Mehmet Akif ve Bediüzzaman
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE MEHMED AKİF ERSOY
Bediüzzaman ve M.Akif iki güzel insan. Bu gönüldaşlar, âlem-i İslam da gördükleri hastalıkları bedenlerinde hissetmiş ve tedavi çarelerini düşünmüş iki Lokman hekim…
Şan, şöhret ve makamdan kaçmış mütevazi ve alçak gönüllülükte hüsn-ü misal olmuş, hakikatı haykırmada hiç kimseden korkmamış iki büyük kahraman…
Milletimize fikir ve manevi sahada öncülük etmiş değerleri hayattayken anlaşılamamış, fakat onlar doğruluğuna inandıkları her konuda taviz vermeden hayatlarını geçirmiş milletimizin en zor anlarında ümit kaynağı olmuş kıymetli simalaramızdandır.
İnsan gerek Risale-i Nur’ları gerekse Safahat’ı okurken aynı duyguları hissediyor ve aynı mesajları alıyor. En azından ben bu hissiyata sahip oluyorum. Aşağıda yazacağımız örneklerde sizlerinde aynı şekilde düşüneceğiniz kanaatindeyim. Çünkü bu iki değer, yaşadıkları devirde dine ve manevi değerlere olan lakaytlığa şahit olmuş bundan son derece endişe duyarak Kur’an’a müracaat etmişlerdir. M.Akif bunu;
Kur’an’dan alarak ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı
beytini kaleme almasına sebep olurken, sanki bu çağrıyı duyan Bediüzzaman da külliyatındaki bütün hakikatleri Kur’an’dan alarak Kur’an’ı;
“Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-i tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri… Ve zeminde ve gökte gizli Esmâ-i İlahiyenin mânevî Hazînelerinin keşşâfı.. ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikın miftahı.. ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.. ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası… ve insana hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubûdiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci’ olacak çok kitabları tâzammun eden tek, câmi’ bir KİTAB-I MUKADDES.” olduğunu muazzam bir tarifle ifade etmiştir.
Bizim en ciddi meselelerimizden olan milliyetçilik konusunda Bediüzzaman müstakil bir risale kaleme almıştır. O yazdığı risalede milliyet fikrini müsbet ve menfi olmak üzere ikiye ayırarak ayet ve hadislerin kesin bir şekilde, menfi milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmediğini, müsbet ve mukaddes İslamiyet milliyetinin, ona ihtiyaç bırakmadığını ifade etmiştir. “ Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın? Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.” diyen Bediüzzaman İslam dünyasında Emevileri ve Avrupa’da da Fransız ve Almanları tarihte örnek göstererek bu fikrin geçmişte çok ağır ve elim neticeler verdiğini müşahhas örneklerle ortaya koymuştur.
Aynı şekilde M.Akif Safahat’ta sanki Bediüzzaman’ın nesir olarak ifade ettiklerini manzum olarak bakın nasıl terennüm etmiştir.
Hani milliyetin İslam idi… Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydı a milliyetine.
“Arnavutluk” ne demek? Var mı şeriatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
Arap’ın Türk’e; Laz’ın Çerkez’e, yahut Kürt’e
Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta “anâsır”mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır rȗh-ı Nebi tefrikanın;
Adı batsın onu İslama sokan kaltabanın!
Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel.
Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?
diyerek menfi milliyetin zararlarını adeta ruhunda hissederek mezkȗr beyitleri kaleme almıştır.
Bunun yanında Bediüzzaman bizim en büyük düşmanımızın cehalet, zaruret ve üçüncü olarakta ihtilaf’ı saymıştır.
Fikirlerini hiç kimseden çekinmeden anlatan bu iki mümtaz şahsiyet dinlenilmediği vakit veya anlaşılamadığı zamanlarda da aynı duyguları paylaşmıştır. Mesela Bediüzzaman şarktaki aşiret reisleriyle olan muhavere ve münazaralarında o yüksek fikirleri idrak edilmediği vakit ;
Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyorum.
İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin! derken
M.Akif’te benzer şekilde sözleri anlaşılmadığında;
-Siz, ey heyakil-i bȋ-ruhu devr-i mazinin
Dikilmeyin yoluna kârbân-ı âtinin
Nedir tarȋkını kesmekte böyle isti’cal?
Durun, ilerlesin Allah için şu istikbal
Yani; Ey mazi devrinin ruhsuz heykelleri
Gelecek kervanın yoluna dikilmeyin
Yolunu kesmekte acele etmek nedir?
Allah için durun şu istikbal ilerlesin demiştir.
Hülasa edecek olursak Bedizzaman Said Nursi ve Mehmet Akif Ersoy soysal hayatta gördükleri eksiklerin temel sebebini İslami esaslardan ayrılmaktan kaynaklandığını düşünürler. Zira Bediüzzaman ve Akif milletin hastalığının kaynağını za’f-ı diyanete(dini hassasiyetlerde zayıflamaya) bağlarlar. Bu duygu ve düşünceyle halka güven verip harekete geçirmek için bazı ayet ve hadisleri Bediüzzaman nesir olarak Akif’te manzum olarak asrın idrakine uygun şekilde yorumlaya çalışmışlardır. Yukarda mezkur olunan misaller bu ortak düşüncenin bir-iki örnekleri nevindendir.
Hamiyet sahibi bu iki kahraman simanın eserleri okunduğunda hep aynı dertle dertlendiklerine şahit olacaksınız…
Ahmet Gözütok