İstediğim gibi neden ibadetlerimi yapamıyorum?

İstediğim gibi neden ibadetlerimi yapamıyorum?

“İman, Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre: “Cenab-ı Hakk’ın istediği kulunun kalbine, cüz’-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” denilmiştir.” [1]

İman öyle bir tılsım bir sırdır ki, peygamber evladına nasip olmaz, belki İslam’dan habersiz diyarda yaşayan birisine nasip olur. Bir nevi nasip işi. Ama sadece nasip denilip her şey tüm neticesiyle beraber kadere verilmez. Biz ehl-i sünnet itikadımıza göre Hayr Allah’tan, şer insanın nefsinden sudur eder. Mutezile ve Cebriyenin görüşleri ise ya bütününü insana veriyor ya da bütününü Allah’a isnad ediyor. Her iki fırka da bu cihetten ehl-i sünnetten ayrılmaktadır. Akıllarınca Allah’ı kutsamak ve tenzih etmek için bunu yapmaktalar ama hata etmişler. “İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ü cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın muhkemat kal’asına gir ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!” [2]

İnsan kendi sisteminde var olan irade ve ihtiyarını kullanarak küllü bir niyet ve arzuyla İslamiyete ve hakikatlerine müteveccih olup gördüğü, okuduğu şeylerde mahza aklını kullanmak yoluna sapmadan illet ve hikmet arasındaki irtibatı nazara alarak istikamette ve ehl-i sünnette kalabilir. Bir mesele de sadece illeti veya hikmeti nazara almak. Yoksa ya Cebriye ya Mutezile’ye kayabilir. (Mezhepler hakkında yazının sonunda malumat verilecektir. Bütünlük açısından buraya girmedim.)

İnsanın irade ve ihtiyarını istimal etmesi hususu çok ehemmiyetlidir. “Dikkat edersen görürsün, çalışırsan anlarsın, cüz’-i ihtiyarını bu emre sevk edersen Allah da muvaffakıyet verir. Bulur ve bilebilirsin.” [3] Burada bir sistemin işleyiş serencamı anlatılıyor. Yani formulüze edilmiş hali. Formül belli olduktan sonra binlerce soru çözülebilir. İnsan da dikkat, çalışmak, ihtiyarını/iradesini kullanması neticesinde muvaffak olabilmektir. “Nazeninlerin mehirleri dikkattir”[4] formulünü iyi anlamak ve kullanmak gerekmektedir.

Muvaffakiyet ve “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız.” [5] Ne kadar isterseniz bunun misalini görebilirsiniz.

İnsanın imanını kuvvetlendirmek için elden gelen çabayı da sarf etmesi elzemdir. Çünkü “İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir.”[6] “iman farzdır, marifeti lâzımdır.”[7]

“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir.

Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem KALBE, hem RUHA, hem SIRRA, hem öyle LETAİFE sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.” [8] “Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; iman ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı; iman ilmidir.” [9] Bizler de imanımızı taklitten tahkike çıkartmalıyız. Ve bunun yollarını vesilelerini bulup istimal etmeliyiz. Çünkü iman düşmaları ve dinsizler, Müslümanlarında kendilerine iltihak etmesini istiyor ve bunun için ellerinden gelen çabayı sarf ediyorlar.

Neticesinde ise dinsiz değil ama dinsizcesine yani hayatında dinin yeri çok küçük bir alana hapsedilmiş insanlar karşımıza çıkıyor. Cenazede, bayramda… gibi. Dizi filmler, oyunlar ve çeşitli şeylerle adeta insana dinini yaşamaya zaman bırakmamaya çalışıyor bu dinsizlik komiteleri.

İnsanın manevi hayatının merkezi olan, “İman, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdanî hakikattır ki, tefrik kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki, tecezzi kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar. Çünkü herbir rükn-ü imanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair erkân-ı imaniyeyi isbat eder. Herbiri herbirisine gayet kuvvetli bir hüccet-i a’zam olur.[10] İnsanın imanının sağlamlığı ve tahkikliği nisbetinde “taate, suhre gibi değil, belki iştiyakla itaat edip ubudiyeti îfa eder.” [11]

Bir de “ibret, fikret, ünsiyet gibi üsare ve şiralarından vicdanda o tatlı, iman balları yapar.”[12] Burada insana düşen muhakkik olmaktır. Yani delillerle, bürhanlarla hareket etmektir. Taklit değil tahkik mesleğinde emin adımlarla yürümektir. “Muhakkikin şe’ni; gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a’makına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, her şeyin menbaını bulmaktır.”[13] Zamanın getirdiği şartlara sıkışıp kalmamak yani geniş bir ufka malik olmaya gayret etmek. Taassup ki -at gözlüğü olarak nitelendiriyorum- manilerden uzak durmak. Akıl ve mantık terazisinde yani illet ve hikmet yolunda yürümekle menbalara inmektir.

“İman, bir intisabdır. Öyle ise insan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibariyle bir kıymet alır.”[14] Madem hakikat budur, madem illet ve hikmet terazisinde, havf u reca arasında bulunarak imanımızı tahkik ve tahkim etmek tek çıkıştır. Bizler de elimizden gelen tüm çabamızla imanımızı tekmil etmek yolunda yürümek değil, ilerlemek değil, var gücümüzle koşmalıyız. Bu sayede üzerimizde inayet-i ilahi ve Tevfik-i rabbani tecelli ederek Muhibbullah makamına vasıl olabiliriz.

Şayet sıkıntı çekiyor ve psikolojik olarak da korkuyorsak doğru düşünmediğimiz, doğru yaşamadığımız ve yalnız kalmamızdan kaynaklanmaktadır. İmanımızın gereği gibi amel edemememiz ise bundan kaynaklanmaktadır. Namaz başta olmak üzere diğer ibadetlerimizdeki noksanlar ve süreksizlik de bundandır.

Doğru düşünen, yaşayan insanlarda huzur hasıl olur. Bir insanda huzurun fazla olması imanının ilmelyakin, aynelyakin ve hakkalyakin hangi mertebede ve o mertebenin neresinde olduğu ölçüdedir. Yani, huzur terakki nisbetindedir. “Herkesin kalbinde nasihatlarıyla iman cihetinde bir yasakçı..”[15]

“İşte Risale-i Nur, hem fevkalâde ihlası ve hem yalnız tevhid ve iman akidelerinin hizmetini esas meslek ittihaz ederek bir kudsiyet kazanması ve mahiyetinde bütün hakaik-i Kur’aniye ve İslâmiye mevcud bulunarak her tarafı kaplayacak bir nur-u hakikat olması dolayısıyla, rahmet-i İlahiye canibinde bu millet-i İslâmiyeyi, maddî-manevî felâket ve helâket tehlikelerinden, bir sedd-i Kur’anî ve nur-u imanî olarak muhafazaya vesile olmuştur.”[16]

  • Mezhepler; Ameli, itikadi ve siyasi olmak üzere temelde üç kategoriye ayrılır.

-Ameli: Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli

-İtikadi; Eş’ari, Maturudi ve Selefilik

-Siyasi; Şialık, Vehhabilik

Selefilik mezhebi müntesibi olmadığı için tedavülde değildir. Şimdi oratada Biz Selefiyiz diyen kimseler ise aslında mezhepsizdirler. Mezhepsizliklerini selefilik kılığında örtmeye çalışmaktadırlar.

Amelen Hanefi olanlar, itikadda Maturudidir.

Amelen Şafi, Maliki, Hanbeli olanlar itikadda Eş’aridir.

Selam ve duayla

Muhammed Numan ÖZEL

Yazarın Tüm yazıları için TIKLAYINIZ

[1] İşarat-ül İ’caz ( 42 )

[2] Lem’alar ( 78 )

[3] Barla Lahikası

[4] Muhakemat ( 84 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 58 )

[6] Lem’alar ( 127 )

[7] Sözler ( 614 )

[8] Kastamonu Lahikası ( 18 )

[9] Sözler ( 749 )

[10] Asa-yı Musa ( 55 )

[11] Mektubat ( 456 )

[12] İşarat-ül İ’caz ( 71 )

[13] Muhakemat ( 26 )

[14] Sözler ( 311 )

[15] Emirdağ Lahikası-2 ( 77 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 156 )

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: