Fatih İstanbul’u Fethetmemişti !
Malum, gazetecilik biraz da başlık atma sanatıdır. Başlıkla dikkatler çekilir yazıya. Lakin bugünkü başlığımız, sırf daha fazla kafa bu yazıya yönelsin diye atılmadı. Fetih olayındaki ihmal edilmiş bir inceliği sizlere hissetirmekti maksadım.
Bilmem ismini duydunuz mu daha önce? Levon Panos Dabağyan, bir Türk Ermenisi. Hatta diyebilirim ki, çoğumuzdan daha Osmanlıcıdır. Ne Fatihe laf söyletir, ne II. Abdülhamid Hana. Nitekim Paylaşılamayan Belde adlı kitabında tarihimizdeki sızılı bir noktayı ustaca avlıyor ve Fatihin İstanbulu değil, Kostantiniyyeyi fethettiğini bir cerrahın habis uru beyinden çıkarması gibi temizliyor zihnimizden. Ve ekliyor: İstanbul fethedilmemiştir ve fethedilmeyecektir! Allah böyle bir fethi kimseye nasip etmesin!
İlk okuduğumda benim gibi bu işlerle uğraşan birinin bile ciğerini sızlatan bu tespit de gösteriyor ki, tarih bizim için ecnebi bir memleket haline gelmiştir. Öyleyse yapmamız gereken şey, ona mecalini yeniden kazandırabilmenin yolunu yordamını aramak, oksijen alabileceği menfezler, havalandırma kanalları açmaktır. Bunun da yolu, elbette bilgiden, ama daha da önemlisi, bakış açımızı, idrak çerçevemizi, muhakeme tarzımızı genişletmekten geçiyor.
Sondaja devam öyleyse…
Eksik olmasın, bir okurum Said Nursinin talebelerinden Zübeyir Gündüzalpten bir hatıra göndermiş. Zübeyir Gündüzalp, bir keresinde Fatihin İstanbulu fethini gösteren resimlere dikkat çekerek sormuş: Resimlerdeki yanlışlık nerede? Kimse işin içinden çıkamayınca kendisi cevaplamış:
Bu resmi yapanlar, fetih mucizesini küçültmek istiyorlar. 40-50-60 yaşlarındaki bir kumandanın zafer kazanması, bir beldeyi fethetmesi normal ve olağandır; ama 20-21 yaşındaki bir delikanlının böyle bir emsalsiz fethi harikadır. Bu yaşta bir delikanlının sakalı bile bu kadar gür olamaz. Fatih, Efendimizin (asm) 9 asır evvel haber verdiği fetih mucizesinin mazharıdır, dolayısıyla bu resimler, Kuran, Allah ve Peygamberin Müslümanlarla beraber olduğu, İslamiyetin hakkaniyetini herkese gösterecek bu mucizevari olayı basitleştirmektedir.
Müthiş bir tespit değil mi? Düşünün, hiç 21 yaşında bir Fatih resmi gördünüz mü? Devam edelim biraz daha.
Yarın İstanbulun fethinin miladi takvimle 553. yıldönümünü idrak edeceğiz. Peki fethin hicri takvimle kaçıncı yıldönümünde bulunduğumuzu merak eden bir Allahın kulu yaşar mı aramızda? Fatih Sultan Mehmed İstanbula, Ferik Ahmed Muhtar Paşanın tespitiyle söylersek, 20 Cemaziyelevvel 857 günü girmişti. Bugün takvim 1 Cemaziyelevvel 1427 yi gösterdiğine göre, İstanbulun fethinin hicri takvimle 570. yıldönümünü kutlamak için önümüzde yaklaşık 20 günlük bir süre var demektir. Hatırlayan olur mu bilmem; ama ben üzerime düşeni yapıp tarihe not düşeyim dedim.
Yalnız üzülerek de olsa bu hicri tarih meselesini biraz hafife aldığımızı söylemek zorundayım. Çünkü bizim asıl manevî damarlarımızda deveran eden kan, hicri takvimin içinde akar. Nitekim Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celile-i Kostantiniyye adlı kitabında eskiden her 20 Cemaziyelevvel gününün halk arasında Kudüm günü diye anıldığını, o gün gelince fetih şehidleri ve gazilerinin ruhlarına Kuran-ı Kerimler okunduğunu, hayır ve hasenatlarda bulunulduğunu yazmaktadır. Demek ki, Osmanlılar aynı damardan akan kandan her daim beslenebilmek için Fatihi ve fethini hicri yıldönümlerinde hatırlıyor ve hayırla yâd ediyorlar, bunu dirilmenin bir vesilesi addediyorlardı.
Biz de o görkemli dünyanın güzelliklerinden nasiplenebilmek için aynı tarih aralıklarına sokulma imkânlarını zorlamak durumundayız. İşte bu aralık kalmış kapılardan biri de, Fatihin İstanbul projesidir. Peki İstanbul projesi neydi ve Fatih bu projeyi nereden ilham aldı?
Başka açılardan da yaklaşılabilir meseleye ama ben Fatihin projesinin hadis merkezli olduğunu söyleyeceğim. Hadis merkezli, yani meşhur fetih hadisinin bir yorumu… Değil mi ki, o İki Cihan Sultanı bir beldenin fethedileceğini muhakkak (le) vurgusuyla beyan eylemiştir, o halde bu bir emir telakki edilmeli ve sadece dünyevî, yani bir şehrin surlarının yıkılıp içerisine kahren girilmesi gibi dar anlamda yorumlanmamalıdır. Ya nasıl yorumlanmalıdır? İşte Fatihin de, Fethin de, İstanbulun da sırrı burada yatmaktadır.
Muhakkak ki, Fatihin dünyasında Nebevî müjdeyle müjdelenmenin, göğsüne bir madalya daha takmakla alakası yoktu. O ve çevresi, fethin derin okumasını yaparak malum hadisle, insanlığın ve İslamın geleceğinde bu şehrin oynayacağı rolün kastedildiğini keşfetmiş ve sadece fetih sırasında değil, asırlar boyu İstanbulu dünyanın merkezi kılmaya gayret etmişlerdi. Nitekim Fatihin sonraki fütuhat stratejisine baktığınızda bu İstanbul merkezli düşüncenin hangi boyutlara ulaştığını görürsünüz.
Osmanlı, İstanbulu alınca adeta uzun zamandır yatağını arayan bir nehir gibi hissetti kendisini ve bu nehrin yatağını, kuyumcu titizliğiyle bezemeye girişti. Bugün Süleymaniye veya Sultanahmet için Bu eserler Bizansın başkentine uygun düşmüyor diyebilecek bir mimar olmadığını, geçen yaz İstanbulda toplanan mimarlık kongresi katılımcılarının basındaki demeçlerinden görmüş olduk.
Fatihin biri Karadeniz, öbürü Akdeniz olmak üzere iki denize birden hakim olmak şeklinde özetlenebilecek denizcilik siyaseti, yolları İstanbula bağlamaya matuf bir girişimdi. Keza Balkanlar ve Anadolu yönündeki hareketi de, İtalyanın Otranto limanına yaptığı çıkarma da, Memlukler üzerine düzenlediğini tahmin ettiğimiz son seferi de hep İstanbulun merkezde durduğu ve ışınlarının dalga dalga çevreye yayıldığı bir projenin elmas parçalarıydı. Tabii aynı zamanda Orta Asya, İran, Hindistan ve Mısırdan davet ettiği Müslüman alimler ile Bizanslı filozof ve bilginleri kucaklaması, Petrarkı Arapçaya çevirtmesi ve İbn Arabinin Füsusuna şerh yazdırması, Ali Kuşçu ile ressam Belliniyi İstanbulda buluşturması, müfessir Musannifeki yanına aldırması, ama öte yandan Truva harabelerini ziyaret etmesi gibi gelişmeler de gösteriyor ki, o, hadiste emir buyurulan fethin çok daha derinlerde ve uzun vadeli olduğuna inanmış ve tohumları ekmişti.
Tohumlar bitmediyse toprak utansın deyip işin içinden sıyrılabilir miyiz? Ben şahsen tohumların bitmediğini söyleyemiyorum. Bu proje, tarih içinde gelişti, şekillendi; ve Necip Fazılca söylersek, havada donan şimşek gibi tarihin bağrında bizi beklemeye durdu. Belki de Fatih bu projeyi asıl bizim gerçekleştirmemizi istiyor ve zemini hazırlıyordu. Kim bilir?
M. Armağan