Ümitvar Olunuz..!
Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor.
Manevî temelleri sarsılan garb cem’iyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor.
Bu müdhiş sâri illete karşı, İslâm cem’iyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak?
Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi?
Yoksa İslâm cem’iyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı?
Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum.
İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz.
Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaîmi teksif etmiş bulunuyorum.
***
Evet.. Bediüzzaman hazretleri ahirzaman fitnesinin dehşetini, veciz bir ifadeyle özetliyordu.
Nitekim yaşadığımız yeryüzü coğrafyasında, her gün şahitlik ettiğimiz vukua gelen veya gelmeye hazırlanan nice hadisat, bize inkâr edilemeyen şöyle bir hakikatı gören gözlere göstermiştir;
Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, her şeyi kendi hesabına almaktadır..
Bu menfi ve zararlı akımlar bütün mesailerini, Maddî ve manevî şerlerini, insanlığın aklına, kalbine ve ruhuna, siyasî diplomatların medya diliyle sihirbaz misali zehirli üflemekle harcamaktadırlar.
Mukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli plânlarını telkin etmekle bin senelik medeniyet terakkiyat ve kazanımlarını, vahşiyane mahvedecek şerlerin vücuda gelmesi için bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar vermek suretiyle ciddi bir hazırlık içinde olduklarını müşahede ediyoruz.
Âdem zamanından beri Vakit vakit tehacümlerine, taarruzlarına maruz kalan mazlum insanlık, bu menhus hainlerin zulmünden ne zaman âzade kalacak.
Zira bu mülhid, hak ve hukuk tanımaz mütecavizler, haddini tecavüz etmeye başladılar.
Artık tecavüzün bu derecesi fazladır.
Ahlâksızlık çirkefinin bir tufan halinde her istikamete taşıp uzanarak her fazileti boğmaya koyulduğu kara günlerde, ilahi nurun bir cilvesi olan imanın, bir sır gibi kalbden kalbe, mukavemeti imkânsız bir hamle halinde intikal eder görmekle teselli buluyoruz…
Gecelerimiz çok karardı ve çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.
Bu itibarla muazzam bir bârika-i hakikatın zuhuru yaklaştığı iman ve itikadı, bizi teselli ediyor.
Ne zaman ki, tahribat ve istibdad haddini aştı, uçurum kendini gösteriyor.
“Büyük felâketler, güler yüzlü intibahlar doğurur” derler ki, pek musîb ve isabetli bir söz.
Ne zaman ki Avrupa kâfir zalimleri ve Asya münafıkları, zulmü ve istibdadı artırdı, mazlum milletler maddi ve manevi istiklalini kazanıyor.
Şu asırda dinsizlik ve tahribat fazlalaştı.
İnşâallah mazlum ve masum ehl-i imanın yüzü gülecek.
Parlak bir hakikat güneşi tulû’ edecek.
Büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir.
Meselâ: Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.
***
Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.
Allah ise, vaat ettiği üzere -muhakkak- nurunu tamamlamak (tamamen parlatmak) istiyor..
Fakat her şeyin bir bedeli ve karşılığı vardır elbet..
Bunun için de; bütün fenalıkları, günahları, ahlâksızlığı, rezaleti, fesad ve fitneyi imha edecek ilahi nura sarılmakla, sultanlığımız olan kulluğumuzu hatırlamak gerek..
Sefahetlerle ve dinde lâübaliliklerle, bütün efkâr-ı fasideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı uyanık olmak ve uzak durmaya çalışmak gerek..
Hülasa; doğru İslamiyet’i öğrenmekle, İslamiyet’e layık doğruluğu yaşamak adına; İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terketmektir.
Ve bilhâssa namazı ta’dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.
Zira en büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.
***
Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk.
Şimdi ise milletimizin birlik ve beraberliği ve ülkemizdeki demokratik atılımlar ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız.
Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu’cize-i Peygamberî ile, kalben ve lisanen ve bedenen yapacağımız ibadetler ile bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine(medenileşmiş ülkeler) ile omuz omuza müsabaka edeceğiz.
Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler.
Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi medeniyet harikalarına bineceğiz, geçeceğiz.
Belki câmi’-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz.
Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.
Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!
***
Son söz:
Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür.
Mülkü sahibine teslim et, ona bırak.. cefasını değil, safasını çek.
O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir.
Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.
Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Vesselam
Hasan TAYFUR