Yüküm ağır yolum uzun”

Yüküm ağır yolum uzun” diye bir ezgi dinliyordum. Dedim hakikaten yüküm ağır ve yolum uzun.

Evet, evet. Yükümüz gerçekten ağır, işimiz zor, mesuliyetimiz çok; mazeretimiz yok… Sorumluluğumuz hadsiz, bahanemiz yok… Hedefimiz Risale-i Nur vasıtasıyla Kur’an’a hizmet, ihmali kaldırmaz… Maksadımız din-i mübine hizmet, tembelliği, havaleciliği asla kabul etmez…

Tabi bu benim alemimde tezahür eden bir mana. Benim gibi düşünenleri alakadar edecektir bunlar, çünkü ahiret, iman, ahlak gibi mefhumların alemlerinde olmadığı kimseleri alakadar etmeyecektir.

Toplumda büyük bir açmaz var. Din var ama din yok gibi bir hal almış. Kimliklerinde İslami isimlerin olduğu fakat kimlikten pek öteye geçmemiş olan bir durum söz konusu İslamiyet. Buna karşı görmez, duymaz, konuşmaz şeklinde bir ahraz gibi durmak… Hamiyet sahipleri asla ve kat’a bir duramaz.

İçinde ümmet-i Muhammed’în (asv) imanının, istikametinin, hayatının bulunduğu manevi bir gemideyiz. Vazifemizse salimen, kazasız belasız olarak başta kendimizi sonra da toplumu ve çevremizi sahil-i selamete çıkarmakla vazifeli hademeleriz. Bu gemide yolcu değil, kimimiz kaptan, kimimiz tayfa, kimimiz de hizmetçiyiz.[1]

Gemideki yolcular uyur, istirahatine bakar. Fakat mesuliyet dairesinde olanlar rahat olamaz, alelade hareket de edemez. Çünkü o mesuliyet insanı durdurmaz. Manevi ihtiyacını karşılamakla da vazifeliyiz hem kendimizin hem de başkalarının. Ne kadar eksik noksan kusurlu olsak da…

Toplumdaki yangın karşısında küçük şeylerle meşgul olmak yerine esaslarla meşgul olup, iman hakikatlerinin toplumda yerleşmesi için taktikler bulup, değişen ve gelişen zamana ayak uydurmalıyız.

Allah korusun bir anlık gaflet, terk-i vazife olursa gemi su alır veya başına bir şeyler gelirse bunun neticesinde hesabı mesuliyeti de ağır olur.[2]

Mesuliyet dairesinde olanlar manevi mesuliyeti görseydi gözler belki bir lokomotif gibi arkasında mesuliyet vagonları görünebilirdi.

Bu hususta başta manevi davamızın temsilcisi olmalıyız. Yani misyon ve vizyonumuza göre hareket etmeliyiz.

Günahlar ve sefahatlerin neticesinde bir şekilde bir bataklığın içine düşmüş ve medeniyet bu bataklığa gelmiştir.[3]

Bu bataktan çıkmak için bir çare, bir arayış içinde olan, bir nur arayan, mütehayyir insanlara bir nur göstermek, onlara himmet edip yardım elimizi uzatmak gibi mükellefiyetimiz var.

Kötü alışkanlıkların ve insanın hayatını çürüten şeyler çocuklarımızı ve gençlerimizi abluka altına aldığı bir dönemdeyiz. Kuşak çatışması da hat safhada. Gençlerin duçar oldukları bu felaketlerden kurtulmaları için bütün gayretimizle seferber olmamız lazım. Peki yapıyor muyuz? Dertleniyor muyuz?

“Melaikelerin hürmetine mazhar”[4] olmak da sanırım dertlenmek, koşturmak, diğerkamlık ve değerkamlıkla mümkündür.

Biz de bu ulvi davaya sahip çıkacağız ve inşallah bizden sonraki nesillere devredeceğiz. Himmetimizi, şevkimizi, hizmetimizi, sancağımızı, kitabımızı inşallah.

İşte bu sebeplerle ezginin sözlerini aşağıya dercediyorum.

Yüküm ağır, yolum uzun
Meçhullerde kaybolurum

Beni bırakırsan bana
Tufanlarda boğulurum

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Döndür yüzümü sana

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Beni bırakma bana

Eyüp sabrım yok benim
Yusuf değilim kuyuda

Yine de umudum var
Rahim olan adında

Yürüyemem, yorulurum
Ateşlerde kavrulurum

Beni bırakırsan bana
Kül olurum, savrulurum

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Döndür yüzümü sana

Tut ellerimden, tut, ya Rab
Beni bırakma bana

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Bkz: Lemalar (161, 399), Tarihçe-i Hayat (163)

[2][2] Bkz: Sözler (175)

[3] Bkz: Mektubat (48)

[4] Emirdağ Lahikası-1 (191)

Kaynak: RisaleHaber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: