Günahkar olmak kaderim mi?

“Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye imtihan için ölümü de hayatı da yaratan Allah’tır.” (Mülk suresi 2. Ayet) Böyle olduğu halde niçin öldürme işini gerçekleştirene katil deniyor ya da hayır ve şerri yaratan Allah ise niye ben günahkâr oluyorum diye aklımıza değişik sorular geliyor.

Aslında şerri tercih etmek, dolayısıyla şerrin oluşmasına sebebiyet vermek şerdir. Yoksa şerri yaratmak, şer değildir. Mesela güneşin tesirini tam hissettiğimiz öğle vakti kâğıt parçası ne kadar ince de olsa yanmaz. Ama güneşle kâğıt arasına yerleştireceğimiz merceğimize uygun bir açı vererek kâğıdın yanmasına sebebiyet verebiliriz. Kâğıdı yakan aslında güneşimizdir ama yanmasına sebebiyet veren merceğimiz ve mercekle oluşturduğumuz açıdır. O zaman kâğıdın yanmasındaki sorumluluk bize aittir.

Başka bir ifade ile dil bilgisi kuralına göre cümlede bütün yük yükleme aittir. Ancak sorumluluk öznenindir. Örneğin “Ali kitabı okudu” veya “Ali kitabı yaktı” dediğimizde, mana yükü tamamı ile okumak ve yakmak fiillerindedir. Ancak sorumluluk tamamen Ali’ye aittir. Ali yani özne, irademizin yönlenmesi, yani tercihimiz hükmündeyken, fiiller Cenâb-ı Hakk’ın takdiri manasındadır. Yani takdir ve yaratma fiili Cenâb-ı Hakk’a ait iken sorumluluk tamamıyla fiili işleyene aittir.

O zaman akla şu soru da gelebilir: “Madem ben hayır ve şerrin ortasında eşit mesafede bırakıldım, neden şerri seçince sorumlu oluyorum? Kaldı ki benim seçme kabiliyetimin yani küçücük ihtiyarımın meylinin sonsuz irade karşısında bir hükmü yok. Hatta kabul edilebilecek somut bir varlığı da yok. Niçin mesul oluyorum?” diye düşünülebilir.

Doğum ânımızdan 15 yaşına gelinceye kadar nerede ve ne şekilde ölüme yakalanırsak yakalanalım dinimize göre Cennet ehlinden kabul ediliyoruz. Yani durduğumuz nokta pozitiflerle negatiflerin tam ortasında sıfır noktasında olmayıp pozitiflerin içindeyiz. Pozitiflerin içinde olmamıza rağmen bilerek ve isteyerek negatifler zincirinin içine kendimizi atıyoruz.

Başka bir ifade ile biz cami ve meyhanenin ortasında bırakılmış, direksiyonu meyhaneye doğru kilitlenmiş bir arabada değiliz. Belki cami avlusunda yüzü camiye dönük bir vaziyette bırakılmışız, isteyerek ve bilerek direksiyonu meyhaneye kırıyoruz. O zaman da mesul oluyoruz. Çünkü üstünlük sebebi olmayan iki nesneden birini tercih etmek gayet doğal iken biri diğerine üstün olan iki olgudan zayıfı tercih etmek muhaldir. Yani akla aykırıdır. Muhali tercih ise sorumluluğu getirir. Sonsuz irade ise olumsuz tercihlerimizin neticesinde şerri halk ediyor. Sorumluluğu ise biz çekiyoruz. Çünkü daha önce bahsettiğimiz gibi açıyı yanlış vererek kâğıdın yanmasına sebep oluyoruz.

Aslında hayat; yapmak isteyip de yapamadıklarımızla, yapmak istemeyip yaptıklarımız arasındaki bir denge ve dengesizlikten oluşmaktadır. Bize ait olduğunu düşündüğümüz irademizin eli, hayır ve tamirde gayet kısa, günah ve tahripte ise gayet uzundur. Onun için dua ve tevekkül ile pozitiflere yani cennet meyvelerine uzanmalıyız. Tövbe ve istiğfar ile de negatiflerden yani cehennem tohumlarından uzaklaşmalıyız. Ta ki dünya ve Ahiret saadetine vasıl olalım.

Dr Mustafa Kara / Zafer Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: