Bilim, Rabbimiz’i niçin “sebep” ve “neden”, “fail” ve “açıklama” olarak kabul etmez; hatta reddeder? (1)

Bedî’üzzaman Said Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî B/ilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bu haftaki yazımızda; kitap çalışmamızın ana konu ve temel tezi olarak savunduğumuz: “Bilimsel Bilim’in terkedilip, yerine ‘İslâmî B/ilim’e geçilmesi” önerimizin temel nedeninden bahsedip; buradan “Bilimsellik” paradigması yerine “İslâmî” paradigmaya geçmekten ne kasdettiğimizi ve bunun getirdiği avantajları göstermeye çalışacağız.

Evin üzerine oturduğu temel ve diğer katlarını görmeyen birine, çatının nasıl “havada durduğu” ve varlık nedenini izah edememiz gibi; biz de “İslâmî B/ilim” kavramının anlaşılmasında aynı güçlükleri yaşamamak için bir merdiven kurmalı ve o basamaklardan çıkmalıyız. Edebî literatürde “önsöz, önaçıklama, giriş, girizgâh, başlangıç” ismi de verebileceğimiz bu tür yazılara eskiler “mukaddime” derlermiş. Ayak atılıp, çıkılması gereken bazı basamak ve kademelerden bahsediyoruz yani.

Ama şimdiden uyarayım; merdivenin basamaklarından çıkarken ilk katta göreceğimiz şey: “Bilim ve bilimsellikin ateizm ve materyalizme alet edilmediği; bilâkis ateizm ve materyalizm, natüralizm ve determinizmin ta kendisi olduğu olacak!

Fakat bu kata çıkmadan önce merdivenimizin sağlamlığını test etmemiz gerekiyor ki; çıkalım derken, merdivenin parçalanmasıyla daha aşağılara düşmeyelim! Neyden bahsediyorum? Merdivenin hammaddesi olan, sağlamlık ve şeklini oluşturan “kelimeler” ve “mantık”tan bahsediyorum.

yazilarÇünkü “kelime ve dil” ve üzerine temellendiği “mantık”; insanın “hakikât”e dokunma ve temasında, onu tedris ve tevarüs ve içselleştirmesinde başlangıç noktası. “Merak ve soruları” da bu hakikâti arama ve keşifte, tek imkân ve çıkış noktası; yani neyi – nerede – nasıl arayacağını belirleyen gözlem ve av malzemesi olmaktadır. Bu sebepten; kuracağımız merdiven, cümle ve basamaklar arası neden – sonuç örgüsü ve kurduğumuz ağda; bazı tekrar ve vurgular gereksiz değil, bilâkis ehemmiyetli. Yani burada bazı tekrarlardan maksad; bilgi vermek değil, hatırlatmaktır.

Çünkü zihninin bir yerlerinde kayıtlı ama hatırlamak ve kullanmak için bir sebep görmediği bir bilgiyi “bilen” birisi ile o bilgiyi “bilmeyen”, cahil birisi arasında temelde bir fark yoktur. Çünkü birinci kişi bilgisini iteleyip – unutarak, bilmiyormuş gibi yapıyor; diğer kişi ise zaten bilmediği için zihnine getirmiyor! Sonuçta bu bilgi ikisinin de bilincinde (yani içlerindeki bilgisayar ekranı ve RAM’lerinde) değil; davranışlarına da yansıyan birşey yok! Böyle bir bilginin harddiskte olmasıyla, olmaması arasında fazlaca bir fark yok.


Diğer yandan; Mantık ve Dil Felsefesi konusunda dahi ve ününü hakeden Wittgenstein’ın: “
Tüm felsefî / düşünsel ve mantıkî problemler; dil problemine indirgenip, çevrilebilir” anlamında bir sözü var. Yani tartışıp, çözümünü bir türlü bulamadığımız ve çok önemli ve derin zannettiğimiz ilmî veya imanî bir mevzu; çoğu kez “dil” ve “kavram / ifadelerimiz”deki eksik veya yanlışlarımızdan kaynaklanmakta olup, farkında bile olmuyoruz.

Bahsettiğimiz dil hataları ve mantık tuzaklarna düşmemek için bazı anahtar kavram ve ayrımlara ve aralarındaki nüanslara dikkat çekmek gerekiyor. Bunlardan bazıları: Bilim (science), bilgi (ilim, data – information – knowledge), İslâmî B/ilim, Bilimsel Bilim, Bilimsel Yöntem, Bilim Felsefesi, Bilimsellik Felsefesi, Bilimsel Felsefe, Bilimsellik Kriterleri, Bilimsel Yöntem, Bilimsellik İnancı, ateizm ve materyalizm, determinizm ve natüralizm, illiyet, şirk, küfür, inkâr, kabul etmeme, reddetme, seküler, lâik, nötr, tarafsız, objektif, subjektif, nesnel, öznel, olgusal, inanç, iman, sebep, neden, nasıl, niçin, tasvir, açıklama, epistemoloji, ontoloji, teoloji, felsefe, ilâhiyyat, metafizik, tabiat, tesadüf (rastgelelik), zorunluluk, tabiî – ilâhî, kanun, teori, hipotez, model(leme), varsayım, önvarsayım, senaryo, sistem, mekanizma, doğa kanunu, El-Esma’ül Hüsnâ, fiil, fail, müessir, usta, eser, madde, enerji, kuvvet, varlık, eşya, süreç, inşa, icad, evrim, devrim, mümkün, somut – soyut, maddî – manevî…

“Merak ve sorularımız’; hakikâti arama ve keşifte, tek imkân ve başlangıç noktamız; neyi – nerede – nasıl arayacağımızı belirleyen gözlem ve av malzememizdir” demiştik. Bu sözümüzle dikkat çekmek istediğimiz noktalardan birisi: Yanlış sorunun doğru cevabı olmadığı gerçeğidir. Burada doğru cevap için önce sorudaki yanlışları düzeltmek gerekir. Üstelik kâinatta neyi ararsak ancak onu buluruz. Hangi sorunun cevabını ararsak ancak onu farkederiz. Yani evrende farkedip, bulduklarımız; soru ve sorgularımızdan ve neyi aradığımızdan bağımsız değil.

Mes’elâ; Bilim’in “evrendeki varlıklar ve işleyişinde ‘fail’ yok ve olması da gerekmiyor” önvarsayımına göre şekillenmiş, bu altmesaj ve inancı bilinçaltına telkin ve ilka eden “madde ve işleyişinin sebebi ne?” yanlış sorusu; İslâmî B/ilim’in “madde ve işleyişinin fail ve müessiri kim; sebepleri, sebep ve alet olarak kudret eliyle kim kullanıyor?” sorusuyla değiştirilerek yola çıkılmalı. Bu başlangıç noktasından sonra ancak, “sünnetullah, adetullah” dediğimiz; Rabbimiz’in icraatında izlediği yol ve alet – edevat olarak kullandığı sebepler araştırılmalı.

Bu yolu takip ettiğimizde ancak “tabiât – fizik kanunları” dediğimiz şeylerin, Rabbimiz’in icraatındaki istikrar ve düzene verdiğimiz yanlış etiket ve isimlendirmeler olduğu anlaşılabilir. “Tabiî – tesadüfî” dediğimiz şeylerin de; tabiî olmayıp, “ilâhî” olduğu ve herbirisi madde ve sebeplerini aciz bırakan birer “mu’cize” olduğu görülebilir. “İçgüdü / sevk-i tabiî” denilen şeylerin de “dışgüdü, sevk-i ilâhî” olduğu bilinir.

İslâmî B/ilim’in bu yöntemiyle; toprağın ağaç veya ağacın elma yapmadığı ve yapamayacağı ve bunlara sebepte olamayacağı görülür ve zaten görülüyor. Evet isterseniz herhangi bir ağaca sorun: “Üzerindeki bu elmayı sen mi yaptın veya sebep oldun?” diye, eğer şuuru olsa “valla değil üzerimde dokunmuş ve imâl edilmiş bu meyveden, kendimden bile haberim yok! Nerede kaldı ki bir de elmaya sebep olma, elmaya hâkimiyet ve malikiyet dava edeyim!” diyecek. O ağacın biraz daha bilgisi olsa; “O elmaya sebep olabilmem ve elmanın imâl edeni olabilmem için dünyayı nasıl çevirip mevsimleri getireyim, ne yağmuru taşıyan buluta ve ne de elmaları pişiren güneşe sözüm geçer!… Dallarıma asılmış elmaların sebep ve fail ve yapanı; elmanın dokunup, üretildiği tüm evrenin sebep ve nedeni kim ise o olabilir ancak!” diyecek.

Elhasıl “ağaç”; Rabbimiz’in bize elma dokuyup, ürettiği bir halı tezgâhı veya hediyesini taşıyan, üzerine astığı bir hizmetkâr veya mektubunu saklayan bir zarf veya ni’metlerini gönderdiği bir musluk, bir boru olabilir ancak. Yani etken değil, edilgen; sebep değil, sonuç; müessir değil, eser; fail değil, münfail; usta değil, alet…

Yani Bilim’in iddia ettiği ve Bilimsel İfadelerinde kurgulayıp, tasvir ettiği gibi; “tren vagonları” gibi ardarda dizilmiş veya “domino taşları” gibi birbirinin hareketine sebep olan “sebep – sonuç zincirleri” yok evrende! Çünkü elmanın sebebi kim ise, ağacın da sebebi o; ağacın sebebi kim ise toprağın sebebi de o; toprağın sebebi kim ise dünyanın ve dönmesinin de sebebi de o ve dünyayla bağlı güneşin ve güneşin bağ(ım)lı olduğu diğer yıldız – galaksi ve hareketlerinin; hasılı tüm kâinatın da sebebi o!

Çünkü mantıken, harfi yazan kim ise harfin oluşturduğu kelimeyi yazan da aynı kişidir ve kelimeyi yazan kim ise cümleyi yazan da aynı kişidir; elhasıl kitabı yazan ve sebebi kim ise, içindeki cümle ve kelime ve harfleri yazan da aynı kişidir! Yani evrende herhangi birşeyin sebebi ve faili olabilmek için, tüm evrenin de sebep ve faili olabilecek ve olan bir kudret ve ilim gerekiyor. Çünkü “birşeyin” olabilmesi için “herşey” gerekiyor! Yani birşey herşeysiz, herşey de birşeysiz olmaz!

Böylece durduğumuz nokta, baktığımız nazar ve buradan gördüğümüz manzarayı biraz netleştirip, kameramızın odak ve zum noktalarını ayarladıktan sonra; inşa edeceğimiz merdivenin ilk basamağından çıkmak için soracağımız öncelikli sorular şunlar:

Bilim, Allahû Teâlâ’yı niçin kabul etmez?, Rabbimiz’i “fail” ve “sebep”, “özne” ve “açıklama” olarak neden kabul etmez, hatta reddeder!?, Bilimsel Yayınlarda niye Rabbimiz’in ismi geçmez?, Diğer ifadeyle: “Kim” sorusu; “evrendeki bu fiil / faâliyetlerin faîli kim; bu işleyiş ve eserlerin müessiri kim?” sorusu niçin “bilimsel” değildir ve “bilim”in kapsamına girmez?

Bilim sadece gözleyip, ölçtüğü; deneyselleyip inceleyebildiği; yani algılayabildiği şeyleri (yani “madde – enerji”yi) konusu olarak kabul ettiği için mi? O hâlde Bilim’in 5 duyusuyla algılayamadığı, hatta ne teleskop ve mikroskop veya başka bir aletle gözleyemediği ve laboratuvara sokup inceleyemediği “yerçekimi (kütleçekimi), uzay – zaman bükülme – çökmeleri, Big Bang, Sicim Teorileri, Tekillikler, Paralel Evrenler, Kara ve Akdelikler” gibi hipotez ve teori, senaryo ve modellemelerini nereye koyacağız!?

Kaldı ki Allahu Teâlâ “görünmez” değil, sadece biz mahlûkat sınırlılıklarımızdan dolayı “göremiyoruz.” Ayrıca şiddet-i zuhurundan ve zıttı ve misli, içi ve dışı olmamasından kaynaklanan bir durum var ortada. Yani O’nun gaybîliği bildiğimiz gayb cinsinden değil; zaman – mekândan münezzehiyetiyle birlikte, sonsuz olması ve varlık derecesinin şiddet-i zuhurundan kaynaklanmakta ama konumuz bu değil.

Aslında Bilim(sellik) Felsefesi’nin (literatürdeki ismiyle “scientizm”) Allahû Teâlâ’yı sebep ve açıklama olarak kabul etmemesinin gerçek sebebi; tarafsız ve objektif olmamasıdır! Bilim(sellik) Paradigması’nın olgusal ve nesnel olmamasıdır. Rabbimiz’i fail ve neden kabul etmemesinin asıl sebebi; felsefe ve karakterinin “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” olmasıdır. Yani mevcut Modern Seküler Bilim, iddiasının aksine; inanç ve değer’den tarafsız ve bağımsız değildir!

Bilim, tarafsız değildir” derken; gerçi “tarafsız” olmak aslında bir değer ve meziyet değil. Yani insan her zaman iyi ve doğrudan taraf olmalı; hakikâti desteklemeli ve haklıdan yana olmalı. Fakat burada Bilim’in yanlışı: Yanlış taraf ve inançta olmasında! Üstelik bu yanlışı yetmezmiş gibi; bir de tüm din ve inançlardan bağımsız ve tarafsız olduğu yalanı söylemesinde! Üstüne basa basa defalarca tekrar ve telkin ettiği bu yalana, kendisi de inanmaktadır üstelik! Evren hakkında objektif gözlem ve ölçümler yaptığına; işleyişi hakkında nötr ve nesnel bilgiler verdiğine; yalın tasvir ve açıklamalarda bulunduğuna inanmaktadır! Gösterdiği bu sebep – mekanizmalarla; “Rabbimiz olmadan da(!)” evrenin kendi başına ayakta durup, çalışabileceği ve çalıştığına; üretim yapabileceği ve yaptığına inanmaktadır!

Tarafsız’ olmak, bir değer ve meziyet değil” derken; pratik olarak realitede ve teorik olarak dil ve mantık açısından “tarafsızlık” denilen şey zaten mümkün değil. Konuya Bilim’in Bilimsel gözlem ve ölçüm, araştırma ve deneylerinden örnek verirsek; birşeyi “ya Yaratıcı ve fâili var(mış)” gibi inceler ve nedenselleyip, tasvir ederiz veya  “Yaratıcı ve fâili yok(muş)” gibi.

Yani “var – yok”un ortası veya bunların dışarıdan eşit uzaklıktan bakabileceğimiz dış gözlem noktası olmadığı için; evren ve içindeki madde ve işleyişinin tasvir ve gözlem ve bunların ifadesinde tarafsız ve objektif olmak; dilin yapısı ve mantık açısından, realitede mümkün değil. Yani bu konuda tarafsız ve nötr bir cümle kurulamayacağı gibi; üstelik “agnostik” bir ifade biçimi de kurulamaz! (Bedi’üzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle: “Bîtarafane muhakeme denilen şey, taraf-ı muhalifi iltizam etmektir, bâtıla tarafgirliktir; bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir.”)

Demek Bilimsellik Kriterleri’nin yanlışı, taraflı olmasında değil; yanlış tarafta olmasında! Bilimsel Bilim’in yanlışı; “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” tarafta yer alıp, bunların avukatlığını yapmasında! Bu yetmezmiş gibi bir de “objektif ve tarafsız, inanç ve değer’den ayrı ve bağımsız olduğu” yalanı söylemesinde!

Elhasıl Bilimsellik Felsefesi; “kâinat ve içindeki maddenin, varlık ve devam ve işleyişinde Rabbimiz’e ihtiyaç ve zaruret olmadığı” inancında! Çünkü “Allahû Tealâ yok(muş); varsa bile evrendeki herhangi birşeye müdahale ve etkisi yok(muş); çünkü herşey varlık ve devam ve işleyişinde O’ndan bağımsız ve ayrı olabilmesi mümkün(müş) ve zaten olan da bu(ymuş)!” öninancına sahip! Çünkü “O olmadan da herşeyin mümkün olabileceği ve olduğu ve olanın da bu mümkün’ün gerçekleşmesi olduğu” önvarsayımına inanmakta!

Evet Bilimsel Gözlem ve Bilimsel Bilgi denilen şey; kâinat ve içindeki varlık ve işleyişini “Allahû Tealâ yok(muş); varsa bile müdahale ve etkisi yok(muş); çünkü herşey varlık ve devam ve işleyişinde O’ndan bağımsız ve ayrı olabilmesi mümkün(müş) ve zaten olan da bu mümkün’ün gerçekleşmesi(ymiş)!” gibi anlatmaktır! Bilimsel Yöntem diye sınırları çizilip, Yayınlarda Bilimsellik Şartı diye tanımlanan “olgusal ve tarafsız bilgi, objektif ve nötr ifade, seküler ve lâik gözlem, yalın bilimsel ifade” diye aslında ateist ve materyalist bir kâinat tasviri yapılmakta!

Bilim ve Bilimsellik denilen şey: “Evrende madde ve işleyişini Allah olmadan, O’na ihtiyaç ve zaruret duymadan nasıl nedenselleyebilir ve tasvir edebilirim? Zerrelerin işleyişini faîl ve özneye ihtiyaç duymadan nasıl izah edebilirim? Varlık ve işleyişini nedensellemek ve tasvir edip, açıklamak için ‘kim’ sorusuna mantıken ihtiyaç ve zaruret olmadığını nasıl ispat edebilirim? Bu sorunun gereksiz ve spekülâtif, hatta saçma olduğuna nasıl delil bulabilirim? Bu soru’nun; bilgi ve gözlem, ölçme ve araştırmanın değil; ‘inanç’ın sorusu ve konusu olduğuna insanları nasıl inandırabilirim?” gibi soruların cevabını aramanın diğer adı olmaktadır.

Bilimsel Yöntem denilen şey ise: İnsana Rabbimiz’e çıkan ve çıkabilecek tüm yolları kapatıp; eşyanın varlık ve işleyişinde, herşeyi madde’nin fonksiyonuna indirgeyerek nedenselleme ve nasıllayıp, tasvire mecbur ve mahkûm etmenin diğer adı olmaktadır. Büyük bir inançla bağlı oldukları bu önvarsayımlarının delillerini arayıp, ispatını yapmaya çalışmanın bir yöntemi olmaktadır.

Bilimsel İfade denilen şey de: Sanki bu amentüleri ispatlanmış gibi, gözleyip – ölçtüğü herşeyi failsiz ve öznesiz cümlelerle ifade ederek; böylece “herşeyin O’ndan bağımsız ve ayrı işleyebileceği ve zaten işlediği” hurafesini şuuraltımıza işleyen; yani zihnimizde sahte bir kâinat imajı üreterek; algıda “Allah’ın olmadığı, olsa bile kâinata herhangi bir müdahale ve etkisi olmadığı(!)”; yani ret ve inkâra dayalı kurgusal bir evren tasviri yapmanın diğer adı olmaktadır.

Bilimsel Yayınlardaki ifadelerin yapısökümüne göre ve bizzat Bilim’in felsefesini açıkladığı yerlerde geçen kendi ifadelerine göre; son tahlilde, mevcut Seküler Modern Bilim/sellik; “Rabbimiz’in varlık ve eşyaya müdahale ve yönetmesini kabul etmeme; evrendeki mevcut fiil, icraat ve eserlerini de reddetme” üzerine kuruludur. Yani Bilimsellik Kriterleri’ne göre şekillenen Bilimsel Bilim; ateizm ve materyalizm, natüralizm ve determinizme onay ve meşruiyet üretme ve sanki bu varsayımları doğruymuş gibi evreni nedenselleme, bu inanca göre tasvir ve açıklama yapmanın diğer adı olmaktadır.

Bunun sonucu olarak; Bilimsellik Felsefesi’nin kâinatın işleyişi hakkında önümüze getirdiği her “neden ve sebep, mekanizma ve sistem, madde ve kanun”; zihinde eşya ile Rabbimiz arasındaki münasebet iplerini biraz daha karartıp, kesmekte; kâinatın O’na delâlet ve nisbetini biraz daha kapatıp, kopartmakta; “madde”nin arkasını gösteren şeffafîyet ve üzerine yansıyanı gösteren ayinedarlığını biraz daha karartıp, siyahlaştırmaktadır!

Bilim’in gösterdiği her neden, yaptığı her tasvir, açıklama; “Bu işi Allah yapmıyor, bu faâliyete O karışmıyor! Bu meyve, tabiî bir mekanizma – kural – işleyişin ürünü olup; ilahî değil, doğal!… İlham, dışgüdü ve sevk-i ilâhî değil; sevk-i tabiî ve içgüdü!… Yaratma / yaratılış değil; oluşum / oluşma! Su, Allah’tan değil, bu mekanizma ve buluttan; elma ise ağaçtan!…” gibi derin ve gizli, alt (subliminâl) mesajları (yani bilincimizin farkedip, işitemeyeceği frekanstaki fısıltı ve vesveseleri) bilinçaltımıza üfleyip, kodlar!

Bu bilinçaltı kod – programlamanın sonucu olarak; Mona Lisa resmini gördüğümüzde refleks olarak zihnimizde uyanan “Da Vinci” isim / çağrışımı gibi; yani “resim – ressam, eser – müessir” ilişki ve çağrışımı, kâinat düzleminde “Allahû Teâlâ” olarak kopar! Bu kopuştan sonra artık kâinatta gördüğümüz hiçbirşey Rabbimiz’i bize hatırlatmaz!

Yani Bilimsel İfadelerde saklı bulunan subliminâl mesajların bizi programlama ve hipnozuyla; Bilimsel Tasvirler’deki sihrin bizde oluşturduğu bu sahte kâinat ilüzyonu sonucu; Rabbimiz artık “cami” gibi bazı mekânlar ve “ibadet” gibi bazı ritüellerde, o da sun’î olarak akla getirdiğimiz, bir “yabancı” olur! Yani hayatımıza dokunmayan, hiçbir muarefe ve yakınlık, tanışıklık ve alışverişimizin olmadığı!

İnsanın Allah’a yabancılaşması ise, eşyaya yabancılaşmasını, dolayısıyle kendisine yabancılaşmasını doğurur! Bu insanda ilk kaybolacak duygular “hayret, haşyet, muhabbet” olur! Bilim’in Yanlış Bilgi Virüsleri’yle zihni ve duyguları enfekte olmuş bu insan için; yumurtadan kuş çıkması, insandan insan çıkması, topraktan çiçek – meyve çıkması, elhasıl hiçbir şey hayret ve merak duygusu uyandırmaz! “Bilimsel bir açıklaması vardır elbette! Neyseki Bilim’in bulduğu bir neden, nasıl olduğuna dair keşfettiği bir mekanizma ve izah vardır nasıl olsa!…

Elhasıl Bilimsel Makale ve Yayınlarda; herşeyin otomatik makina gibi işlediği ve “Uzun Zaman + Madde ve Enerji + Tabiat ve Kanun + Tesadüf ve Zorunluluk + Evrim ve Devrim = Herşey Mümkün” inancından doğan bir Kâinat Modeli’ne dayanan; yani denklem ve formüllerinde Allahû Teâlâ’nın olmadığı “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” bir kâinat tasavvuru inşa edilir! Bilimsel Yöntem ve Bilim(sellik) Kriterleri’nin dayattığı zorunluluk icabı, Bilimsel Yayınlarda failsiz ve öznesiz kurulan cümlelerle; bilinçaltına küfür ve şirk virüsleri telkin ve tekrarlarla takviye edilir!

Gözleyip – incelediği; deneyselleyip – ölçtüğü herşeyi Yatay Neden – Sonuç Etkileşimleriyle, yani Determinizm İnancı’na göre formüle edip, buna göre ifade kalıplarına döken ve şematize eden Bilim; bu Deterministik Şablonla, eşya güya kendi kendine ve kendi tabiatından kaynaklanan bazı özellikler ve “Uzun Zaman + Madde-Enerji + Tesadüf-Zorunluluk = Herşey Mümkün” gibi batıl formül ve itikadlarıyla; saatin altındaki dişliler gibi sanki “kâinatın da altında otomatik işleyen kanun – mekanizmalar var(mış); Allah olsun olmasın(!) bu mekanizma ve kanunlar sayesinde evren otomatik olarak kendi kendine işleyebilir ve işler(miş)!” gibi; eşyayı nedenseller ve nasıllama (tasvirler) yapar! Böyle yaparak; Es Samed olan Allah (hiçbirşeye ihtiyacı olmayıp, herşeyin O’na ihtiyaç ve zaruret duyduğu) yerine; Bilim’in yerine ikame ettiği “Samed olan Kâinat” inancı zihinlere ilka edilir!

Eğer Bilim’in türlü sebep – mekanizma, tesadüf ve zorunluluklarla kendi kendine işleyen bu kâinat tasavvurunu kabul edersek; o zaman, yani illiyet ve nedenselliğin hâkim olduğu; herşeyin varlık ve devam ve çalışma sebebi, diğer sebep ve mekanizmalarla nedensellenip, açıklanabildiği ve nasıllanıp, tasvir edilebildiği böyle bir evrende Rabbimiz ne iş yapıyordur!? Eğer Bilimsellik Felsefesi’ne bağımlı, Bilimsel Kriter ve Yöntemlerine bağlı kalarak, herşeyi sebeplerle determine edip, açıklayıp, çözdüğümüze inanıyorsak; yani varlık ve çalışma ve devamında hiçbir cihette Rabbimiz’e ihtiyaç duymayan bu kurgusal evrende, Rabbimiz neyin nedeni ve faili olmaktadır!?

Bilim’in iddia ettiği gibi; gerçekten, herşeyi başka nedenlere dayayarak nedensellediğimize ve nasıl işlediğini tasvir ederek açıkladığımıza inanıyorsak; böyle bir evren Rabbimiz’e hangi konuda muhtaçtır veya muhtaç mıdır acaba!? Peki böyle bir evrende “iman”a nasıl yer açacağız!? Madde’yi nasıl şeffaflaştırıp, arkasını göreceğiz; varlığın perdesini aralayıp, Rabbimiz’e nasıl delil bulacağız!?

Bu soruyla noktalayıp, yazımızın ikinci kısmına haftaya devam edelim inşâallah.

Ayhan KÜFLÜOĞLU / 09.Mart.2016

www.metabilgi.org

www.metabilim.org

www.islamibilim.org

Sende yorum yazabilirsin