Anneye Bağımlı Çocuklarda Öğretilmiş Çaresizlik
Bir çocuk nasıl anneye bağımlı hale gelir? Anneye bağımlı hale gelen çocukların kişilik özellikleri nedir? Bu soruların cevabını verebilmemiz için doğumdan okul çağına kadar çocuğun zihinsel gelişimini izlememiz gerekir. Bilindiği gibi, çocuğun doğuma kadar olan zihinsel potansiyeli genetik mirasa, yani anneden babadan ve atalarından genler vasıtasıyla intikal eden kodlara bağlıdır. Buna doğuştan gelen zihinsel yetenek diyebiliriz. Yeni doğan bir bebeğin genetik kodlar vasıtasıyla sahip olduğu zihinsel yeteneklerin açığa çıkması ve işlerlik kazanması aileden alacağı eğitime bağlıdır.
Yeni doğan bir bebek, annenin koruması ve bakımı olmadan hayatını devam ettiremez. Annenin şefkatli kollarında ve sıcak kucağında süt emen, altı kirlendiğinde temizlenen, koruyup kollanan bir bebek, geldiği bu yeni dünyada yalnız ve korumasız olmadığını hissetmeye ve anneye güven duymaya başlar. Güven duygusu sadece beslenme ve bakıma bağlı olmayıp, anneden aldığı sevgi ve şefkatle yakından ilişkilidir. Bu sebepledir ki, en az iki yaşına kadar anne çocuk beraberliği güven duygusunun gelişiminde çok önemlidir. Bu süreyi anne sevgisinden ve şefkatinden ayrı geçiren bir bebek, resmi kurumlarda çok iyi bakılıp beslense dahi, zihinsel ve duygusal yönden geri kalmakta; güven duygusu gelişmemektedir.
Çocuk kendi ayakları üzerinde dikilene kadar gerekli olan besleme, temizlik, yardım ve koruma gibi annelik hizmetleri, yürümeye ve konuşmaya başladıktan sonra yavaşlatılmalı; elini yüzünü yıkama, dişlerini fırçalama, yemeğini kaşıkla yeme, giyinip soyunma, oyuncaklarını toplama, tuvalet ihtiyacını giderme gibi becerileri annesinin yardımı olmadan kendi başına yapabilmesi için teşvik edilmeli ve eğitilmelidir.
Bir çocuk üç-dört yaşına geldiğinde yukarıda saydığımız becerileri kazanmış olmalıdır. Eğer anne yardım etmeye devam eder, “sen yiyemezsin ben yedireyim, sen giyemezsin ben giydireyim, atlama düşersin, koşma terlersin,” diyerek sıkıntı yaşamadan her ihtiyacı karşılanır, her istediği yerine getirilirse; anneye bağımlı hale gelir, yapabileceği işleri yapamaz olur. Buna psikolojide “öğretilmiş beceriksizlik” diyoruz. Öğretilmiş beceriksizliğe maruz kalan çocuklar, karşılaştıkları problemleri anne ve babalarının yardımı olmadan çözemez, kendi başlarına karar veremez, sorumluluk almak istemezler.
Anneye bağımlı çocuklar, ihtiyaçlarının karşılanmasını, her isteğinin yerine getirilmesini anne ve babanın görevi bilir; çaba sarf etmeye gerek duymazlar. Hazıra alıştıkları için zihinsel ve fiziksel olarak tembel bir kişilik kazanmışlardır. Özgüvenleri çok zayıftır. Arkadaş edinmede ve oyun kurmada güçlük yaşarlar.
ANNEYE BAĞIMLI ÇOCUKLARDA OKUL KORKUSU
Eğer okulların açıldığı gün bir ana okulunun veya ilköğretim okulunun önünde bulunma ve çocukları gözlemleme fırsatı bulmuşsanız; sanırım bulmuşsunuzdur. İçinizde anne baba olanlar çocuğunu okula götürdüğü ilk günü hatırlayacaklardır. Bazı çocuklar annelerinin elinden ve eteğinden tutmuş, korku ve panik içinde etrafa bakmaktadır. Bu çocuklar anneleriyle birlikte sınıfa girmek, aynı sıraya birlikte oturmak isterler. Öğretmenler, okulun ilk birkaç günü bu çocukların okula alışmaları için anneleriyle birlikte oturmalarına izin verir. Ancak bir hafta sonra bile anneleriyle birlikte oturmakta ısrar eden; anneleri ayrılmak istediğinde ağlayarak peşinden giden çocuklar vardır. “Okul korkusu” veya diğer adıyla “okul fobisi” yaşayan bu çocuklar aşırı koruyup kollanan, her ihtiyacı anne baba tarafından karşılanan, hazıra alışmış, aileye bağımlı hale getirilmiş çocuklardır.
Aileye bağımlı çocuklarda “öğretilmiş âcizlik” dediğimiz özürlü bir kişilik gelişmektedir. Dev ağaçların gölgesinde kalan taze fidanlar, nasıl büyümeleri için gereken ışığı alamadıkları için bodur kalır, gelişemezlerse; bu çocuklar da anne babalarının gölgesinde kalmış, gelişememiş fidanlardır. Aileye bağımlı çocuklar, anne ve babalarının yardımı olmadan yemeğini yeme, dişini fırçalama, tuvalet ihtiyacını giderme, oyuncaklarını toplama, bakkaldan ekmek alma gibi akranlarının rahatlıkla yapabildikleri işleri yapamazlar. Anne ve babalarından ayrı kalmaktan korkar, kendi başlarına okula gidip gelemez, yatılı okulda kalmak istemez, kalabalıkların içinde kendilerini yalnız hissederler.
Anne baba okula başlayan çocuklarına yardım etmeye devam eder, okula götürüp getirir, çantasını taşır, derslerine ve ödevlerine yardım eder; hatta çocuk ödevini yapmadan uyuduğunda öğretmenine mahcup olmasın diye ödevini yaparsa; çocuk “demek bunları yapmak da annemin ve babamın görevi” diye düşünecektir.
İlköğretim üçüncü sınıfa giden bir erkek öğrenci sınıfta kitapsız oturuyordu. Öğretmen neden kitabı olmadığını sordu. Çocuğun verdiği cevap çok ilgi çekiciydi: “Annem kitabımı çantama koymayı unutmuş.” İlköğretim üçüncü sınıfa giden bir çocuk, çantasını hazırlama görevinin annede olduğunu zannediyorsa; bu çocuk kesinlikle aileye bağımlı, öğretilmiş bir beceriksizdir.
“Neden Ağlıyorsun Anne, Bak Düşmedim”
Anne baba okulunda “öğretilmiş beceriksizlik” konusunu işlerken bir annenin gözlerinden yaşlar aktığını gördüm. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:
“Neden ağlıyorsunuz, sizi üzecek bir şey mi söyledim?”
“Hayır, beni üzecek bir şey söylemediniz; aksine beni büyük bir yanlıştan döndürdünüz…”
“Nasıl bir yanlışlık bu; bizimle paylaşmak ister misiniz?”
“Şimdi paylaşmak istemiyorum; birkaç gün sonra belki…”
Aradan bir hafta geçmiş; ben olayı neredeyse unutmuştum. Anne aramızda geçen diyalogu hatırlattı ve yaşadıklarını paylaşmak istediğini söyledi. Bunu duyduğuma çok sevinmiştim. Anne anlatmaya başlamış, bütün sınıf dikkatle dinliyordu.
İşte annenin anlattıkları: “Siz öğretilmiş acizlik konusunu işlerken içim cız etmişti. Göz yaşlarımı tutamadım. Biri kız biri erkek iki çocuğum var. Kızım on yaşında ilköğretim dördüncü sınıfa gidiyor. Oğlum henüz üç yaşında. İkisini de çok seviyorum. Ancak, sizi dinlerken, bu sevgimi hatalı yönde kullandığımı fark ettim. Başlarına bir kaza gelmesinden, yanlış yapmalarından, mutsuz olmalarından korktuğum için bütün ihtiyaçlarını karşılıyor, en basit işlerde bile yardım ediyor, neyi nasıl yapacaklarını ben söylüyordum. Kızımı okula ben götürüp getiriyor, ders programını ve ödevlerini ben takip ediyor, yanına oturup ödevlerini ben yaptırıyordum. Onu kendime bağımlı hale getirdiğimi ancak şimdi anlayabiliyorum…”
Anne derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya devam etti: “Sizi dinledikten sonra, çocuklarıma karşı annelik tutumumu değiştirmeye karar verdim. Kızım kendi başına okula gidip gelebilsin diye onu cesaretlendirecektim. Odasının dağınıklığını artık ben toplamayacaktım. Yardım istemedikçe derslerine ve ödevlerine karışmayacaktım. Ancak uygulamaya kalkınca bunun o kadar da kolay olmadığını anladım. Kızımı karşıma aldım. “İlişkilerimizde bazı değişiklikler yapmaya karar verdim…” dedim. “Bazı şeyleri benim yardımım olmadan yapabilecek kadar büyüdüğünü düşünüyorum. Okula kendi başına gidip gelebilirsin. Artık odanın dağınıklığını ben toplamayacağım, kendin toplayabilirsin. Benden yardım istemedikçe derslerine ve ödevlerine karışmayacağım; çalışma programını kendin yapacaksın…”
Daha söyleyeceklerimi tamamlamadan kızım ağlamaya başladı. “Ama bu nasıl olur?” dedi. “Artık beni sevmiyor musun? Bu söylediklerini, sen olmadan, nasıl yapabilirim?..” Kendimi kızımın yerine koyunca ona hak verdim. Onu hazıra ben alıştırmıştım. Kendi ayakları üzerinde durmayı da yine ben öğretecektim. Eğer senin yaşındaki kızlar yapabiliyorsa, sen de yapabilirsin; bence denemeye değer, hemen pes etme, dedim. Deniyoruz, başaracağımızı ümit ediyorum.”
“Gelelim üç yaşındaki oğluma. Onu da kendime bağımlı hale getirmiştim. Ancak, birkaç gün önce yaşadıklarımız bana ümit verdi. Sanırım onunla işimiz daha kolay. Oğlumla sokakta yürürken veya merdiven inip çıkarken elinden tutuyor; başına bir kaza gelmesin diye elini bırakmıyordum. Çocuğum elini kurtarmaya ve kendi başına yürümeye çalıştıkça, ben “hayır” diyordum.
Tutum değiştirmeye karar verdiğim gün, oğlumla bakkaldan ekmek almış eve geliyorduk. Bir deneme yapmak istedim. Oğluma döndüm:
“Ahmet, dedim, neden sokakta değil de yaya kaldırımında yürüyoruz?’
“Çünkü, dedi, sokakta yürürsek arabalar bize çarpar.”
“Elini bıraksam, sokakta mı yürürsün, kaldırımda mı?”
“Kaldırımda.”
“Evet, sen akıllı bir çocuksun, nerede yürüyeceğini biliyorsun. Artık elinden tutmama gerek yok” dedim ve elini bıraktım. Söylediklerime ve elini bırakmama inanamadı. Tek başına yürümenin zevkine varmak istercesine adımlarını hızlandırdı. Düşecek diye korktum. Alışkanlık işte… “Ahmet, biraz yavaşla lütfen, sana yetişemiyorum…” dedim.
Apartmanımızın dış kapısından girdik. İkinci kata, dairemize, çıkan merdivenin başında durduk. “Ahmet, dedim, artık yeterince büyüdün. Elimden tutmadan bu merdiveni kendi başına çıkabilirsin.” Aslında o benim elimden tutmuyordu; ben onun elinden tutuyor, bırakmıyordum… O anki şaşkınlığını anlatamam. Sanki uzaydan gelmişim gibi yüzüme baktı.
“Gerçek mi? Gerçekten büyüdüm mü?”
“Evet oğlum, gerçekten büyüdün…”
Merdiven basamaklarından bir çıkışı vardı ki, anlatamam. Ha düştü, ha düşecek. Yüreğim ağzıma geliyor, “dikkat et, düşeceksin!” dememek için kedimi zor tutuyordum. Merdivenin son basamağını da çıkınca geriye döndü, zafer kazanmış komutan edasıyla ellerini havaya kaldırdı. “Yaşasın, çıkabildim!” dedi. Yüzündeki sevinci görmeliydiniz. Göz yaşlarımı tutamadım. Ağladığımı görünce: “Neden ağlıyorsun anne, bak çıkabildim, düşmedim…” dedi.
Gerçek sevginin ne olduğunu şimdi anlıyorum. Aşırı sevgi ve koruma içgüdüsüyle çocuklarımızın yeteneklerini köreltiyor, onlara beceriksizliği öğretiyormuşuz.”
PEDAGOG ALİ ÇANKIRILI