Cafer-i Sadık (R.A.) Kimdir? (699-765) Kısaca Hayatı..

Cafer-i Sadık (R.A.) 669 yılında Medine’de doğdu.

Hazreti Ali (ra) ve Hazreti Ebubekir (ra) gibi mübarek bir nesepten gelmektedir.

Babası Muhammed Bakır olup, Hazreti Ali’nin torunu olan Zeynel Abidin’in oğludur. Annesi Ümmü Ferve’de Hazreti Ebubekir’in (ra) torunu Kasım bin Muhammed’in kızıdır. Oğlu İsmail’den ötürü Ebu İsmail künyesi ile anılmakla beraber, İsmail’in kendisinden evvel vefat etmesinden dolayı daha çok Ebu Abdullah ve Ebu Musa lakaplarıyla anıldı.

Künyesi; Ebu Abdullah Cafer bin Muhammed Bakır bin Ali Zeynel Abidin şeklindedir. “on iki imam” olarak kabul edilen silsilenin altıncısıdır.

İlk eğitimini dedesi Zeynel Abidin ile babası Muhammed Bakır’dan aldı. Büyük bir âlim olan Muhammed Bakır 19 yıl gibi uzun süre imamet görevinde bulundu. İmamet; namaz kıldırmadaki imamlık anlamına geldiği gibi, müminlerin emiri, halife anlamına da gelmektedir. Muhammed Bakır ve kendisinden sonra aynı vazifeyi sürdüren Cafer-i Sadık (ra) geniş bir kesim tarafından, müminlerin halifesi olarak kabul görmüşlerdir. Ancak, buradaki mana idari mekanizmadan farklı ve sadece dini manadaki emirlik mahiyetindedir.

Cafer-i Sadık (ra), otuz yıl boyunca sürdürdüğü imamet vazifesi boyunca, sadece Şiiler tarafından değil, Sünniler ve âlimleri tarafından da büyük bir hürmet ve saygıyla karşılandı ve alaka gördü. O, Emeviler ve Abbasiler döneminde mensubu bulunduğu Haşimilerin imamı olarak hizmetini ifa etti. Emeviler zamanında Ehli Beyt’e karşı sürdürülen menfi durumdan kendisi de etkilendi. Özellikle amcası Zeyd bin Ali’nin öldürülmesinden sonra tamamen siyasetten uzaklaşarak kendini dini hizmete verdi. Abbasiler döneminde de siyasetten uzak durmaya devam etti. Kendisi siyasi faaliyet ve girişimlerde bulunmadığı gibi yakın akrabalarına da, idareyi elde etmeye yönelik faaliyet ve girişimlerden uzak durmaları konusunda tavsiyelerde bulundu.

Ehli Sünnet nezdinde müstesna yeri olan ve hürmetle yad edilen Cafer-i Sadık, Hadis ilmindeki vukufiyeti ve üstün şahsiyetinden ötürü bu alanda; güvenilir, itimada layık kimse anlamında gelen “sika” ünvanıyla tanınır ve kabul edilir. Hadis ilmiyle uğraşıp müçtehit mertebesine yükselmiş, sezme gücü yüksek, özü ve sözü doğru, naklettiği hadisler ve görüşleri güvene layıktır. Büyük bir hadis âlimidir. Doğru sözü söylemekten sakınmayan, ifrata gidip özellikle Ehli Beyt konusunda haddi aşanlarla mücadele etti. En önemli lakaplarının başında “sadık” unvanı gelir. Bunun yanında sâbir, fâzıl, tâhir ve âtır (güzel kokulu) gibi unvanlarla da anılmıştır.

Risâle-i Nur’da kendisi övülmekle beraber, özellikle Peygamber Efendimizin (asm) soyundan gelenlerin, Emeviler üzerinde, yanlış yönelimlerinde ve zararlı siyasetlerinde bir çeşit fren etkisi yaptığı ve kendilerini kontrol etmek zorunda bıraktıklarını görüyoruz. Özellikle Hazreti Ali (ra) olmasaydı dünya saltanatı konusunda Emeviler bütün bütün yoldan çıkacaklardı. Onlar karşılarında Hazreti Ali’yi görünce ister istemez ölçüyü tutturmak, Müslümanların nazarında kendi mevkilerini daha fazla düşürmemek için çaba gösterdiler. İslami konularda yeterli hassasiyeti göstermeyen idarecilerin büyük ekseriyeti kendilerine tabi olanları İslam ve iman hakikatleri konusunda teşvik edici tavır takındılar.

Taraftarlarını, Kur’an hükümlerinin muhafaza ve neşrine sevk ettiler. Böylece bir çok müçtehit, muhakkik ve muhaddisin yetişmesine vesile oldular. Ali Beytin velayet ve diyanetteki kemalleri onların karşısına dikilmekle, son zamanlarında düşmüş oldukları kötü durum ve çığırından çıkma hadiselerinin bütün devirlerine yayılmasını önlemiş oldu.

Bediüzzaman Hazretleri Hazreti Hüseyin’in soyundan gelen Cafer-i Sadık için şu ifadelere yer verir; “… Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynel Abidin ve Cafer-i Sadık ki, her biri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler

Peygamber Efendimizin Hazret-i Hasan ve Hüseyin’e gösterdiği sevginin arka planında onların mübarek soyundan gelenlerin de hissesi vardır. Hazreti Hüseyin’e (ra) karşı gösterdikleri fevkalade ehemmiyet ve şefkat, O’nun nurani silsilesinden gelen Zeynelabidin, Cafer-i Sadık gibi şanlı imamların ve “hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i Risâlet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir“.

İlim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu. Din bilgilerinde olduğu gibi, zamanının bütün fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimya ilimlerinin konusunu teşkil eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi pek çoktu. Kimyanın babası sayılan Cabir de, Cafer-i Sadık hazretlerinin talebesidir.

Ancak, riyakârlık ve gösterişten kaçındığından birçok şeyini ifşa etmekten kaçınmış ve kaçınmayı tavsiye etmiştir. Babası ve dedesinin yolunu takip ederek mümkün mertebe fitneden kaçınmıştır. Günümüze kadar ulaşan eserleri şunlardır:

Misbahu’ş-şeria; dini ve ahlaki sözleri ihtiva eder. Tefsirü’l-Kur’an, Kitabü’l-Cefr (el-Hafiye), İhtilacü’l-aza; insan organlarındaki titreme ve sebepleri üzerinde durur. Heyakilü’n-nur; tılsımlardan bahseder. Esratü’l-vayh, Havassü’l-Kur’anil-azim, Kitabü’t-tevhid, Risâletü’l-vesaya, Duaü’l-cevşen. Bu eserlerinin dışında da bazı Risâleleri mevcuttur.

İmam-ı Cafer’in en meşhur talebesi olan İmam-ı A’zam Ebu Hanife, Cafer-i Sadık’ın sohbetlerine iki sene devam ederek, o gizli ve açık marifet kaynağından ilim ve evliyalık yolunda çok faydalandı. İmam-ı A’zam, onun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için;

O iki sene olmasaydı, Numan helak olmuştu” buyurdu.

Hakiki İslam âlimleri, dinimizi, hiç değiştirmeden bugüne kadar ulaştırmıştır. Bu âlimlerden iman bilgilerini anlatanlara “Mütekellimin“, ibadetlerin nasıl olacağını bildirenlere, “Fukaha”, kalb ile yapılacak ve sakınılacak şeyleri öğreten ilme “Tasavvuf” ve bu ilmin âlimlerine de “Mutasavvifin” denildi. İşte imam-ı Cafer hazretleri, bu üçüncü ilmi anlattı.

İmam-ı Cafer hazretleri Buyurdu ki:

 “Şunlarla beraber bulunmaktan sakın:

 Yalancıdan.

 Cimriden.

 Ahmaktan. Çünkü en çok işine yarayacağı zaman, seni bırakır.

 Fâsıktan yani günah işlemekten utanmayandan!

Bir hata işlediğiniz zaman istiğfar edin, hatada ısrar helak olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa istiğfara devam etsin.”

Mihnete şükretmeyen, nimete şükretmez.

Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. Tasarrufa riayet eden sıkıntı çekmez. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır. Musibet zamanında dizini döven, sevabından mahrum olur. “

“Şu dört şeyin azı da çoktur: Ateş, düşman, fakirlik, hastalık.

Şu üç şey Müslümana şeref verir: Kendisine zulmedeni affetmek, bir şey vermeyene iyilikte bulunmak ve kendisini aramayanı, arayıp sormak.”

Cafer-i Sadık 765 yılında Medine’de Hakkın rahmetine kavuştu Naaşı Cennetül Baki’de babası ve dedesinin yanına defnedildi.

Çetin KILIÇ / www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  • Risale-i Nur
  • Mustafa Öz, “Ca’fer es-Sadık”
  • dinimizislam

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: