Allah’ın rızası için birbirini sevenler

Nerede benim rızam için birbirini sevenler? Benim gölgemden başka bir gölgenin bulunmadığı bir günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim. (Hadis-i Kutsi)

“Düşüncelerle bir araya gelmiş ve cemaat oluşturmuş 5-10 fert, insanlığı asırlar boyu hep aydınlık iklimlerde dolaştıran Ebu Hanife, Muhammed Bahauddin Nakşibendi, Abdulkadir Geylani, İmam Gazzali ve emsali kimselere nasip olan mazhariyetlerin çok çok ötesinde, mazhariyetlere sahip olabilirler. Bu o büyük zatları tezyif veya misyonlarını inkar olarak anlaşılmamalı; Allah ( c.c)’in cemaate hususi ihsanı şeklinde yorumlanmalıdır.” 

Mevlana gibi yüce bir şahıs devrimizde yaşıyor olsaydı; çağımızdaki tehlikelerin farkına vardığında umulur ki, o da bireysel maneviyattan çıkıp CEMAAT halinde bulunmanın ancak bu çağda ayakta kalabilmenin bir yolu olduğunu söyleyecektir. 

Not: Eski zamanlarda kişinin tek başına kendisini yetiştirmesi kolay olduğundan, manevi açıdan kendilerine çeki düzen vermek isteyenlerin bir yerde inzivaya çekilmeleri yeterli olabilirdi. Ama dünyanın bir köy haline geldiği ve sürekli insanlarla muhatap olunarak ilerlemelerin kaydedilebildiği çağımızda İNZİVA hayatının yaşanılması düşünülemez. Bu devirde tek başına kalan bir insan, nefisinin ve şeytanın buyruklarına çok fazla direnemeden eriyip gidebilir. Onun hatalarını düzeltecek HAYIRHAH’ları bulunmadığı müddetçe kişinin başına daha da kötüsü gelebilir. Bu, manevi olarak kayıp gittiğinin farkına varılmamasıdır. Mesela, ilk basta namazı bırakan bir insanin sonraları namaz kılmamayı normal olarak görmesi ve bundan ıstırap duymamaya başlamasıdır.

Peki eski zamanlardaki tehlikelerden daha fazlaları  neler? Bir çarşıya çıktığınızda birçok bayanın namahrem yerleri istemeseniz bile gözünüze çarpar. Böyle durumlarda istememek bile büyük bir başarıdır. Televizyonu açarsanız, gözünüzün harama takılmaması mümkün değildir. Okula giderseniz, hakeza öyledir. Bu devirde günahlardan korunmak için ancak dağda bir kulübede yasamak gerekir. Bu da günlük yaşantımızın devamı için mümkün olmadığından dolayı insan eski zamanın aksine bu günahlardan korunmak için bireysellikten çıkıp CEMAAT içine girmelidir.

Nasıl ki, bir çay biraz bırakıldığında soğumaya başlar, insan da böyledir. Ortam, insanın maneviyatını sürekli olumsuz yönde etkileyerek, onun soğumasına meyilli olarak yaratılmıştır. Buna   çare ise bu maneviyatı sürekli canlı tutmak, daha doğrusu demliğin altını sürekli açık bırakmaktır. Kişisel başarı ile de bu mümkün olamayacağından dolayı, maneviyattaki süreklilik ancak CEMAATLE mümkündür… 

Bir tek ağacı düşünün… Ağaç ne kadar büyük de  olsa tek başına bir yağmur bulutunu kendisine çekmesi mümkün değildir. Ama yağmur ormanlarındaki birliktelik sayesinde yağmur bulutları bu ormanların üzerlerine gelip yağmurunu boşaltmaktadır. 

Cemaatte ise kişi her ne kadar bozuk da olsa, etrafındaki insanları örnek alma gibi bir durum söz konusu olabilir. Onu sürekli hayra çağıran insanlar da bulunmaktadır. Kendisin çok büyük günahları olduğu halde, belki de Allah tarafından sevilmese bile, sırf Allah’ın sevdiği kullar arasında bulunduğundan dolayı Allah rahmet nazarı ile bakabilir, etrafındaki iyi insanlar sebebiyle onu da affedebilir. 

Bir insan tek başı da iken yaptığı günah tekildir, yaptığı hayır da tekildir. Cemaatte ise durum farklıdır; cemaat içinde bulunan bir kişinin yaptığı günah tekil, yaptığı hayır ise umumidir. Yani her Şahsin yaptığı hayır herkese miktarı eksilmeksizin SAMİMİYETLERİ ÖLÇÜSÜNDE dağıtılır. Bu sayede Allah insanları birlik halinde olmayı tevşik etmiştir. Öyle ki, insan olduktan sonra bile mensubu bulunduğu cemaatte bulunan herkesin yaptığı hayırlar ona yazılmaya devam edilir… 

Kainattaki kanun da böyledir. Tek basına yasayan hayvanlar, toplu halde yasayanlara göre çok daha zayıftırlar ve avcıları tarafından çok kolay pusuya düşürülebilir, yenebilirler. Toplu halde yaşayanlar ise kendi aralarındaki güçlü etkileşim ve haberleşmelerle düşmanlara karşı gayet iyi direnebilirler. 

İki fert, ayrı ayrı olduklarında 1’i aşamazken, yan yana gelince “11” olur. Üç ayrı ‘1’ yan yana geldiğinde “111”e ulaşır. Şimdi, basitçe rakam oyunlarıyla ifade etmeye çalıştığımız bu durumu, karanlıkta elinde meş’ale tutan bir kişinin meydana getireceği aydınlıkla, 11 ya da 111 kişinin meydana getireceği aydınlığı mukayese ederek düşünün! Bir hazineyi kaldırmada da aynı durum söz konusudur. Buna bir de, pazu kuvvetinin yanında kabiliyetlerin, ilmin, idrakin ve düşüncelerin ittifakının eklendiğini düşünün! Ayrıca bir de, gaye ve ideal birliği, cehd ve azim müşterekleri de varsa, işte o zaman, gerçekten topların sindiremeyeceği ölçüde gürül gürül ses getiren yüreklerin gücü kendiliğinden ortaya çıkar. 

Aynen bunun gibi, iç alemlerinin, ruh ve kalp dünyalarının hayat dereceleri çok ulvi olan ve simalarında melek çehrelerini müşahede edebileceğimiz arkadaşların, şefkat, merhamet ve nurdan tebessümlerle süslenmiş aydın bakışları altında ışıklaşmaların yaşandığını düşündükçe, şeytanın aldatmalarına ve günahlarının yıkıcılığına karşı nasıl bir atmosfer içinde bulunduğumuzu daha iyi anlarız. Bu atmosfer içinde direnç kazanacak olan zayıf kalp ve iradelerimizin, fer ve kuvvetinin arttığını ve zülcenaheyn, yani iki kanatlı, çift yönlü bir kuvvete sahip olduğumuzu hissederiz. 

Cemaatin, cemaat olmanın yanında, cemaat prensipleri ile yürümesinin de insan ve topluma kazandırdığı pek çok şey vardır. Bunlar bilhassa globalleşen bir dünyada, bu gün daha fazla ehemmiyet kazanmış durumdadır. Şöyle ki; fert, bile olsa ve dahiyane teşebbüsleriyle ortaya harikulade işler dahi koysa, cemaat düşüncesi ve beraberliği ile ortaya konan şeylerdir, onu rahatlıkla çok gerilerde bırakır. Zira, bir Arap atasözünde de ifade edildiği gibi “iki kafa bir kafadan hayırlıdır.” Kafa yani düşünen beyin sayısı, alınan kararları uygulamada omuz veren insan sayısı ne kadar çoğalırsa, ortaya konan performans doğrultusunda istenilen neticeye ulaşmak da o kadar kolay ve mükemmel olur. Bütün bunları, tek bir ferdin, o fert dahi de olsa, başarması, yapması düşünülemez. 

Ayrıca cemaat halinde veliliği temsil eden kişiler gurur, fahr ve ucb (kendini beğenme) içine de girmez, hatta giremezler. Zira o gayeye ulaşmada ve o noktaya yükselmede kendisinin olduğu kadar cemaatin sair fertlerinin de payı vardır ve belki de onunkinden daha yüksektir. Burada görüldüğü gibi cemaat içinde bulunma, aynı zamanda ucb, gurur, fahr gibi ahlak-i seyyienin de önünü kesebiliyor. 

Cemaat kavramını anlatmaya çalıştığımız bu fasılda, üzerinde mutlaka durulması gereken bir başka nokta da; Allah’ın inayetinin cemaat üzerinde tecelli etmesi gerçeğidir. Allah Rasulu ( s.a.s) buna “Allah’ın inayet ve kudreti cemaatle beraberdir” (Tirmizi, Fiten, 7; Nesei, Tahrim, 6) hadisleri ile işaret buyurur. Bu ise nihayetsiz acz u fakr içinde bulunan insanin nihayetsiz güç ve kudrete sahip olan Allah’ın desteği ile yürümesi, iş yapması demektir. 

“Ümmetim dalalet üzerine içtima etmez” hadisi zaviyesinden cemaat gerçeğine bakılacak olduğunda, yanılma oranının cemaatlerde daha az olacağı da unutulmamalıdır. 

Gün gelecek, eliniz, ayağınız, gözünüz, kulağınız, kısaca bütün azalarınız fayda vermez olacak ve o zaman arkadaşlarınızın elleriyle tutacak, onların ayakları ile yürüyecek ve gözleriyle görüp, kulaklarıyla işiteceksiniz. Öyleyse, şimdiden sadık arkadaşlar edinmeye bakın. “Sadıklarla beraber olun!” ayeti bu hakikate işaret etmekte! 

Önce şurası iyi bilinmelidir ki, bir fert, dalalet adına tahripler cemaatler karşısında tek başına mukavemet edemez. Bir insan, ‘gavs’ bile olsa, şahsi dehasıyla, kültür ve ilim dünyasıyla, hatta keşif ve kerametleriyle asrımızın dalaletleri ve günah tufanları karşısında tek başına yasayamaz; yaşasa da, sürüden ayrı kaldığı için her zaman kurtlara yem olabilir. Ayrıca, cemaat içinde bulunmanın getireceği feyizlerden, sağlayacağı avantaj ve lütuflardan da mahrum kalır. Ayakları cemaat zeminine basmayan insan, ayaklar altında bir yaprak ve bir tüy gibidir; bu yandan üflesen öte yana, öte yandan üflesen bu yana savruluverir. Bu yüzdendir ki, Gavs-i A’zamlar, İmam-ı Rabbaniler, Muhyiddin İbn Arabiler bile bu asırda yaşasalardı, herhangi bir cemaatin bir uzvu olmak isteyeceklerdi. Sahabe devrinin o en kuvvetli, en iktidarlı ve meleklere parmak ısırtacak insanları bile cemaatleşme ve birlik teşkil etme lüzumunu duymuşlardı. Bu sebeple, hasımlarımızın içtimai kanal ve kollarla geçeceğimiz yollarda kurdukları sayısız tuzaklara ve onların cemaatçe hücumlarına karşı dayanmamız zorlaştığı gibi,  manevi hasımlarımız olan şeytana, nefse ve günah tufanlarına karşı yem olmaktan, boğulmaktan bizi koruyacak en mühim sığınak, cemaatleşmedir. Evet, bu fikre davet, günümüzün en hayati mes’eleleri arasındadır. 

Hadisin beyanıyla, “Allah’ın rahmeti cemaatle beraberdir.” Cemaat üzerinde dolaşan bir bulut, adeta altına girene rahmet yağdırır. Bir kişinin duası, sadece bir ferdin duası olup, taşıdığı rahmet damlaları da o kadardır. Halbuki, tam olarak ittihat etmiş, ağız gönül birliği içindeki bir cemaatin duasının karşılığı, tek tek her ferde inen miktarını kat kat üstündedir ve sağanak sağanaktır. Eğer rahmete açık semereli bir ağaç olmak istiyorsanız, orman içinde bir ağaç olmaya bakınız; tek başınıza kaldığınızda size hiçbir rahmet düşmez.. kuruyup gidebilirsiniz; ama ormanda ki ağaçlardan biri olmak isterseniz, o zaman mutlaka size de rahmet inecek ve siz de o rahmetten bol bol yararlanacaksınız. Yine diyelim ki, siz bir sivilsiniz, silahınız yok; kuvvet ve kudretiniz de sermayeniz kadar.. Oysa, askerde tek başınıza bile olsanız, iktidarınız, silahınız, ferdi kabiliyet ve cesaretinizin yanı sıra, içinde bulunduğunuz birliğin kuvvet ve iktidarını da yanınızda bulur ve yerinde bir paşayı, hatta bir orduyu bile esir edebilirsiniz.

İster hayır adına, isterse şer adına olsun, her hal o kadar cemaatin işgücü ve te’siri her türlü tasavvurun üstünde olduğu gibi, böyle bir şahs-i manevinin Allah’a teveccüh edip yalvarması da, Cenab-ı Hakk’ın rahmetini ihtizaza getirmesi ve İlahi imdada vesile olması bakımından çok önemlidir. Hatta o kadar ki, ehl-i dalalet bile bir cemaat halinde dua etse, bazı ahvalde sizin tek başınıza yaptığınız duaları geri çevirebilir. O halde, dalalet cemaatlerine karşı mukabele ve mukavemet edebilmek için, mü’minlerin de cemaatleşmeye, cemaat halinde müdafaaya ve cemaat ruhuyla duaya ihtiyaçları vardır.

Cemaat içinde bulunmanın bir büyük faydası da şudur: Kişinin masiyetleri, (günahları), dualarının kabul semasına yükselmesine engel olabilir; cemaatin dualarının kabul olacağı ise, kat’i gibidir. Bir kudsi hadisde Allah (cc) söyle buyurur: “Humu’l kavmu la yeska bihim celisuhum- Onlar öyle bir cemaattir ki, onlarla bir arada bulunan bedbaht olmaz.” Evet, gül bahçesinde bulunan, hiç olmazsa o bahçenin kokusundan istifade eder.

Cemaat, İlahi rahmeti cazibesi ve duasıyla davet edip sinelere ulaştırmada vasıta olduğu gibi, bela ve musibetlerin def’ine de önemli bir vesiledir. Sema, kendine açılan semavi simalıların elleri ve gönülleriyle çok alakadardır. Evet, cemaat halinde dua ve yakarış, Rahmete açılan avuçlara semavi tebessümleri celb ederken, aynı zamanda yere uzanan afet ve musibetlerin de def’ine sebeptir.

Peki hangi cemaat? Bu konuda belli bir yönlendirme yapılması yanlış olur. Her insan kendi fikirlerine, yasam tarzına ve doğruluğuna inandığı bir topluluğa girebilir. Önemli olan FERDIYETten uzaklaşmak, CEMAATin feyzi ve bereketinin yanında daha güvenli olmaktır.

Bir gün hesaba çekileceğiz, Allah korusun, günahlarımız ağır basarsa belki içinde bulunduğumuz CEMAATte Allah’ın razı olduğu kullardan varsa; olanların yüzü suyu hürmetine bizler de affediliriz. Sadece bu umut için bile CEMAAT halinde yasamak büyük bir lütuftur…

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: