Üstadımız Ve Saff-I Evvel Ağabeylerin Anlattıkları
Harbi umumi’de,Rusyanın şarki şimalisinden, çok uzak olan kosturma vilayetinde bulunuyordum. Oradaki arkadaşlarım olan esir zabitlar içinde sıkılıyordum. Yalınızlık istedim; dışarıda yalınız gezemiyordum. Tatar mahallesi, beni o Volga nehrindeki küçük camiye aldılar. Ben yalınız olarak camide yatıyordum. Bahar da yakın. O şimal kıt’asının pek çok uzun gecelerinde çok uyanık kalıyordum. O karanlıklı gecelerde ve karanlıklı gurbette. Volga nehrinin haz”in şırıltıları ve yağmurun rikkatli şıpırtıları ve rüzgarın firkatli esmesi, beni gaflet uykusundan muvakkaten uyandırdı. Gerçı kendimi daha ihtiyar bilmiyordum. Fakat harbi umumiyi güren ihtiyardır. Göya “Yevme yec’alül vildane şiba.” Sırrına mazhar olarak, öyle günlerdir ki; çocukları ihtiyarlandırdığı cıhetle, kırk yaşında iken kendimi seksen yaşında bir vaziyette buldum. O karanlıklı nazik gece ve nazin gurbet ve nazin vaziyeti içinde hayattan ve vatandan bir meyusiyet geldi. Aczıma ve yalınızlığıma baktım umudum kesildi. O halette iken, Kur’an’ı hakȋm’den imdad geldi, dedim “Hasbunallahu ve ni’mel vekil.” Kalbimde ağlayarak dedi: “Garibem bi kesen natuvanem el’eman cuyem afvu cuyem meded havahem zidergahet İlahi.”
Ruhum dahi vatanımdaki eski dostları düşünüp o gurbette vatanımı tahayyül ederek Niyazi mısri gibi dedim:
Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp,
Şevk ile herdem uçup çağırırım dost dost! Diye, dostları arıyordum her ne ise…O hüzünlü, rikkatli, firkatli uzun gurbet gecesinde, dergahi İlahide za’fu aczım o kadar büyük birşefaatçi oldu ve vesile oldu ki, şimdi de hayretteyim. Çünkü bir kaç gün sonra hilafi me’mul bir surette, yayan gidilse bir senelik mesafede tek başımla Rusça bilmediğim halde firar ettim. Zatu aczıme binaen gelen inayeti İlahiye ile harika bir surette kurtuldum pek harika olmuştu. Rusça bilen en cesur ve en kurnaz adamların muvaffak olmadıkları. Çok teshilat ve çok kolaylıkla o uzun firari seyahati bitirdim. (Yalınız bazı talebelerine anlattıği Bunuda anlatayım Üsdad kaldığı kavuşa ara sıra beyaz elbiseli biri geliyormuş, bir gün Üstad o zatın yanına yaklaşıp demiş beni buradan çıkarabilirmisin? O zat çıkarırım. Bir gün gel benim elbisemi sana giydireyim ve seni kimse görmeden çıkarsın. Bir gün öyle yapıp çıkmış. Orman içinde yol yok yalınız can cin yok. Yürürken bir ineğe rastlar, ineğin kuyruğundan tutup gah gah yürürken bir eve gelir, inek o eve girir. meğer o evde Abdülkadir Geylani oturuyormuş. Üstada demiş senin karnin açtır ineği sağıp senin karnını doyurayım. Ve ineği sağip Üstadın karnını doyormuş. ve Üstadı uğurlarken 4 şey tavsiye etmiş bunları yaparsen hiç korkma rahat gidersin.) Fakat o volga nehrinin kenarında ki mezkur gecenin vaziyeti bana bu kararı vermiş ki; bakiyeyi ömrümü mağaralarda geçireceğim. Bu insanların hayati içtimaiyelerine karışmamak artık yeter. Madem sonunda yalınız kabre gireceğim; yalınızlığa alışmak için, şimdiden yalınızlığı ihtiyar edeceğim demiştim. Fakat maatteessüf istanbuldaki ciddi ve çok ahbap ve İstanbul’un şaşaalı hayatı dünyeviyesi, hususan haddımdan çok fazla bana teveccüh edip şunu şeref gibi neticesiz şeyler, o kararımı muvakkaten bana unutturdular. Göya o gurbet gecesi gözümün nursuz beyazı idi ki ileriyi güremezdi, yine yattı.. Ta iki sene sonra sonra Gavsul Geylani Futuhul’gaub kitabıyla tekrar gözümü açtırdı” (L: 234) Üstad o senelerde bir ışık görüyorum o elemlerimi unutturacak inşaallah” diyerek tebessüm eyledi . Bediüzzaman Nurun hadimidir eğer dünyayı istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri, zekat ve sadakaları ve bu teberru ve terekeleri alsaydı, bu gün bir milyoner olurdu. Faka o tıpki cenabı Ömer’in (R.A.) dediği gibi: Sırtıma fazla yük alırsam, nefsi natıka-i kӑinatın kalbi ve Allahın Habibi Muhammed-i Arabi Aleyhissalatu vesselama ve yӑrȃnı olan kȃmil vȃsıllara yetişemem ve yarı yolda kalırım dıyerek mal mülkten korunuyordu. Bütün eşya ve eflȃkı senin için yarattım Habibin fermanına, Bende senin için onların hepsini terkettim” diye verilen cevab-ı Hazret-i Risaletpenahi’ ittiba ve imtisalen, oda dünya ve mafihayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hatta terki terk ederek. Bütün hizmet ve himmetini ve şu ümrü nazeninini envȃr-ı Kur’aniyenin istişarına sarf ve hasretmiştir. İşte bunun için, şimdi çektiği bütün zahmetler rahmet, yaptığı hizmetler hikmet olmuş. Celali yüzünden cemalini gösterip, ȃlerh; bir gülzarı kemal bulmuştur.
“Lütf u kahrı şey-i vahid bilmeyen çekti azab,
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi.”
Niyaz-i Mısrȋ diyen butercüman, her şeyi hoş görerek, katreyi umman, ȃdemi insan ve nurunu ȃleme sultan eylemiştir.
Ȃb-ı rȗy-i Habibi Ekrem için,
Kerbelȃ’da revan olan dem için,
Şeb-i firkatte ağlayan göz için,
Rȃ-ı aşkında sürünen yüz için.
Risale-i Nur’a Üstada ve İslama zafer ver Ya Rabbȋ!..Ȃmin!
Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necm-i istibali sönsün. İzzet ve ikbali şan ü şerefi aksine dönsün. Sen sönmez ve ölmez bir nursun.
Boyun bȃlȃ gözün şehlȃ güren mecnun seni leyla,
Sözün ferşte, gözün arş’ta, günül meftun sana cȃnȃ,
Nikabın nur, nigȃhın nur, kitabın nur senin ey nur,
Bağın Nursȋ huyun munis, özün idris ferd-i yekta,
Açılmış gül, öter bülbül, yüzünde var zarif bir tül.
Yazılmış üstüne nurdan ” Kabi kavseyni ev edna.”
Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necmi istibali sönsün. İzzet ve istikbali şan ü şerefi aksine dönsün. Sen sönmez ve ölmez bir nursun.
Sana cȃnın feda etmezmi senden hem görenler hak,
Sözün hak hem özün hak, hem mesleğin hak, hem makamın kȃ’be-tül Ulya.
“Yuridune li yutfiu Nurallahi bi efvahihim Vallahu mutimmu nurihi velev kerihel kafirun.”
Vallah, ezelden bunu ben eyledim ezber,
Risale-i Nur’dur vallahi o müceddid-ȋ ekber,
Ben ben diye, yazdımsa da sesin yine ol ben,
Hiçten ne çıkar, hem bana benlik yine senden,
Hem “Risale-i Nurun mesleği tarikat değil, hakikattır, Sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman tarikat zamanı değil, iman kurtarma zamanidir.” Risale-i Nur bu hizmeti, Lillahilhamd en müşkül ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazreti Ali ve Hasan ve Hüseynin (R.H.) ve Gavsi A’zamın (K.S.) ihbaratı gaybiyeleri ile şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünkü Hazreti Ali üç kerameti gaybiyesi ile, Risale-i Nurdan haber verdiği gibi, Gavs-ı A’zam (K.S.) kuvvetli bir surette Risale-i Nurdan haber verip tercümanını teşci’a etmiş. Bu mahrem dört risale, Kerameti Aleviye ve Gavsiyeye ait dört risale inşȃallah bir vakit size gönderebilir. Mahkeme-i ehli vukuf onlara itiraz edememiş. Yalınız “Bu yazılmamalı idi” diye küçük bir tenkit etmişler. Bendecevap verdim, onlar sustular. Zaten üveysi bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı A’zamdan (K.S.) aldım ve Zeynelȃbidȋn (R.A.) ve Hasan Hüseyin (R.A.) vasıtasıyla İmamı Aliden (R.A.) almışım. Onun için, hizmet ettiğim daire onların dairesidir.
Elhamdülil-lahi haza min fadli Rabbi.
Kevkebi muhakkikȋnde müminlere atȃ-yı Sübhan’dır bu,
Vahdet-i mevcud ve rȃhinin semasında kehkeşandır bu,
İlmü marifet bahrinde dürr-i yekta-yı mercandır bu,
İlm ü hakikatta şu’ledar mȃhitab-ı ahırzamandır bu. (E: 100)
“Ya Rabbȋ ve ya Rabbessemavat-ı vel eradȋn! Ya Haliki ve Haliki ve Haliki Külli Şey! Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve hikmetinin ve hakimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle ve matlubumu bana musahhar kıl! Kur’ana ve imana hizmet için insanların kalplerini Risale-i Nura musahhar yap! Ve bana ve ihvanıma, imanı kȃmil ve hüsnü hatime ver. Hazreti Musa Aleyhisselama denizi ve Hazreti İbrahima (A.M.) ateşi ve Hazreti Davud Aleyhisselama dağı ve demiri ve hazreti Süleyman Aleyhisselama cinni ve insi ve Hazreti Muhammed Aleyhisselatu vesselama Şems ve Kameri teshir ettiğin gibi, Risale-i Nura kalpleri ve akılları musahhar kıl.. ve beni ve Risale-i Nur talebelerini nefis ve şeytan şerrinden ve kabir azabından ve cehennem ateşinden muhafaza eyle ve kıl! Ȃmȋn, ȃmȋn, ȃmȋn!..”(Ş:59.)
“Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derdi maişet meşgalesi hengamı ve şuhuru selasenin çok sevaplı ibadet vaktı ve zemin yüzünde ve zemin yüzündeki fırtınaların silahla değil, diplomatikla çarpışmalaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nurun hizmeti zararına bir atalet bir fütur ve bir tevakkuf başlar.
Aziz kardeşlerim, siz kat’i biliniz ki. Risale-i nurun ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rȗy-i zeminde ki bütün muazzam meselerden daha büyüktür. Onun için dünyevi merak-aver meselelere bakıp, vazife-i bakiyenize fütur getirmeyiniz. Meyvenin dördüncü mesesini çok defa okuyunuz, kuvve-i mayeviyeniz kırılmasın.
Evet ehli dünyanın bütün kuvvetli mes’eleleri fani hayatta zalimane olan düsturu cidal dairesinde gaddarane, merhametsiz ve mukaddesati diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle kader-i İlahi onların o cihetleri içinde, onlara bir manevi cehennem veriyor. Risale-i Nurun ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fani hayata bedel, baki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyenin perestişkarlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu iki kere iki dört eder derecesinde kat’ȋ ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikatı göstermişiz.
Elhasıl: Ehl-i dalalet muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler ölüme karşı Nur-u kur’an ile cidaldayız onların en büyük meseleri muvakkat olduğu için, bizim mes’elemizin en küçüğüne-bekaya baktığı için, mukabil gelemiyor. Madem onlar mes’elemizin en küçüğüne bekaya baktığı için mukabil gelemiyor. Madem onlar divanelikleri ile bizim muazzam mes’elerimize tenezzül edip karışmıyorlar, biz neden kudsȋ vazifemizin zararına onların küçük mes’elerini merak edip takip ediyoruz.” (E: 44.)
Kardeşlerle paylaşan: Abdülkadir HAKTANIR