Öyle Olmasaydı Böyle Olur Muydu?

Devrilen bir otobüs, otobüsün yanında kanlı bir ceset, cesedin etrafında kalabalık bir topluluk… Ve konuşmalar…

Biri “Binme şu otobüse dedim, dinlemedi. Sözümü tutsa şimdi hayatta olacaktı.” diyor.

Diğeri ilâve ediyor: “Bütün suç şoförde.”

Farklı yorumlar: “Şoförün ne suçu var kardeş. Kaderinde bugün ölmek varmış. Otobüse binmese başka yerde, fakat aynı saatte yine ölecekti.”

Yükselen itirazlar: “Olmaz öyle şey! Ne demek kaderinde varmış? Şoförün sarhoş bir halde yola çıkıp, direksiyon başında sızmasına ne demeli?”

Ve uzayıp giden tartışmalar…

Bu tür sözlerin söylenmesi için ille de büyük bir kaza olması da gerekmiyor. Hemen her yerde, her konuda “şöyle olmasa böyle olmazdı” veya “şu olsa bu olurdu” türünden konuşmalara şahit olmak mümkün.

Uluorta yapılan her yorum, kaderin ince bir meselesine temas ediyor. Nerede İslâmî ölçülere aykırı bir fikir varsa, orada, ya bâtıl bir mezhebin veya çürük bir felsefenin kokusu vardır. Şuurla veya şuursuzca yapılan hemen her yorum, bir fikir sisteminin uzantısı. Şimdi yukarıdaki olayı ve konuşmaları değerlendirelim.

Otobüs devrilmeseydi adam ölür müydü? Şoförün kabahati var mı? Bu olay için “kader” hükmünü verebilir miyiz?

Mutezile, “otobüse binmese veya kaza olmasa adam ölmezdi” diyor. Bunlar, “kul fiilini yaratır” diyen, kaderi reddeden ve sebeplere hakikî tesir veren bir anlayışa sahip. Cebriye ise, “otobüse binmeseydi veya otobüs devrilmeseydi bile, adam başka bir yerde, başka bir sebeple aynı saatte yine ölecekti” hükmünü veriyor. Bu anlayışa göre otobüsün kaderi ayrı, adamınki ayrıdır; insanın irâdesi yoktur, o denizde yüzen bir ceviz kabuğu gibidir. Bu durumda şoförün suçlu olduğundan söz edilemez elbet. Bilindiği gibi. Mutezile ve Cebriye, yanlış fikirleriyle İslâmiyet dairesinden çıkan iki bâtıl mezhebin adlarıdır.

Hak mezhep âlimleri ise derler ki, “Geçmişte kalan olaylara ve musibetlere kader nazarıyla bakılabilir. Allah, otobüsle ölüm olayını önceden biliyordu, bilmeyen bizdik, vukuundan sonra biz de öğrenmiş olduk. Gelecekteki olayları bilmiyoruz, kaderim böyleymiş deyip tembellik ve tedbirsizlik edemeyiz.” Sözgelişi, bir fakir, geçmişe bakarak, “kaderimde fakirlik varmış,” diyebilir, ama gelecek hakkında, “fakir olmak istikbâlde de benim ka- derimdir, ne yapsam nafile” deyip de yatamaz. Bu misâlden de anlaşılacağı üzere, biz otobüs ve kaza olayına “kader” diyebiliriz. Şoför meselesine gelince, o sarhoşken araba kullandığı ve kazaya sebep olduğu için elbette suçludur. Mâlûm kazanın kaderde yer alması onu kurtaramaz. Bu hususu da önce genişçe açıkladığımızdan sözü kısa kesiyoruz.

Gelelim asıl soruya: Otobüs devrilmeseydi adam ölür müydü? Bu hususta âlimlerimizin cevabı gayet kısa ve nettir:

“Bilemeyiz!”

Bazan bilememek en büyük ilim oluyor, burada da öyle. Çünkü sebep ile sonucun kaderi tektir, ayrı ayrı değildir. Kaderde biri diğerine ayrılmaz şart olmuştur. Burada otobüs kazası sebep, adamın ölümü ise sonuçtur. Bu hususta kaderin hükmü, “Adam otobüsün devrilmesiyle ölecek” şeklindedir. Otobüsün devrilmediğini farzedersek, öleceğine veya ölmeyeceğine ne ile hükmedeceğiz? Sebebi yok sayarsak, bu meselede kaderin hükümsüzlüğünü varsayıyoruz ki, o zaman biz neye dayanarak ölürdü veya ölmezdi diyeceğiz? Allah, aynı gün ve saatte başka bir sebep yaratıp adamı öldürebilir veya tersine öldürmeyebilir, bu O’nun sonsuz ilmine kalmış bir husustur.

Zafer Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: