Günaha karşı teyakkuz vefalı olmanın gereğidir

Günah, kulun Rabb’isine karşı vefasızlığı, saygısızlığı demektir. Şeytanın insana karşı en tesirli silahı günahlardır.

Bu zehirli oklara karşı en güçlü sığınma yerimiz ve savunma mekanizmamız ise tevbedir. Tevbenin sıhhati için insanın günahlara karşı içinden ciddi bir tepki duyması çok önemlidir.

Tabii bu, insanın o anki ruhî durumu ile yakından alâkalıdır. Bazen işlediğimiz bir günah karşısında başımızı yere koyar, feryâd u figan eder, dua dua yalvarır ve affımıza ferman bekleriz. Bir başka zaman, bu ağlamalar da âh u vâhlar da bizi tatmin etmez ve içimizdeki yangını söndürmeye yetmez. İşte insanı günahtan da o günahtan ortaya çıkacak zarardan da koruyan esasında bu duygudur. Böyle bir duygunun sürekliliği, insanın her an salih bir daire içinde bulunmasını netice verir.

Yaşadığımız dönem, hepimizin insanlarla, içtimai hayatla içli dışlı olduğu bir dönem. Çarşı-pazardan geçerken, internette gezerken, televizyon izlerken istemeden gözümüz ağyara kaydığında, hemen, “Ahh! Ben ne yaptım! Vücudumun bütün zerreleri adedince, her an Allah’a müteveccih olmam gerekirken, bakışlarım başkasına kaydı ve günah işledim. Hâlbuki gözlerimi kapayabilirdim. Yolumun uzaması pahasına daha selâmetli ve emin bir yolu tercih edebilirdim…” diye düşünmeli ve engin bir muhasebe atmosferine girmeliyiz. Böyle bir muhasebenin ardından hemen bir mescid ya da namazgâh bulup başımızı secdeye koyarak ah u vah edip inleyebiliyorsak veyahut içimizi kaplayan hüzünle dünya bize dar geliyorsa, hakiki tevbeyi yakalamışız demektir.

Günahta ısrar etmemek ve günahın kısa ömürlü olması da tevbenin sıhhati açısından önemlidir. İşlenen günahın hemen ardından tevbe etmek, bir perşembe akşamını, kandil gecesini, cuma saatini beklemeden derhal ulu dergâha el açıp beyaz dilekçemizi arz etmek gerekir. Kalbin ve ruhun, nâpak şeylerden arınması ve dupduru bir hale gelmesi ancak bu sayede olur. Tevbenin tehire tahammülü yoktur aslında. Çünkü bir saat sonra sırtımızdaki bu Kafdağı’ndan daha ağır yükle, Rabb’imizin huzuruna çıkmayacağımıza dair elimizde bir senet yoktur.

Günaha bir an bile ömür bağışlamak bizim aleyhimizedir. Hiçbir günahın bir saniye bile yaşamaya hakkı yoktur. Zira o, Bediüzzaman Hazretleri’nin tabiriyle tevbe ile çabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan haline dönüşür. Kalb de bir defa lekelenince artık yeni lekelere açık hale gelir. Böylece insan fasid bir daire içine düşer. Her günah yeni bir günahı doğurur; doğurmakla kalmaz, insanın içindeki tevbe ve nedamet duygularını da pörsütür. Nihayet “Hayır hayır, onların kalbleri pas bağladı.” (Mutaffifin, 83/14) sırrı zuhur eder.

Bundan dolayıdır ki, insanlardaki duygu ve düşünceyi daima bu zemine çekip, onlara bu hakikatleri anlatmak ve onları günahlar karşısında hüşyar ve uyanık hale getirmeye çalışmak çok önemlidir. Günah ne kadar çoksa tevbe de o kadar çok olmalıdır.

Günaha karşı yapacağımız tevbelerde, en önemli unsurlardan biri de günahı kerih görmektir. Kerih görülemeyen bir günahtan, yılandan-çıyandan kaçar gibi kaçma azmi görülemez. Kaçamayınca da bir daha o günahı işlememe azmi ve cehdi ile tevbe etmek mümkün olmaz. Hâlbuki her günah, kendi derinliği, çirkefliği, iğrençliği nispetinde bir tevbe ister. Zira her günah zift dolu bir kuyuya düşmek demektir. Böyle bir kuyuya düşmek çok kolaydır ama çıkmak büyük gayret ister.

İçimizden, günahın hükmüne itiraz adına geçen her düşünce, en az o günahı işlemek kadar günahtır. Mesela, haram-helal demeden yemeye içmeye alışmış bir insanın, “Keşke kul hakkı diye bir şey olmasaydı ne güzel olurdu” şeklinde düşünmesi günahı irtikâp etmekten daha büyük bir günahtır.

Bediüzzaman Hazretleri bizi günaha karşı ikaz ederken, “Günahtan yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçınız.” der. Burada yılan ve çıyan tabirinin yerine arslan veya kaplan tabirlerinin kullanılmaması dikkat çekicidir. Zira arslan ve kaplan yiğitçe ve mertçe saldırır. Daha gelmeden ona karşı tedbir alınabilir. Fakat akrep, yılan ve çıyan öyle değildir. Onların ne zaman ve nereden saldıracakları belli olmaz. İşte günah da böyle akrep ve çıyan gibi kalleştir.

O halde, günahlara karşı daima teyakkuzda bulunmak hepimizin şiarı olmalıdır. Mesele, sevap, günah tacirliği değildir. Rabb-i Rahîm’imize karşı bir saygısızlık içine düşmüş olmanın mahcubiyetini vicdanda hissetmektir esas olan. Böyle bir hacalet duygusu ve gelebilecek günahlara karşı teyakkuz hali, Allah’a karşı vefamızın gereğidir.

Süleyman Sargın / Zaman Gazetesi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: