Aykırı Mezar

RUSYA’NIN kuzey batısında Hıristiyanlığın sembolü Novgorod şehri. Bu şehrin kuzeyinde, adeta diğerlerine sırtını dönmüş bir mezar bulunuyor.

Bütün mezarlar haç işaretli ve aynı istikamette olduğu halde, üzerinde haç işareti olmayan ve yönü kıbleye dönük tek mezar bu…

Başucundaki oval mermer taşın ortalarında küçük harflerle Sofla Valentinovna, mermerin üst kısmında büyük harflerle yarım ay şeklinde yazılmış büyükçe MERYEM yazısı göze çarpıyor. Ayrıca mermer taşta, mezarlığa yolu düşenlerin dikkatini çeken şu vecize yer alıyor:

Dünya fanidir. Fakat iyi bilin ki, sonsuz bir hayat vardır.”

Mezarının yönünü Sofia, bizzat kendi vasiyetinde belirtmişti. Mezar taşma da bu vecizenin yazılmasını istemişti.

Mezarlığa giren herkes, hayatının son altı ayını imana adamış bu kadının mezar taşına hayretle bakmaktan kendini alamıyor. Ve ardındaki sebebi merak ediyor. Bu aykırı mezarın sahibini tanımak için altı ay öncesine gitmek gerek.

Novgorod’un en yüksek binalarından birindeyiz. Radyo televizyon binasındayız. Sofla Valentinovna radyo kanalının önemli programcılarından.

Tüm Rusya’da hayranlıkla takip ediliyor. Çok güçlü bir hitabete ve son derece güzel bir ses tonuna sahip. Rusça’yı düzgün ve akıcı bir diksiyonla konuşuyor ve dinleyicileri kendine bağlıyordu.

İşini her zamanki gibi büyük bir titizlikle yapan Sofla, o günkü radyo programı için odasında hazırlanıyordu.

Abdülkerim randevusuna geç kalmış gibi arabayı hızla sürüyordu. Yanında bulunan Resul, Abdülkerim’in bir işi başlayıp bitirme konusundaki titizliğini bildiğinden arabayı sürmedeki heyecanını buna bağlıyordu.

Epey dolaştıktan sonra nihayet Novgorod‘taki radyo televizyon binasının önünde durdular. Ve ikisi arabadan indiler, radyo binasına girdiler. Abdülkerim kendine olan güvenin verdiği cesaretli tavırla danışmaya yaklaşarak müdür beyle görüşmek istediğini söyledi. Resul ise yeni hizmet macerasında bu sefer nelerle karşılaşacağını merak ediyordu. Sekreter, hangi konuda görüşmek istediklerini sorup öğrendikten sonra müdürle irtibat kurdu ve:

– Buyurun, müdür bey sizi bekliyor, dedi.

Radyo müdürüne gidip bant kaydı için okunmasını istedikleri kitabı gösterdiler. Okunanların büyük bir mahkûm kitlesine dinletileceğim, bu yüzden kayıt için radyo binasını seçtiklerini söylediler. Bunun üzerine müdür, şartlarını ve stüdyo saat ücretini söyledikten sonra, kendilerini üçüncü kattaki Sofıa Valentinovna’ya sevk etti. Asansöre binip üçüncü kata çıktılar. Koridorun hemen sağında bulunan ve üzerinde “Sofia Valentinovna” isminin yazılı olduğu kapıya yöneldiler.

O anda Resul’ün zihninde bir şimşek çaktı. Bu ismi bir yerlerden hatırlamaktaydı. Hafızasını biraz yokladıktan sonra, “Tamam, Azerbaycan’dayken radyolarda, seslendirdiği Rusça romanlarını dinlediğimiz, sesine hayran olduğumuz, meşhur Rus spiker Sofia Valentinovna bu!” dedi içinden. Heyecanı daha da arttı.

– Şu işe bak Abdülkerim, kimin yanına geldik. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, diye mırıldandı.

Abdülkerim hemen tepki vermedi. Çünkü o tipik bir Rus’un karakteristik özelliklerine sahipti, soğukkanlıydı. Daima yapacağı işi düşünür, hedefine yürürdü. Tabiri caizse, dereyi görmeden paçaları sıvamazdı.

Rusya’nın Korkulu Rüyası: Nikolay İvanoviç

BATI RUSYA’NIN mafya lideri olarak tanınırdı. Yaptıkları sık sık Rus medyasının gündemine taşınırdı. Uluslararası pek çok gasp, soygun, kaçakçılık ve cinayet olayına adı karışmıştı. Fakat buna rağmen uzun yıllar yakayı ele vermedi. Çok kurnaz ve cesur bir kişiliğe sahipti. Bu yolda elde ettiği servetinin çokluğu dillere destandı. Amerika ve Kanada’da malikâneleri, okyanuslarda yüzen gemileri vardı. Rus kamuoyunda neredeyse onu tanımayan yoktu.

Nikolay için işler yolunda gidiyordu. Fakat bir gün hiç ummadığı bir durumla karşılaştı, ihanete uğradı. Çok sevdiği, çocukluğunu beraber geçirdiği, aynı zamanda mafya işlerinde en güvendiği yoldaşı onu ele vermişti. Dostum dediği insan, Nikolay’ın yerini alabilmek için devletten gelen gizli teklifi reddedememişti. Kendisi serbest bırakılmak şartıyla Nikolay’ı ihbar etti ve onun yerini aldı.

Bir zamanlar Rusya’ya hükmeden Nikolay, ihanete kurban gitmiş, Rusya’nın en ünlü hapishanesine konulmuştu.

Sıradan bir mahkûm gibi işkence gördü ve hücreye atıldı Nikolay. Bütün bunlar umurunda bile değildi. Asıl onu kahreden, en güvendiği arkadaşının ihanet etmesiydi. Bunu bir türlü içine sindiremiyordu.

Düşündükçe kahroluyordu.

Hatta bu yüzden intihara bile teşebbüs etmişti.

Sofia Valentinovna

SOFİA, KOYU renkli ahşap masasının başında, o gün yapılacak programla ilgili notlarını düzenlemekle meşguldü. Odasındaki sessizlik bir anda kapının çalmasıyla bozuldu. Resul ve Abdülkerim içeriye girdiler.

Sofıa, Resulün tipinden Rus olmadığını anladı. Tepeden bakan ve küçümseyen bir tavırla sordu:

– Ne var, ne için geldiniz?

Yüzünde ciddiyetten de öte, soğuk rüzgârlar esen, 65 yaşlarındaki bu kadının Resul’ün üzerinde bıraktığı ilk intiba hiç de hoş değildi. Resul bu hisler içindeyken Abdülkerim cevap verdi:

– Müdür bey gönderdi, bir seslendirmemiz var.

– Şartları konuştunuz mu?

– Evet, kayıt için sizinle görüşmemiz gerektiğini söyledi müdür bey.

– Metni siz mi seslendireceksiniz, yoksa biz mi?

Buna karar vermemişlerdi. Ama Abdülkerim’e göre, kaydını yapacakları kitap Risale-i Nur metni olduğu için bunu, inanan birinin seslendirmesi gerekiyordu. Bu yüzden düşünmeden:

– Biz seslendireceğiz, diye cevap verdi.

– Peki, o zaman yarın sabah saat dokuzda gelin! Gelirken okunacak metnin üç ayrı nüshasını beraberinizde getirmeyi de unutmayın, dedi Sofıa, sert bir ses tonuyla.

Resul, Risale-i Nurun insanlar üzerinde bıraktığı tesiri bildiğinden, “Belki ilgisini çeker” diye cebinden çıkardığı Tabiat Risalesi’ni kadına gösterdi.

– Efendim, bizim okuyacağımız kitap bu… Adı Tabiat Risalesi… Allah’ın varlık ve birliğini ispat ediyor!

Sofia çok zeki ve gururlu bir ateistti. Resul’ün niyetini sezmiş olacak ki, tam tersine bir cevap verdi:

– Bana bak! Burası Novgorod Rusya, Hıristiyanlığının merkezi… Ben Hıristiyanlığa bile inanmıyorum, nerede kaldı senin dinine inanacağım, hadi oradan, deyip adeta elinin tersiyle Resulü kovdu.

Resul neye uğradığını şaşırmıştı. Beklemediği bu cevapla morali bir hayli bozuldu. Hatta dışarı çıkarken bu kadınla nasıl çalışacaklarını düşünerek endişesini Abdülkerim’e açtı:

– Gördüğün gibi kadın koyu bir ateist! Bununla nasıl yapacağız?

Abdülkerim, her zamanki gibi kararlı tavrıyla:

– Resul, biz işimize bakacağız, o da işine bakacak, onun dinsizliği bizi ilgilendirmez!

Resul, Abdülkerim’e hak verdi.

Nur dershanesine vardıklarında Resul’ün aklı hâlâ Sofia Valentinovna’daydı. İslamiyet’e karşı söylediği sözlerin etkisinden bir türlü kurtulamamıştı.

– Abdülkerim, komünizm kadını ne hale getirmiş gördün mü, diye söylendi.

– Şimdi kadını bırakalım da, biz işimize bakalım. Bu iş, dershanede ders yapmaya benzemez, düzgün ve takılmadan okumalısın, dedi.

O gece ikisi kafa kafaya verip geç vakte kadar Tabiat Risalesi üzerinde çalıştılar. Resul stüdyodaymış gibi alıştırmalar yaptı. Bir ara kendini rol yapıyormuş gibi hissetti ve okuyuş tarzını yüreksiz buldu.

– Bu Abdülkerim de başımıza açmadık iş bırakmadı. Ben kim, stüdyoda ses kaydı yapmak kim? Bir bu eksikti. Sayesinde seslendirici de olduk. Aslında bu işi profesyonel birine yaptırmalıydık, diye içinden söylendi. Daha sonra bu düşüncesini açığa vurdu:

Abdülkerim, bu iş özel bir kabiliyet ve tecrübe ister. Ben hayatımda stüdyoya girip bir cümle bile okumuş değilim. İstersen gel, bunu o kadına okutalım, ne dersin?

– Bak Resul, bu sadece kabiliyet isteyen bir iş değil, aynı zamanda iman işi, ihlâs işi. Görmedin mi, kadın kopkoyu bir ateist! Açıkça inanmadığını söylüyor. İnanmayan birinin Risale-i Nur’ları seslendirebileceğine sen inanıyor musun? Onun için bu işi senin yapman gerek.

Bu açıklama Resul’ü ikna etmeye yetti. Yine Abdülkerim’e hak verdi. Zaten Abdülkerim’de müthiş bir ikna gücü vardı. Artık iş, başa düşmüştü. Resul, stüdyodaymış gibi gece yarılarına kadar okuyacaklarını tekrar etti.

Kayıtta ilk gün

Sabah olunca Abdülkerim tam vaktinde gelip zili çaldı. Resul’ü alıp birlikte radyo binasına gittiler.

Resul oldukça heyecanlıydı. Sofia ile önceki gün yaşadığı olumsuzluğun etkisini henüz üzerinden atmış değildi. Abdülkerim kendisini bir joker gibi kullanmıştı. Onu rolden role soktuğunu düşündü. İçinden, “Spikerlik kim, ben kim?” diye tekrarlıyordu. Ama bir yandan da, hizmet için her şeye razıydı.

– Yiğidi öldür, hakkını yeme, derler. Ruslar, gerçekten işlerini sağlam yapan insanlardı. Stüdyoya vardıklarında Sofia Valentinovna, kayıt odasında hazır bir şekilde onları bekliyordu.

Abdülkerim ve Resul yeni bir hizmet macerasının ilk gününde şevkle kayıt odasına girdiler. Seslendirecekleri metnin üç nüshasını da Sofia’ya verdiler.

O da bunlardan birini Resul’e, diğerlerini iki arkadaşına verdi. Resul kitabı seslendireceği sırada Sofia okunan kelimelerin telaffuz edilmesini takip edecek, diğer iki arkadaşı da camekân arkasından metnin eksiksiz okunmasını takip edecekti. Böylece yapılan hatayı birinin kaçırması halinde diğerinin yakalaması sağlanacaktı.

Bir Kayıt Esnasında Resul, bu durumu görünce bir kere daha işin ciddiyetinin farkına vardı. Kayıt odasına geçip, masanın başına oturduğunda heyecanı biraz daha arttı. Kendini yatıştırmak için önündeki bardaktan birkaç yudum su içtiyse de heyecanı geçmek bilmiyordu. Sofia Valentinovna, kayıt öncesi son talimatlarını verdi:

– Bak, bu ikaz lambası. Bu yanınca okumayı kesecek, bize kulak vereceksin. Hatalı okuduğun yeri tekrar okuyacaksın, tamam mı?

– Tamam! Sofia’nın işaretiyle kayıt başladı.

Resul dersin başındaki besmeleyi okuyup manasını Rusça’ya tercüme eder etmez, ikaz lambası yanıp söndü. Ardından sanki kıyamet kopmuş gibi Sofia Valentinovna’nın sesi duyuldu:

– Bu ne biçim okumak? Kafkas şivesiyle Rusça’yı berbat ettin! Zaten heyecandan dili damağına yapışmış olan Resul’ün bu sefer eli ayağına dolaştı. Sofia öfkeli ses tonuyla:

– Neyse, hadi devam et, dedi.

Resul okumaya devam etti, ama hiç kendinde değildi. Moral bozulduğuyla neredeyse her cümlede hata yaptı. İkaz lambası da devamlı yanıp söndü. Sofia sert üslubuyla moralini bozmaya devam etti. Üstelik:

– Ne olacak, siz Müslümanlar hep böylesiniz, diyerek kendi kusuruyla bütün Müslümanlar’ı suçladı. Bu, Resul’e daha da ağır geldi.

Okuma bitip de stüdyodan çıktığında Resul’ün yüzü ateşte kızarmış gibiydi. Hele Sofia’nın kendi şahsında Müslümanlar’a hakaret etmesi, işin tuzu biberi olmuştu. İçinden, “Bu iş buraya kadar!” deyip Abdülkerim’e siteme hazırlandı. Stüdyodan çıkıp da Abdülkerim’le karşılaşır karşılaşmaz:

– Bütün bu hakaretler senin yüzünden… İşitmediğimiz laf kalmadı. Yarın ben yokum, sen gelir okursun!

Abdülkerim, son derece sakin bir tavırla:

– Dur bakalım kardeşim, hemen pes etmek yok. Sabredeceğiz.

– Onu, bunu bilmem, sen gelir okursun. Ben bu dinsiz kadından daha fazla hakaret işitmek istemiyorum!

Not: 1. Bölüm’ün sonuna geldik… Eklenen bölümleri, bu sayfadan takip edebilirsiniz. http://www.nurnet.org/kizil-meydandan-kibleye-hidayet-hikayesi/

 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: