeki düşmanlara mağlup olmayalım. Hal böyle olunca!  Yaşadığımız  bu “Ahır zaman” (Son zamanın)  dehşetini bilip, düşmanların, üzerimize nereden ve nasıl saldırdıklarını görmemiz ve bilmemiz lazım ki, onların hile ve şerlerinden kurtulalım. Çünkü bu gün düşmanın silahları üzerimize tek cihetten değil, her taraftan geldiği için, biz tedbirimizi ona göre almamız icap ediyor. Hatta yalınız Düşmana karşı gelmek değil, düşmanın sözlerine aldanmış ve aldanabilir kimselerinde ellerine de silah olarak inkâr edilmez deliller vermek bize düşüyor.

Biz de, ehil olmayan kimselerin sözlerinin tesirinde kalmak değil, belki 1400 kûsur seneden beri milyonlarca mübarek zatların yürüdükleri geniş sünneti seniye caddesinden ayrılmayanların peşlerinden gideceğiz. Böylece İslam kültürünün kaynağı olan Kitap, (Kur’ani Kerim) Sünnet, ( Peygamberimizin a.s.m. Söz ve davranışları) İcma’ı Ümmet (Âlimlerin birleşerek kabul ettikleri meseleler) ve Kıyası Fukaha’dan ( fıkıh âlimlerinin kaynaklarda cevabını bulamadıkları meselelere kıyaslı hükümlerinden) dersimizi sağlam alalım. Bunları takip edip sağa sola, patikalara girmeden, yukarıda bahsettiğim  E-5 gibi o büyük caddeyi devam eden Bediüzzaman Said Nursi nin meydana getirdiği Risale-i Nur eserlerini okuyalım ve onlardan imanımıza kuvvet katalım. Çünkü o eserler bu zamanın ihtiyaçlarına cevap veren eserlerdir.  Böylece ileride düşmanlarımıza karşı maskara olmamak için nasıl davranacağımızı bilmiş oluruz.

Bilelim dedim, servetlerin en büyüğü en güçlüsü ilimdir. Kainat kitabında  mevcut olan fenleri öğrenip bilmektir. Hele dinini yaşayan Müslüman’ın  elinde ilmin tesiri büyüktür. Katolik ve Hıristiyanlar dinlerini bıraksalar daha çok ilerlerler. Çünkü onların dinlerinin hükmü geçmiş bir din olduğu için öyledir. Bizim dinimizin hükmü ve tesiri ile, 1400 kûsur sene ayakta durmuş ve kıyamete kadar duracaktır İnşallah. Müslüman, ancak dinini yaşadığı  zaman, karşısında hiçbir kuvvet duramaz. İnanmazsanız Tarihe bir göz atıp bakabilirsiniz . ” Su uyur düşman uyumaz” ata sözü boş söz değildir.

Gördüğünüz gibi, can damarımızdan vurmak için düşmanlar pusuda bekliyorlar. Kurtuluş çaremiz onlar gibi  saldırgan değil, korunma pozisyonunda vazifemizi yapabilsek, ne mutlu bize. Şimdi bize lazım olanı şu, ilk başta, onların şerlerinden Allaha sığınacağız.  Ondan sonra öğrenip bileceğiz nelerdir düşmanların silahı. Onların kullandıkları zehirli bal hükmünde ki demagoji sözlerin tesirini, bize yaptıkları aşıları vücudumuza almadan nasıl kurtulacağımızı bileceğiz. Ancak bu şekilde ayakta kalabilmeyi başarabiliriz.

Bizi maddeten geri bırakmak için, ilk önce en kıymetli malımız olan imanımızdan bizi etmeleri onların ana hedefleri idi ve o metot onlarda devam ediyor. Buna karşı onlardan korunmak için hangi metot la cevap verebileceğimizi çok iyi araştırıp öğreneceğiz. Ancak bu şekilde iki cihan saadetini temin etmek için bize ihsan edilen iman ve İslamiyet’i elimizden kaçırmayacağız. Yoksa usul ve metot bilmezsek, tohumu tarlaya atacak yerde denize atmış oluruz ki, edeceğimiz zararın miktarını tarif edemeyiz .

Meydan savaşları çok geride kaldı. Bugün düşman, kıtalararası füzelerle savaşırken, biz hançeri kınına sokmayıp onunla, onlara hava atmaya kalkışırsak, önceden mağlubiyeti kabul etmek zorunda kalırız ki, bu da Müslüman’a hiç de yakışır bir vaziyet değildir.

Bu sebeptendir ki, Müslüman’ın kârı da zararı da yalınız kendine mahsus kalmaz. Onun her hal ve hareketi yalınız kendinin değil, cemiyetinin de menfaat ve zararı olduğunu düşünmek zorundadır. Çünkü onun yaptığı bütün fayda ve zararlar, cemiyete de mal olabilir. Mesela, biz ticaretle uğraşırken tedbirli davranmayıp zarara uğrasak, o zarar başta bizi etkilediği gibi, çevremizde bütün bizi sevenleri de etkileyip rahatsız eder. Aynı bunun gibi, mantıki ve makbul bir işi de başarıyla yaptığımız zaman, hasetçilerin dışında bütün bizi tanıyıp sevenlerden alkış toplayıp Maşaallah, Barekâllah gibi kelimelerle övüleceğiz.

Evet Hakiki kardeşlik ancak aynı esaslara inanmaktan geçer ”Zaten ayeti kerimeyle de “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurat 10) da buyrulmuştur. Biz, Cahilin İslam kadrosunda yeri olmadığını bilmeliyiz. Allahtan bize emredilen bütün farzları yapmadan önce o farzları nasıl yapacağımızı öğrenip bilmemiz lazım ki, yaptığımız iş veya ibadet bir şeye benzesin. Tembel Müslüman da dindaşlarımızın yüz karası olmamak için, cehaletten ve tembellikten kurtulmaya âzami gayret etmeli.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin