İmân, Mârifet ve Muhabbet
İmân, Mârifet ve Muhabbet
Bediüzzaman, “Aşk, şiddetli bir muhabbettir”[1] demektedir. Yani şiddetli bir tutku ve arzulama halidir.
“Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur.” [2]
Bu sebeple aşkın hücresi muhabbet taşlarıyla örülmüştür. Muhabbetse, insanın zevk aldığı şeyin etrafında pervane olmasıdır. Dolayısıyla insanı tahrik eden şey kalbin kendinden geçip meftun olmasıdır.
“İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine derç edilmiştir.” [3]
Elbette aşk-ı mecâzî, aşk-ı hakikîye inkılâb etmesi lâzımdır. İnsan bunun için dünyaya gelmiştir desek yeridir. Yani insan hakedişlerini görmesi ve “bunu yaptım hak ettim” diyebilmesi için.
“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter (denilecek.)” [4]
İşte o gün tüm hak edişler ayan beyan belli olacak ve insanın Rabbinden meded istemekten başka bir çaresi kalmayacak.
Aşk-ı mecazi için, “Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar.” [5]
Bir muhabbetin, meyilin, arzunun temel taşı Rıza-yı ilahi mi yoksa tatmin-i nefis mi bunu her işimizde daima kendimize sormamız lazım, murakabe haline getirmemiz lazım.
Şayet, “evet, Rıza-yı ilahi için bunu yapıyorum” diyorsan bahtiyarsın yoksa müflis.
Müflislerin muhabbeti kanser gibidir, çoğalır ama çoğaldıkça insanı eritir, mahveder. Zaten günahlar ve vesveselerin kaynağı da böyle değil midir?
İnsan ancak, iman, marifetullah ve muhabbetullah nurlarıyla kendini kurtarabilir ve bunlarla değerli olabilir.
Bir insan evvelâ Allah’a muhabbet eder, sonra O’nun muhabbetiyle O’nun sevdiklerini de sever. İşte şu muhabbet, Allah’a olan muhabbetten bir şey noksan etmediği gibi, bilakis her şey muhabbetini ziyadeleştirmektedir. Muhabbetini tenkis değil, tezyid eder. Öyleyse mana-yı harfiyle bakmak, ölçmek, tartmak muhabbetullaha açılan birer mirsad, birer penceredir. İnsanın kalb ve ruhunda bir şevktir ki O’na yaklaştıracak şeyleri gösterir. Muhabbetullah, masivaullahtan kalbi manen kesen ve hakka vuslata vesile bir miftahtır.
“İşte ey nefis madem öyledir, mevcudatın umumuna dağılmış olan o muhabbetleri, kendi nefsine ettiğin muhabbetinle beraber toplayıp Cenab-ı Mahbub-u Hakikî’ye vermen gerektir.” [6]
“İlimlerin şahı ve padişahı marifetullah ilmidir.” [7] Fakat terakkiyatın iki kanadı vardır bunlardan birisi ilim diğeri ise muhabbetullahtır. İkisi beraber olursa zülcenaheyn olur.
O’nu tanımak ilimle olur, O’nu sevenler bilir; bilenlerse sevenlerdir. “Kalbin batını, ayine-i Sameddir” [8] bu hakikat çok iyi anlaşılmalıdır.
Cenab-ı Hak kalbin batınını üç mânâ için halk etmiştir: Birincisi imân, ikincisi marifet, üçüncüsü muhabbettir.
Madem Allah kalbin batınını marifet ve muhabbet için yaratmış, bir mü’min her an marifete yol kat etmesi lâzımdır. Cismâni ceset itibarıyla insan, et ve kemiktir, kan ve iliktir. Bir de insanın hakîki insaniyet cephesi var ki, imân ve İslâmiyet ile insan insaniyet dairesinde kaldığı ölçüde hakîki insandır. Hatta imanı olmayan insan bile olamaz olsa olsa insan müsveddesi olur.
Hülasa kendimizi iman dairesi içerisinde tutmak için var gücümüzle gayret etmeliyiz.
Ne mutlu nefsini ve neslini iman dairesinde tutmak için çaba sarf edebilene.
Selam ve dua ile..
[1] Mektubat (33)
[2] Sözler (358)
[3] Sözler (358)
[4] İsrâ Suresi 14. Ayet Meali, Hayrat Vakfı
[5] Mektubat (10)
[6] Badıllı tercüme, Mesnevi-i Nuriye (435)
[7] Sözler (749)
[8] Sözler (640)
Kaynak:RisaleHaber
www.NurNet.org