Dava adamı olarak yaşayabilmek
Çoğu insan emeğinin karşılığını alamamaktan şikayet eder. Bazen biz de bu kısım insanların gurubuna girebiliyoruz. Halimizden şikâyet ederiz. Ben çalışıyorum, yoruluyorum fakat çalışmamın karşılığını alamıyorum diye şikâyet ederiz. Bu düşünce genelde maddiyatla çok fazla haşir neşir olan insanın fıtratında vardır.
Fakat bazı insanlar da vardır ki; yaptıklarını dünyevi maksatlar için yapmazlar. Onlar mana aleminde beklentilerin en yücesi için çalışırlar. Hiç bir zaman yılmazlar, hiçbir zaman korkmazlar, hiçbir zaman verilen görevden kaçmazlar.
Hiç bir zaman şikâyet etmezler.Her yaptıkları işte Allah rızasını gözetirler. Dünyevi beklentileri olmaz. Uhrevi beklentileri ön plandadır.Hatta uhrevi olarakta bir şey beklemezler.Sadece Rıza-yı ilahiyi beklerler Onlar Kutsi bir davaya inanmışlardır. ’’Onlar dava erleridirler.’’
Bu dava erlerine Mısırda yaşanmış örnek bir olayı aktarmak istiyorum.
1930’lı yıllar ve Said Havva anlatıyor:
“İhvan-ı Müslimin’i kurduğumuz 7 arkadaşımızdan biri de İsmail’di. İsmail, evlat hasretiyle yanan ve dokuz sene sonra kız çocuğu olan bir babaydı. Kızına ‘Canan’ anlamına gelen Ruhiye adını vermişti. İhvan-ı Müslimin, her akşam olduğu gibi yine gizli toplantılarına devam ediyor, Mısır’ın güvenlik güçlerine yakalanmamak için büyük bir titizlik gösteriyordu.
Bir akşam yine İsmail’in evinde bir araya gelmiştik. İsmail, bize tatlı ikramında bulunuyordu. Toplantı gece 01.00’e kadar sürdü. Nihayet sona ermiş ve evlerimize dağılmak için kalkmıştık. Üstad Hasan El-Benna evden tam ayrılırken, İsmail kolundan tuttu ve dedi ki:
-‘Üstadım, kızım öldü. Yarın cenazeye gelmeleri için arkadaşlara haber verir misin?’
Üstad da İsmail’e: ‘Hangi kızın öldü? Senin kaç tane kızın var?’ diye sorunca; İsmail, ‘Biz içeride toplantı yaparken öldü.’ dedi.
– ‘İsmail, kızın ne zaman öldü, bize neden haber vermedin, biz toplantı yaptık, tatlı yedik, niçin bize söylemedin?’ deyince;
İsmail de buna cevaben dedi ki:
“ÜSTADIM! KIZIM ÖLDÜ! DAVAM DEĞİL!”
Evet yukarıda aktarılan olayda anlatıldığı gibi dava adamı olmak kolay değildir.
Yeri geldiğinde aileyi,çoluk çocuğu davasından sonra görebilmektir..
Dava adamı olmak yerine gelince işkenceyi, hakareti, açlığı, susuzluğu, uykusuzluğu yerine gelince hicreti yerine gelince uzleti ve her şeyi göze alabilmektir.
Dava adamı olmak ölüm meleği geldiği zaman bile ‘’ah davam ‘’ diyebilmektir.
Dava adamı olmak bütün zorluklar karşısında bile “Eğer, inanıyorsanız üstünsünüz… „ ( Al-i İmran 139 ) ayetini hatırlayarak yılmamaktır.
Dava adamı olmak Hz Ebubekir gibi “Ya Rabbi! Benim vücûdumu cehennemde o kadar büyüt ki, başka kullarına orada yer kalmasın! Diyebilmektir.
Dava adamı demek Üstad Bediüzzaman gibi ’ Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım; çünki, vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur’’ diyebilmektir.
Dava adamı olmak kuldan değil Allah’tan korkmaktır. Ve bu korku ile hayatına yön vermektir.
Dava adamı olmak tohum olmaktır. Kendisi çürürken yerine meyveleri yetiştirmektir.
Dava adamı olmak hayatta kendisine zulm edenlere bile beddua etmemektir. Onların ıslahı için Allah’a dua etmektir.
Dava adamı olmak firavunlar kucağında büyüyen çocuk musa’ları safına almaktır.
Dava adamı olmak on sene sonrayı değil yüz seneyi görüp ona göre yaşamaktır.
Dava adamı olmak makamlar ve servetler karşısında nefsini unutmaktır.
Evet, dava adamı olmak Üstadın deyişiyle: Benim dilim ölümle susturulsa, pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hattâ diyebilirim: Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur düşüncesi ile hem hal olmaktır.
Ne mutlu davasını hakkıyla yaşayan ve yaşatanlara. Selam ve dua ile…