Allah’ın hoşnutluğu böyle kazanılır

“Onun rızasına erişmek için vesile arayın.” (Maide Sûresi, 5:35)

Bu, iman edenlere, Rabbimizin bir hitabı: “Onun rızasına erişmek için vesile arayın.”

İman eden kimseler, bu hitap ile, imanlarının gereğini yerine getirmeye çağırılıyor. Aynı zamanda, onlara, pek yüksek ve şerefli bir ödül de hedef olarak gösteriliyor.

İmanın gereği olan şey, Kur’ân’ın pek çok âyetinde tekrar tekrar vurgulanan güzel işlerdir. Âyetler, iman eden kulları överken, onların nitelikleri arasında, iman ile beraber güzel işleri de sayarlar. Zira iman bir güzelliktir ve aynı zamanda bütün güzelliklerin anahtarıdır; İlâhî sanat galerisi halinde donatılmış olan bu âlemi baştan başa dolduran güzellikler, ancak iman sayesinde görülür ve gösterilir.

Kâinat dolusu güzellikleri ortaya çıkaran imanın kendisine yaraşan şey ise, çirkinliklerden uzak durmak ve kendisine has güzelliklerle süslenmektir. Aksi takdirde, “İnandım” dediği halde imanına uygun davranışlar sergilemeyen kimse, bu sözüyle kâinatı doğrularken davranışlarıyla da onu yalanlamış olur.

Bu dünyayı dolduran rahmet eserleri de mü’minden bir karşılık ister. Besbelli ki yerin ve göğün yüzünü güldüren bu eserlerle, Rabbi ona kendisini tanıtmakta ve sevdirmektedir. Kendisini eserleriyle ve nimetleriyle sevdiren bir Rabbe mü’minin vereceği karşılık ne olabilir?

Hiç kuşkusuz, o da kendi fiilleriyle, söz ve davranışlarıyla, kendisini Rabbine sevdirmek ister.

Bundan sonrası bir muhabbet alışverişidir.

Rabbi onu rahmetiyle ağırlar.

Kul, Rabbinin rahmetine uygun davranışlarla kendisini Ona sevdirir.

Rabbi ona elçiler ve kitaplar gönderir.

Kul “İşittim ve inandım” der.

Rabbi ona buyruklarını bildirir.

Kul “İşittim ve itaat ettim” der.

Bu kadarla kalmaz ne Rabbinin ihsanları, ne de kulun cevapları.

Rabbinin maddî ve manevî nimetleri kulun üzerine yağar durur.

O yağmurlar, kulun gönlünde kat kat muhabbet güllerine dönüşür.

Artık onun gözünde tek birşey vardır:

Rabbinin hoşnutluğu.

Kul sadece bunun için yaşar.

Hayatının her ânında, Onun hoşnutluğuna yaklaşmak için vesileler arar.

Bu arayış, onu tepeden tırnağa güzelliklere büründürür. Güzel görür, güzel düşünür, güzel dinler, güzel söyler, güzel konuşur, güzel davranır.

Ve baştan aşağı güzelliklerle süslü bir âlemde, Rabbinin rızasını arayan kul, varlıkların en güzeline dönüşür.

Artık onun yaptığı işler, söylediği sözler, işlediği güzellikler, her adımda onu Rabbine biraz daha yaklaştıran birer vesiledir.

İşte, Yüce Allah, iman edenlere yaptığı “vesile arama” çağrısında, onlara böyle bir hedef gösteriyor. Bu âyetlerin anlamını daha da açan bir hadis-i kudsî ise, sadece vesilelerin adresini göstermekle kalmıyor; o vesilelere yapışacak olan kullara, hayatlarının her ânında Rablerinin muhabbet ve himayesinde olmak gibi bir müjde de veriyor:

Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli hiçbir şeyle Bana yakınlık sağlayamaz.

Farzlardan başka, mecburî olmayan ibadetlerle de kulum Bana sürekli olarak yaklaşır. Nihayet Ben onu severim. Onu sevince de artık Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olmuşumdur. O Benden birşey isteyecek olsa veririm; Bana sığınacak olsa onu korurum.[1]

Bu hadis-i kudsînin ışığında, Yüce Allah’ın hoşnutluğuna yaklaştıracak şeyler iki madde halinde netleşmiş bulunuyor.

Birincisi: Farzlar, yani yükümlülüklerimiz. Allah ve Resulünün bize emrettiklerini baş üstünde kabul edip gönül rızasıyla yerine getirmek.

İkincisi: Bunun da ötesine geçerek, yükümlü tutulmadığımız güzel işlerle hayatımızı ve imanımızı süslemek.

Bundan sonrası, artık bir dostluk, bir muhabbet, bir hoşnutluktur ki, uğruna dünya verilecek olsa yine pek ucuz düşerdi.

Fakat bizden istenen fiyat, sadece “vesile” olabilecek güzelliklerden ibaret…

[1] Buhârî, Rikak: 38.

ÜMİT ŞİMŞEK – yazarumit.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: