Ezan Neden Orijinalinden Başka Bir Dilde Okunamaz?

Ha­ne­fî ve Han­be­lî fu­ka­ha­sı eza­nın baş­ka bir dil­de okun­ma­sı­nın ca­iz ol­ma­dı­ğı ka­na­atin­de­dir­ler. Şa­fiî fa­kih­le­ri ise, Arap­ça bil­me­yen ya­ban­cı­la­rın, eza­nı ori­ji­nal şek­liy­le oku­ya­bi­len bi­ri­ni bu­la­ma­dık­la­rı tak­dir­de ken­di dil­le­rin­de oku­ma­la­rı­na ce­vaz ver­miş­ler­dir. Fa­kat bu da, ebe­dî de­ğil, ge­çi­ci ya­ni ori­ji­na­li­ni öğ­re­nin­ce­ye ka­dar ve­ril­miş bir ce­vaz­dır. Ka­hir ek­se­ri­yet, eza­nın Arap­ça’dan baş­ka bir dil­de oku­na­ma­ya­ca­ğı ka­na­atin­de­dir. Onun için­dir ki ezan, on dört asır içe­ri­sin­de dil­le­ri bir­bi­rin­den fark­lı bü­tün İs­lâm ül­ke­le­rin­de, Arap­ça’dan baş­ka bir dil­le okun­ma­mış­tır.

Bi­ze gö­re de ezan Arap­ça’dan baş­ka bir dil­le oku­na­maz, oku­nan şey de ezan ol­maz. Bu­nun ne­den­le­ri­ni mad­de mad­de şöy­le sı­ra­la­ya­bi­li­riz:

1- Eza­nın söz­le­ri Arap­ça’dır. Ama Arap’ın söz­le­ri de­ğil­dir. Onun naz­mı ve laf­zı ya­ni di­zi­li­şi ve söz­le­ri as­hap­tan Ab­dul­lah b. Zeyd’e, Hz. Ömer’e ve da­ha pek çok sa­ha­be­ye (r. an­hüm) Al­lah ta­ra­fın­dan il­ham edil­miş; Hz. Pey­gam­be­rin onay ve tas­dik­le­riy­le ke­sin­leş­miş, 1400 kü­sur se­ne­dir dil­le­ri fark­lı bü­tün İs­lâm ül­ke­le­rin­de de­ğiş­me­den, tar­tı­şıl­ma­dan “EZAN-I MU­HAM­ME­DΔ ola­rak oku­na­gel­miş­tir.

2- “Ezan-ı Mu­ham­me­dî” ola­rak ad­lan­dı­rıl­ma­sın­da da ayrıca bir gü­zellik var­dır. Arap kal­kıp “Ezan-ı Ara­bî” ya­ni Arap Eza­nı de­me­sin, Pa­kis­tan­lı kal­kıp “Ezan-ı Pa­kis­ta­nî” ya­ni Pa­kis­tan Eza­nı de­me­sin, Müs­lü­man Türk kal­kıp “Ezan-ı Tür­kî” ya­ni Türk Eza­nı de­me­sin ve herkes kendisine göre bir ezan çıkarmasın di­ye bü­tün Müs­lü­man­la­rın peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.v)Efendimize isnaden “EZAN-I MU­HAM­ME­DΔ de­nil­miş­tir.

3- Düş­man is­ti­la­sın­da ka­lan Müs­lü­man top­rak­la­rın­da ilk ya­pı­lan şey eza­nı men et­mek olur. Çün­kü ezan bir pa­ro­la­dır, Müs­lü­man­la­rın hür­ri­yet ve bir­lik alâ­me­ti­dir. İş­te bu se­bep­ten­dir ki, “Ezan oku­ma, İs­lâm dün­ya­sın­da fe­tih ve za­fer­le­rin vaz­ge­çil­mez bir un­su­ru ol­muş­tur. Ni­te­kim Mek­ke’nin fet­hin­den be­ri ele ge­çi­ri­len her bel­de­de ya­pı­lan ilk uy­gu­la­ma­lar­dan bi­ri, fe­tih müj­de­si­ni her ta­ra­fa du­yur­mak için yük­sek bir yer­de ezan oku­mak ol­muş­tur. Bâ­kî’nin meş­hur Kâ­nû­nî Sul­tan Sü­ley­man mer­si­ye­sin­de­ki:

Al­dın he­zar büt­ge­de­yi mes­cid ey­le­din

Na­kûs yer­le­rin­de okut­tun ezan­la­rı.

bey­ti bu uy­gu­la­ma­nın di­van şi­iri­ne ak­set­miş bir ifa­de­si­dir. Anlamı şududr:

Aldın binlerce puthaneyi mescid yaptın

Çan çalınan yerde okuttun ezanları.

4- Eza­nın gö­re­vi­ni yap­sın di­ye ön­ce­den çok tek­lif­ler gel­di. Çan ça­lın­sın, bo­ru öt­tü­rül­sün, ateş ya­kıl­sın de­nil­di; ama bun­la­rın hiç­bi­ri hüsn-ü ka­bul gör­me­di. Çün­kü bun­la­rın hep­si be­şe­rî idi. İn­san­la­rın dü­şün­ce­si­nin ürü­nüy­dü. Ay­nı za­man­da bir yan­lı­şı çağ­rış­tı­rı­yor­du.

5- Hal­bu­ki ezan, be­şe­rin ürü­nü de­ğil­di. Bu­ra­dan da an­la­şı­lı­yor ki ezan ilâ­hî bir ter­cih­tir, ilâ­hî bir da­vet­tir, ilâ­hî bir teb­liğ­dir, ilâ­hî bir me­saj­dır. Me­sa­jı­nı in­san­lı­ğa du­yur­mak is­te­yen Al­lah, her­hal­de bu­nu, dil­ler­den bi­ri­ni se­çe­rek ya­pa­cak­tı. Ni­te­kim öy­le yap­mış, dil­ler­den Arap­ça’yı seç­miş, eza­nı da Arap­ça il­ham ey­le­miş­tir. O, Fa­il-i Muh­tar’dır, di­le­di­ği­ni yap­mak­ta ser­best­tir. Kim­se­nin O’na ‘Ne­den Arap­ça’yı seç­tin?’ de­me­ye hak­kı yok­tur.

6- İs­lâm şe­ai­rin­de­ki ilâ­hî ve ne­be­vî ke­li­me­ler can­lı ve se­vap­lı bir ka­buk ve bir de­ri gi­bi­dir. Bir hay­va­nın de­ri­si ve­ya bir mey­ve­nin ka­bu­ğu so­yul­sa, az bir za­man son­ra o za­rif et ve o gü­zel mey­ve si­yah­la­nır, ko­kar.

İş­te ge­rek iba­det­te ve ge­rek­se ezan­da ol­sun şe­air-i İs­lâ­mi­ye­de­ki Arap­ça ifa­de­ler can­lı ve se­vap­lı bir de­ri ve bir ka­buk gi­bi­dir. On­lar so­yu­lur­sa, ge­çi­ci ola­rak ma­na­la­rı bir de­re­ce gö­rü­nür; fa­kat o mü­ba­rek ma­na­la­rın ruh­la­rı uçar, ge­ri­ye du­ma­nı ka­lır.

Üm­mî bir adam ya­ni Kur’an’ın ma­na­sı­nı bil­me­yen bi­ri, Kur’an’dan ya­rım say­fa oku­sa Kur’an oku­muş sa­yı­lır. Kur’an’ın ma­na­sı­nı bi­len bir alim Kur’an’ın me­alin­den on say­fa da­hi oku­sa Kur’an oku­muş sa­yıl­maz. Çün­kü Kur’an de­nil­di mi onun laf­zı ve naz­mı ak­la ge­lir. La­fız ve na­zım or­ta­dan kal­kar­sa Kur’an di­ye bir şey kal­maz. Ge­ri­ye ka­lan me­al ve ter­cü­me­dir. Kur’an’ın me­al ve ter­cü­me­si Kur’an de­ğil­dir ki onun­la iba­det ya­pı­la­bil­sin.

Ay­nen bu­nun gi­bi eza­nın Arap­ça söz­le­ri de ilâ­hî­dir. Türk­çe­leş­ti­ril­se ve Arap­ça eza­nın ye­ri­ne Türk­çe’si okun­sa, o, ezan sa­yıl­maz. Oku­yan, sa­de­ce eza­nın Türk­çe’si­ni oku­muş olur. Türk­çe ezan da, ori­ji­nal eza­nın ka­zan­dır­dı­ğı­nı ka­zan­dır­maz. Pa­ro­la ve şe­air ol­maz.

7- İs­lâ­mi­yet’in me­se­le­le­rin­den bir kıs­mı “Ta­ab­bü­dî”dir. Ya­ni Al­lah ve Pey­gam­ber ne koy­muş­lar, na­sıl is­te­miş­ler­se öy­le ya­pı­lır. Yüz bin hik­met ve mas­la­hat on­la­rı de­ğiş­ti­re­mez. Me­se­la bi­ri, “Eza­nın hik­me­ti Müs­lü­man­la­rı na­ma­za çağır­mak­tır. Şu hal­de bir tü­fek at­mak kâ­fi­dir.” der­se yan­lış söy­le­miş olur. Çün­kü eza­nın sa­de­ce bir hik­me­ti yok­tur. O pek çok hik­met­ler­den sa­de­ce bir hik­met ola­bi­lir.

Eza­nın en önem­li hik­met­le­rin­den bi­ri, in­san­lık adı­na, o şe­hir aha­li­si adı­na, kâ­ina­tın ya­ra­tı­lı­şı­nın en bü­yük ne­ti­ce­si ve in­sa­noğ­lu­nun ya­ra­tı­lı­şı­nın en bü­yük ga­ye­si olan tev­hi­di ilân et­mek, yani Al­lah’ın birliğini kabullenip Rab olu­şu­nu haykırmaktır.

8- İki çe­şit hak var­dır. Bi­ri şah­sî, özel hak, di­ğe­ri umû­mî, ge­nel hak­tır. Ge­nel hak­la­ra “Hu­ku­kul­lah” Al­lah’ın hak­la­rı da de­ni­lir. Bun­la­rın bir adı da “Şe­air-i İs­lâ­mi­ye” ya­ni “İs­lâ­mî sem­bol­ler”dir. Bu hak­la­ra bü­tün Müs­lü­man­lar or­tak­tır. İş­te o şe­air­den bi­ri Ezan-ı Mu­ham­me­dî’dir. Bü­tün Müs­lü­man­la­rın rı­za­sı ol­ma­dan on­la­ra iliş­mek, her­ke­sin hu­ku­ku­na ve Al­lah’ın hak­la­rı­na te­ca­vüz sa­yı­lır.

İş­te bu se­bep­ler­den do­la­yı­dır ki, hiç­bir Müs­lü­man ve hiç­bir İs­lâm ül­ke­si eza­nı ori­ji­na­lin­den baş­ka bir dil­le oku­mak ve din­le­mek is­te­me­miş, oku­yan­lar­dan ve oku­tan­lar­dan da as­la ra­zı ol­ma­mış­tır.

9- Eza­nın ke­li­me­le­ri ve­ciz­dir, mu’ciz­dir, ilâ­hî­dir. Me­se­la son cüm­le­si­ni ele ala­lım. La ila­he il­lal­lah’ın her bir ke­li­me­sin­de bir La ila­he il­lal­lah var­dır. Ya­ni ma­na­sı var­dır. La ila­he il­lal­lah, Al­lah’tan baş­ka tan­rı yok de­mek­tir. “La ila­he”yi kal­dı­rın “il­lal­lah” de­yin, yi­ne yal­nız Al­lah var de­mek­tir. “İl­la”yı kal­dı­rın “Al­lah” de­yin, yi­ne kâ­ina­tın mut­lak hâ­ki­mi ak­la ge­lir. “Al­lah” laf­za-i ce­la­li­nin ba­şın­dan eli­fi kal­dı­rın, “Lil­lah” yi­ne her şey Al­lah için­dir an­la­mı­na ge­lir. “Lil­lah”ta­ki bi­rin­ci la­mı kal­dı­rın “le­hu” ka­lır. Yi­ne her şey Al­lah’ın­dır an­la­mı­na ge­lir. “Le­hu”da­ki la­mı kal­dı­rın, ge­ri­ye “Hû” ka­lır. Her şey “O” de­yip in­le­mek­te, O’nu gös­ter­mek­te, Al­lah’ın var­lı­ğı­nı ve bir­li­ği­ni ilân et­mek­te­dir, an­la­mı­na ge­lir.

10- Şim­di bir de ge­lin Al­lah laf­za-i ce­la­li­nin ye­ri­ne ko­nu­lan “TAN­RI” ke­li­me­si­ni dü­şü­ne­lim. Ba­şın­dan T’yi kal­dı­rın ge­ri­ye ne ka­lı­yor? AN­RI. Ne an­la­ma ge­li­yor? Hiç. A har­fi­ni kal­dı­rın ve ba­kın, ge­ri­ye hiç­bir şey kal­ma­dı­ğı­nı gö­re­cek­si­niz. Öy­ley­se ge­lin bu taş­la­rı ye­rin­den oy­nat­ma­ya­lım. Çün­kü bu taş­la­rı Al­lah diz­miş­tir.

Bu taşları yerinden oynatanın başına ağır taşlar düşer, bir daha iki yakası bir araya gelmez; ne dünyada ne de ahirette.

11- Ben “Tan­rı ulu­dur” de­mek­ten hiç zevk al­mı­yo­rum. San­ki Al­lah’ın bü­yük­lü­ğü Tür­ki­ye hu­dut­la­rıy­la sı­nır­lan­dı­rıl­mış gi­bi ge­li­yor ba­na. Hal­bu­ki be­nim inan­dı­ğım Al­lah’ın bü­yük­lü­ğü sı­nır­sız. Bu­nu da an­cak “Al­la­hu­ek­ber” sö­zü ifa­de etmek­te­dir.

Yu­suf İs­lâm da iş­te bu­nun için eza­nı ori­ji­nal di­liy­le oku­mak­ta­dır. Biz di­ne uyar­sak din, din olur. Di­ni ken­di­mi­ze uy­du­rur­sak din, din ol­mak­tan çı­kar. O da bi­zim gi­bi pe­ri­şan olur.

12- Müs­lü­man, ırk­çı­lık da­va­sı gü­de­me­ye­ce­ği gi­bi, dil ırk­çı­lı­ğı­na da te­nez­zül et­me­me­li­dir. Hik­met ve ilim han­gi dil­le bi­zim eli­mi­ze tu­tuş­tu­ru­lur­sa onu alı­rız. İl­min ve hik­me­tin Müs­lü­ma­nı, gay­ri­müs­li­mi ol­maz. İlim ve hikmet nerde olursa olsun hep Müslüman’dır. Yü­ce Al­lah me­sa­jı­nı Hz. Mu­ham­med’in (s.a.v) Efendimizin eliy­le, elekt­ri­ği de Edi­son’un eliy­le in­san­lı­ğa ulaş­tır­mış­tır. Peygamberin eliyle gelen de, Edison’un eliyle gelen de nimettir, hikmettir, hikmet mü’minin malıdır, bulduğu yerde almalıdır.

13- Ben­de­ni­zin Tan­rı ke­li­me­si­ne ta­kıl­ma­mın se­be­bi, bu ke­li­me­nin Al­lah laf­za-i ce­la­li­nin ye­ri­ne ko­nul­ma­sından ve onun bir ter­cü­me­si ola­rak gös­te­ril­miş olmasındandır. Yok­sa Tan­rı di­yen der, ona biz ka­rış­ma­yız. Ama “Al­lah” laf­za-i ce­la­li­nin ye­ri­ne ko­nul­ma­sı­na da ra­zı ola­ma­yız.

TERCÜME EDİLEMEYEN LAFIZ

14- Şu­nu da unut­ma­ya­lım: Bun­ca ça­ba­la­ma­la­ra rağ­men Tan­rı ke­li­me­si bir tür­lü mil­le­tin ağ­zı­na otur­ma­mış, Al­lah laf­za-i ce­la­li de bu mil­le­tin ağ­zın­dan düş­me­miş­tir. Me­se­la he­men he­men her­kes her kız­dık­ça ve sı­kış­tık­ça, ‘Al­lah Al­lah, Al­lah Al­lah’ der du­rur; ‘Tan­rım Tan­rım, Tan­rım Tan­rım’ de­mez.

Dep­re­me tu­tu­lan eğlence âlemindekiler bile ‘Al­lah Al­lah’ di­ye­rek ka­çı­yor. Tanrı tanrı diyerek değil.

Kah­ra­man Meh­met­çik de düş­ma­na kar­şı şah­lan­dı­ğın­da ‘Al­lah Al­lah’ di­ye­rek hü­cu­ma geç­mi­yor mu?

Al­lah inan­cı ve sev­da­sı -gü­nah­kâr da ol­sak- bu mil­le­tin ru­hu­na iş­le­miş­tir.

Bı­ra­kın “Tan­rı” ke­li­me­si­ni Yü­ce Al­lah’ın isim­le­rin­den bi­ri­ni laf­za-i ce­la­lin ye­ri­ne koy­sa­nız, yi­ne laf­za-i ce­la­lin ye­ri­ni dol­du­ra­maz. Me­se­la sen, Al­lah’ı “Rah­man” is­miy­le ça­ğır­san, onu rah­met­le yâd etmiş olur­sun, Ka­hhar ismiyle anmış olmazsın. “Alim” is­miy­le ça­ğır­san ilim sı­fa­tıy­la vas­fet­miş olur­sun, kud­ret­le vas­fet­miş ol­maz­sın. Ama sen Al­lah’ı “Ya Al­lah” di­ye­rek Al­lah is­miy­le ça­ğı­rır­san bü­tün sı­fat­la­rıy­la onu vas­fet­miş, zikretmiş ve yâd etmiş olur­sun. Çün­kü Al­lah an­cak bü­tün sı­fat­la­rıy­la Al­lah ola­bi­lir. Al­lah laf­za-i ce­la­li için var olan bu özel­lik, di­ğer isim­ler için ge­çer­li de­ğil­dir.

Ke­li­me-i Şe­ha­det öy­le bir ke­li­me­dir ki, o ke­li­me ile kâ­fir kü­für­den İs­lâm’a ge­çer. Kâ­fir “Şe­ha­det ede­rim ki Rah­man’dan ya­hut Ra­hîm’den ya­hut Me­lik’ten ya­hut Kud­düs’ten baş­ka ilah yok­tur.” de­se kü­für­den çı­ka­maz, İs­lâm’a da gi­re­mez. Fa­kat ne za­man ki “Ben şe­ha­det ede­rim ki Al­lah’tan baş­ka ilah yok­tur.” de­se iş­te o za­man kü­für­den kur­tu­lur, İs­lâm’a gi­rer.

Halbuki Rahman, Rahîm, Melik, Kuddüs isimleri de Allah’ın isimleridir. Ama kuşatıcı isimleri değildir. Her bir isim kendi manasını ifade eder ama, “Allah” lafza-i celali bütün isimlerin manasını içerir. Kuddüs’de “Allah” lafzasının manası yoktur. Ama “Allah” lafzasında Kuddûs ismi, Rahman ismi, Kahhar ismi ve bütün isimler vardır. Onun içindir ki Allah lafza-i celalinden başka bütün isimler kullara da verilebilmektedir. Ama hiç kimseye Allah ismi verilmemiştir ve verilemez.

15- Bu­gün oku­nan ezan­lar o ka­dar lâ­hû­tî ve de­rû­nî­dir ki, he­le bir de gü­zel oku­yan­la­rın se­sin­den din­len­di­ğin­de o ka­dar tat­lı ol­mak­ta­dır ki, o ezan­lar, in­san­la­rı ken­di­le­rin­den al­mak­ta, cen­net­le­re gö­tür­mek­te ve şa­ir­le­re il­ham kay­na­ğı olmaktadır. İş­te İs­tik­lal Mar­şı şa­iri bir dört­lü­ğün­de eza­na şöy­le vur­gu ya­par:

Ru­hu­mun sen­den İlâ­hî şu­dur an­cak eme­li

Değ­me­sin ma­be­di­min göğ­sü­ne nâ­mah­rem eli

Bu ezan­lar ki şe­ha­det­le­ri di­nin te­me­li

Ebe­di yur­du­mun üs­tün­de be­nim in­le­me­li

Ve iş­te Yah­ya Ke­mal. O da Akif’in te­men­ni­le­ri­ne şu mıs­ra­la­rıy­la ka­tı­lır:

Şu ko­pan fır­tı­na Türk or­du­su­dur Ya Rab­bi

Se­nin uğ­run­da ölen or­du bu­dur Ya Rab­bi

Ga­lib et, ezan­lar­la yük­sel­sin mü­eb­bed na­mın

Ga­lib et, çün­kü bu son or­du­su­dur İs­lâm’ın…

16- Bi­ri­si kal­kıp “İyi de ben bu me­sa­jı an­la­mı­yo­rum.” de­se, bu ge­çer­li ve ma­sum bir çı­kış ol­maz.

-Ne­den?

-Çünkü dün­ye­vî is­tik­ba­li­ni ga­ran­ti et­mek için çok şey öğ­re­nen, hat­ta ba­zen de gün­de 50 ya­ban­cı ke­li­me ez­ber­le­yen in­san­la­rın 15 ke­li­me­lik eza­nı öğ­ren­me­me­le­ri, 15 gün­de öğ­re­ni­le­cek Kur’an’ın 15 gün­de ez­ber­le­ne­bi­le­cek kı­sa su­re­le­ri­ni bir ha­yat bo­yu ez­ber­le­me­me­le­ri ve iba­det ha­ya­tı­na uy­gu­la­ma­ma­la­rı, eğer ze­kâ­nın az­lı­ğın­dan ve­ya to­ta­li­ter bas­kı­lar­dan kay­nak­lan­mı­yor­sa, işin için­de bir ka­sıt ve bir art ni­yet var de­mek­tir. Hiç­bir Müs­lü­ma­nın eza­na kar­şı, Kur’an su­re­le­ri­ni ori­ji­na­liy­le ez­ber­le­me­ye kar­şı, art ni­yet­li ola­ca­ğı­nı dü­şü­ne­mi­yo­rum ve bu­nun da o ka­dar zor bir iş ol­ma­dı­ğı­na ina­nı­yo­rum.

17- Mil­let Mec­li­sin­de bir ye­min tö­re­ni ya­pı­lır. Ora­ya mah­sus ye­mi­nin bir met­ni var­dır. O met­ni bi­ri de­ğiş­tir­me­ye kalk­sa ye­mi­ni ge­çer­li ol­ma­mak­ta, hat­ta ağır it­ha­ma ma­ruz kal­mak­ta­dır. Gö­rü­lü­yor ki be­şer be­şe­rin koy­du­ğu­nu de­ğiş­ti­re­mi­yor. De­ğiş­tir­se kı­ya­met­ler ko­pu­yor. Pe­ki şu in­sa­noğ­lu Al­lah’ın koy­du­ğu­nu ve Hz. Pey­gam­be­rin uy­gu­la­dı­ğı­nı, üm­me­tin baş ta­cı edip ka­bul et­ti­ği­ni de­ğiş­tir­me­ye na­sıl ce­sa­ret ede­bi­li­yor? 1400 se­ne­lik bu gü­zel­li­ği de­ğiş­tir­me­ye na­sıl yel­te­ne­bi­li­yor?

18- Eza­nın as­lı­na ve ori­ji­na­li­ne kar­şı çı­kan­lar gay­ri­müs­lim ol­say­dı­lar, hiç ya­dır­ga­maz­dım. Ama Müs­lü­man ol­du­ğu­nu söy­le­yen­le­rin eza­nın as­lı­na kar­şı çık­ma­la­rı­nı hav­sa­lam al­mı­yor.

Cat Ste­ven Müs­lü­man ol­du. Hz. Pey­gam­be­rin hem di­ni­ne, hem de di­li­ne tes­lim ol­du. ‘Ne­den ezan İn­gi­liz­ce de­ğil de Arap­ça, ne­den Kur’an Arap­ça, ne­den pey­gam­ber Arap­lar­dan?’ di­ye­rek hâ­şâ Al­lah’ı yar­gı­la­ma­ya kalk­ma­dı. Al­lah’ı sor­gu­la­mak ve yar­gı­la­mak gi­bi bir yan­lı­şa, bir edepsizliğe ve say­gı­sız­lı­ğa düş­me­di.

19- Ye­ri gel­miş­ken şu­nu açık açık söy­le­ye­yim: Dil ırk­çı­la­rı­nın Türk­çe’den kov­ma­ya ça­lış­tık­la­rı şey Arap­ça’nın öte­sin­de Kur’anî kül­tür ve Kur’anî muh­te­va ise çok ya­zık eder­ler. Bi­zim böy­le­le­ri­ne di­ye­ce­ği­miz tek şey, “Al­lah hi­da­yet na­sip ey­le­sin” ola­cak­tır.

20- Son ola­rak de­mek is­te­rim ki, eza­nı Türk­çe (veya Kürtçe)okut­ma­ya kal­kış­mak he­ze­yan­dır. Ce­ma­at­le ic­ra olu­nan na­maz­da su­re­le­ri Türk­çe oku­mak abes­le iş­ti­gal­dir. Ama ih­mal edil­me­me­si ge­re­ken bir ha­ki­kat var: Kur’an’ın ma­na­sın­dan (ve hayat tarzından)uzak kal­mak ise in­ti­har­dır.[1]

Vahbi Karakaş / Risale Haber

[1] Ezan hakkında daha geniş bilgi ve kaynakları için bkz. Karakaş, Vehbi, Nasıl Namaz, (Timaş Yayınları)

Sende yorum yazabilirsin