Tek Kanun, Tek Hâkim

Bir memlekette düzen ve nizamın varlığı, her türlü iş ve işlemin bir kanun çerçevesinde yürütüldüğünü gösterir.

Kanun ise hâkimsiz olmaz.

Az gören, çok gören, ağlayan, çapak tutan, normal gören her gözün tâbi olduğu kanun aynıdır. Güneş hangi kanuna tabi ise, sineğin kanadı da aynı kanuna tâbidir.

Şu muhteşem varlık âleminde, gerek âfâkta (ufuk kelimesinin çoğulu olup gözün görebildiği en son çizgi, kıyı, kenar, insanın dışında kalan tüm âlem), gerek enfüste (insanın kendi benliği anlamına gelen “nefs” veya “nefis” kelimesinin çoğulu “nefisler”demek olup, insanın kendi içinde, özünde anlamına gelmektedir) cereyan eden bütün kanunların bir Hâkim-i Ezelîsi vardır ve O birdir.

Birden fazla olsaydı, düzen alt üst olurdu. Söz gelimi, gecenin bir hâkimi, gündüzün başka bir hâkimi olması durumunda, aralarında büyük bir anlaşmazlık ve niza çıkacaktı.

“Resûlüm! (De ki: faraza müşriklerin iddia ettikleri gibi Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, o takdirde) o ilâhlar (Arş’ın sahibine) mutlak mânâda her şeyin sahibi ve Rabbi olan kâinatın Yararatıcısına (elbette) galip gelmek, onun hâkimiyetini kendisinden almak için (bir yol ararlardı.) Olanca kuvvetleri ile böyle bir yol elde etmeğe çalışırlardı.Nitekim dünya hüküdarları arasında bu ihtiras cereyan etmektedir. Allah’ın şânı ise bu gibi taarruzlara maruz kalmaktan uzaktır, yücedir.” (1)

Bu ve benzeri âyet-i kerîmelerde tevhîdin güçlü delilleri ortaya konulmaktadır. Kelam ilminin en önemli kurallarını da nazara vermektedir:

1.Birden çok ilâh olsaydı, aralarında anlaşmazlık çıkar, düzen ve intizam bozulurdu.

2.Farz  edelim ki, biri baş ilâh, diğerleri onun yetki verdiği bir takım ilâhlar olsaydı, aralarında rekabete dayalı bir yarış başlar ve kendi güçlerini/yetkilerini kullanarak hâkimiyetlerini kurmak isterlerdi. Görünen o ki, bu âlemdeki işleyiş ve düzen en mükemmel şekilde işlemektedir. Aksi durumda bir papatya çiçeği bile yetişmezdi.

2.Bu âlemde iki ilâhın olması durumunda, hâkimiyet yarışında ya başarılı olur veya olamazlardı. Emir ve kumandayı ellerine geçirmeleri halinde, hâkimiyet sınırlı kalır, geçirmemeleri hâlinde ise, her iki ilâh da âciz, güçsüz duruma düşmüş olurlardı. Böyle bir âcizlik veya otorite paylaşımı Allah’ın şânına aykırıdır. Biri yaratmak, diğeri yaratmamak gibi bir irade sergilese, ikisinin de dediği olmaz. İki zıddın (varlık-yokluk) birleşmesi gerekir. Bu ise imkânsızdır. Biri başarılı, diğeri başarısız konuma düşer. Her ikisinin de sözü geçerli olmazsa, yaratıcılık vasfını kaybetmiş olurlar.

Halbuki; “Görünmeyen ve görünen, gizli ve âşikâr her şeyi bilen Allah, onların iddia ettikleri şeriklerden (ortaklardan) münezzehtir.”(2)

Kâinatın yaratıcısı birdir, her türlü ortak ve ortaklıktan müberrâdır.

Demek bir memlekette iki hâkim olamaz. Tek elden çıkacak kanunla tek elden yönetim ve hüküm sahibi bir tek Zât olabilir.

Yaratılış kanunlarını koyan ve uygulayan bir olduğu gibi; mükelleflerin fiillerine bakan kanunları koyan da birdir. Çünkü kâinattaki fıtrî kanunların etki alanı insana bakar. Bu durumda insanın söz, eylem ve davranışları da O Zât tarafından düzenlenmelidir ki, şirk olmasın. Hırsızlık yapan, cinayet işleyen, ırza tecâvüz eden ve benzeri haksızlık ve zulümleri işleyenlerin cezalandırılması için bir kanuna ihtiyaç vardır. Böyle bir kanun, ya insan eliyle yapılacak, ya da Allah tarafından tanzim edilecektir. İnsan eliyle düzenlenmesi şirktir. Çünkü teşrî’ (kanun yapma) hakkı yalnız yaratıcıya aittir.

Günümüzde olduğu gibi, insanlığın idaresi, kendisi gibi âciz bir beşere tevdi edilse, güçlüler zayıfları ezer, fitne/kargaşa/haksızlık/keşmekeşlik baş gösterir, sosyal hayat bozguna uğrar, insanlığın barış ve düzeni bozulur. En sonunda da bu âlemin tek sahibi ve otoritesi kıyâmeti başlarına koparmak suretiyle haşir meydanlarını açar, büyük mahkemeye sevk eder.

En mükemmel bir biçimde insanı yaratıp Rabbânî/fıtrî bir kanunla cismimizi idare eden, ona şekil ve düzen veren kim ise, Ümmet-i Muhammediyeyi ahkâm-ı İlâhiyye ile idare eden de O’dur.

Gece ve gündüzü birbirinden ayırt eden kanun  hangisi ise, zâlim ile mazlûmun arasını fasleden (ayıran) de aynı kanundur.

Demek kâinatın yaratılış, tedbir ve idaresiyle alakalı tekvînî hüküm ve kararlar kimin ise, cin ve insanların hayatlarını/yaşama biçimlerini düzenleyen karar ve hükümler de O’nundur. Uyup uymama tercihi ve sonucu insana aittir.

Yani, fıtrî kanunları koyan kim ise, teklîfî kanunları koyan da O’dur.

“Yaratma, kanun koyup o kanunlarla âlemi ve insanları idare etme yetkisi yalnız ve yalnız Allah’a aittir.”(3)

Şu kâinatın sahip ve mutasarrıfı insanı kendine muhatap kabul edip onunla konuşuyor.

Şu büyük kâinat kitabının ezelî tercümesi olan Kur’ân-ı Azîmüşşân ile konuşuyor.

Bir de, tecessüm etmiş Kur’ân olan kâinatın kelimeleri ile konuşuyor.

Bu her iki kitabın anlamını ve tercümesini bildirmek üzere, tercüman sıfatıyla peygamberler gönderiyor. İnsanları sınava tabi tutuyor.

İşte burada yaşanılan hayat, gayb perdesi arkasında ebedî bir hayatın varlığını göstermektedir.

İnsan ise, tek Hâkim’in koyduğu kanuna göre sorgulanacak, haşir ve neşri bu kriterlere göre gerçekleştirilecektir. Rabbim yardımcımız olsun.

İsmail Aksoy

www.NurNet.org

Dipnotlar:

1. İsrâ, 42

2. Mü’minûn sûresi, 92

3. A’râf, 54

Sende yorum yazabilirsin