Kuran’dan Sekiz Şey Öğrendim

Kur’ân, kendi ifadesiyle insanları irşad ve doğru yolu göstermek için inmiştir. Bu yönüyle müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm’i hem ibadet, hem de hayat rehberi olarak kabul etmişlerdir. Kur’ân’ın gerçek mesajını en iyi kavrayan simalardan biri de meşhur sûfi Hâtim el-Esam’dır.(1)  Hicri III asırda yaşayan bu gönül sultanı, şakik el-Belhi’nin talebesidir.(2)   Hatim el-Esam ile, hocası şakik el Belhî aralarında şöyle bir konuşma geçer:

Şakik: Kaç yıldır benden ders alıyorsun?

Hatim: 33 yıldan bu yana

Şakîk: 33 yılda ne öğrendin?

Hatim : “Ancak sekiz mesele öğrenebildim”

Şakik  :“Fe Subanallah! Seninle 33 yıl beraber olduk, demek ki ancak sekiz mesele öğretebildim! Yazık bana. Fazla faydalı olamamışım! O halde öğrendiğin sekiz mesele nedir?” Bunun üzerine Hâtim el-Esam hocasına şunları sayar

BİRİNCİSİ: İnsanlara baktım ki, her birisinin bir sevdiği var. O sevdiği ile hayatını sürdürüp gidiyor. Ölümü hiç aklına getirmiyor. Fakat kabre varınca sevdiğinden ayrılıyor. Bu hali görünce Kur’ân’ı Kerîm’deki “Sizin kendinizden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz” (Cuma, 62/8) ayeti ile, Hz Peygamber’in şu hadisini hatırladım “Ölüyü kabre kadar üç şey takip eder; ikisi döner biri kalır. Yakınları ve malı döner, ameli ile baş başa kalır.” (Buhârî, Rikâk, 42) Bunun üzerine ben de salih amelimi kendime sevgili yaptım ki kabre girdiğimde benden ayrılmasın!

 İKİNCİSİ: Nâziat suresinin 39 ve 40. ayetlerini düşündüm. Burada Allah Tealâ: “Her kim Rabbinin makamından korkup nefsini heva ve şehavetten alıkoymuşsa işte cennet onun varacağı yerdir.” buyuruyor. Bu ayeti öğrenince nefsimle mücadele edip onun dizginlerini elime aldım, nefsimi itaat ta daim eyledim.

ÜÇÜNCÜSÜ: İnsanlara baktım. Gördüm ki devamlı dünya için çalışıp çırpınıyorlar. Ne kazanırlarsa onu biriktiriyorlar. Oysa ki Cenab-ı Hak: “Sizin yanınızdaki dünya nimetleri tükenir, Allah katındaki rahmet hazinesi ise bâkidir” buyurmaktadır. (Nahl,16/96.) Bu ayeti hatırladım ve senelerdir kazanıp, biriktirmiş olduğum şeyleri Allah rızası için tasadduk ettim ve ahiret azığı olsun diye Allah’a emanet eyledim.

DÖRDÜNCÜSÜ: İnsanlara baktım, üstünlüğü soyda, sopta, zenginlikte, makam ve mevkide zannediyorlar. Ben ise Allah’ın: “Biliniz ki, Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır” (el-Hucurat, 49/13 ) Kavli kerimine baktım ve takvaya sarıldım. Ta ki Allah yanında mükerrem olayım.

BEŞİNCİSİ: şu insanlara baktım, mal ve şöhret sebebiyle birbirlerine haset ve buğz ediyorlar. O zaman yine Allah’ın kelamına müracaat ettim; “Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz taksim ettik” (ez-Zuhruf, 43/32 ) âyetini düşündüm, benim hakkımda irade buyurmuş olduğu taksimata razı oldum. Herkesle iyi geçindim. Hiç kimseye haset ve düşmanlık etmedim.

ALTINCISI: İnsanlara baktım birbirlerine düşmanlık ve kötülük etmekte sanki yarışıyorlar. Hakikatte düşmanıma baktığımda onun da şeytan olduğunu düşündüm. Cenab-ı Hakkın “şeytan sizin (ezeli) bir düşmanınızdır. Onun için siz de kendisini bir düşman kabul ediniz” (el-Fatır, 35/6) fermanına baktım, ona düşman oldum ve insanların hepsini Allah için sevmeye başladım.

YEDİNCİSİ: Baktım ki bütün insanlar dünyevi ihtiyaçları için çalışıyorlar. Bunun için nefislerini dahi zillete düşürüyorlar, hatta haram ve şüpheli şeylere bile giriyorlar. Bunun üzerine şu ayete baktım: “Yeryüzünde ne kadar yürüyen canlı varsa hepsinin rızkı ancak Allah’a aittir.” (el-Hud, 11/6) Böylece kendimi de o canlılar arasında bir canlı olarak hesap ettim ve ömrümü Rabbimin taatında geçirmeye koyuldum.

SEKİZİNCİSİ: Gördüm ki insanların kimi malına, kimi mülküne, kimi sanatına, kimi gençliğine… Güvenip dayanıyor. Böylece bütün insanlar mahlûkata güvenmiş oluyorlar. Oysa Cenab-ı Hakkın: “Kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona kâfidir” (et-Talak, 65/3) ayetini hatırladım ve yalnız Allah’a güvenip O’na dayandım.

            Bütün bunları can kulağıyla dinleyen hocası şakik el-Belhî:

– “Ey Hâtim! Gönlümü hoş ettin. Kur’ân’dan pek güzel istifade etmişsin. Bu saydığın şeyler üzere amel edersen iki cihanda mutluluk senindir. Ben dahi bunlara amel edersem ancak kurtulabilirim. Seni tebrik ederim beni de irşâd ettin. Rabbimden tüm talebelerimin böyle yetişmesini niyaz ederim. Allah sana hayırlı ve uzun ömür versin, gönlün muhabbet ve sürûrla dolsun

Dipnotlar: 1) Bu makale, Muhammed Haccâr’ın “Semîr’l-Mû’minîn” adlı eserinden (s.296.298) istifade ile hazırlanmıştır. 2) Hâtim el Esam el Belhî (v.237) Afganistan’ın kuzeyindeki bir şehir olan Belh’te doğmuştur Meşhur mutasavvıf Horasanlı şakik el Belhi’nin (v.153) talebisidir. Bkz. İbn Hallikân, “Güneş’in doğduğu yer, doğu bölgesi” manasında bir isimdir. Horasan’ın tasavvuf tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Meselâ H.II. yüzyıldan itibaren “Zühhâd” adı verilen şakik el-Belhi, (v.153) İbrahim b.Edhem, (v161) Fudayl b. İyaz (v187) Bişr el Hâfi, (v.227) Hâtim el-Essam (v.237) ve Ahmed b.Harb gibi meşhur sûfiler buralarda yaşamışlardır.

Nakleden: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin