Bazı İnsanlar Neden Özürlü Doğar?
İnsan vücudu, Yaratıcının sanatı için bir model olmuştur. O; vücut adı verilen elbiseyi keser, biçer, diker ve sanatını gösterir. Esma-ül Hüsna’dan yetmişten fazla “Güzel isim”in bütün ifadeleri ve yansımalarıyla bazı subuti sıfatlarını da insan üzerinde görebiliriz. Mesela Hayat, İlim, İrade, Kudret, İşitme, Görme, Konuşma ve Yaratma gibi özelliklerinden bir parça da yarattığı insanın içine koymuştur.
İnsan; bir ressamın tablosundaki şekiller, çizgiler ve renklerin özgün karışımı gibidir. O; dünyada en ünlü bir heykeltıraşın elinde yonttuğu en kıymetli eserinden daha kıymetlidir. Çünkü o, canlıdır, duyguları vardır, devamlı değişim ve gelişim içindedir ve o, ilahi bir sanat eseridir. Sanatkârının her birini tek ve özel yarattığı eserleridir. Yetmişten fazla güzel ismini kendisinde yansıttığı bir varlıktır o.
*insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyâde esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takvîminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Latîf isimlerini ve hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtı ile, cihazât ve cevârihi ile, letâif ve mâneviyâtı ile, havâss ve hissiyâtı ile ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek, nasıl esmâda bir İsm-i âzam var; öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır.
Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var. (SÖZLER, 33.Söz)
Dünyaya gelen bazı bebekler, doğuştan eksik organlarla doğarlar veya normal dışı yapısal bozukluklar gösterirler. Mesela insanların iki gözü olmakla beraber bazıları ama, bazıları da işitme engelli veya başka bir hastalıkla doğabilirler.
Yüce Yaratan; bilim insanlarından ancak mikroskoplarla görülebilen, ve okunabilen 4 harfli(S,T,A ve G), bir alfabeyle yazdığı DNA kitapçığı içindeki sırlarla dolu ilahi mektuplarını, okumasını ve onlardan hastalıkların sebeplerini bulmak ve onlardan kaçınmak için tedbirler almalarını beklemektedir. 1 gram DNA molekülü, 1 trilyon CD’ye eş değerde bilgiyi saklayabilmektedir.
O mektupların yazarı, “Oku” emriyle bütün insanlara yeryüzüne halife veya ustabaşı olma kapısını açmıştır. Mektupları kim ne kadar okursa, sırlar da ona o kadar açılacaktır. Ve bu okumalar sonunda insan, kimi zaman bir ustabaşı kimi zaman da bir halife olabilir. İlahi iznin verildiği sınırlara kadar bu konuda elde edilecek dereceler için bilimsel çalışmalar yapmak, bilim adamlarına dinin bir emridir.
* bu küçücük insan, câmiiyet-i fıtrat itibâriyle şu mevcudât içinde bir ustabaşı (SÖZLER, 10.Söz)
* bu kâinatın hikmet-i hilkati ve büyük neticesi ve kıymetli meyvesi ve arzın halîfesi olduğunu fenleriyle, san’atlarıyla gösteren (SÖZLER, 10.Söz)
Mesela doğuştan işitme engellilere 3 yaşından önce takılan biyonik kulak, böyle bir çalışmanın ürünüdür. O, kulağın işitme görevinin sırları öğrenilerek geliştirilmiş bir cihazdır. Bugün için biraz kaba görünümlü olsa da ilerde daha estetikleri yapılabilir. Böbrek yetmezliği olan hastaların girdiği diyaliz makinesi de böyle bir çalışmanın örneğidir.
Doğuştan çeşitli özürlü olma oranı her bin doğumdan ancak kırkıdır. Bunun 5-8 tanesi kalp hastası, 1.5-6 sı işitme engellidir. Görme engellilerin oranı ise her on bin doğumda 1-6 dır. Down sendromu ise binde bir oranındadır.
Bu gün için doğumsal rahatsızlıkların nedenleri şöyle sıralanabilir: Sebebi bilinmeyenler %60, birden fazla nedene bağlı olanlar, %20, Tek gene bağlı olanlar %7,5, kromozoma bağı nedenler %6, Annede mevcut bazı kalıcı hastalıklar %3, Hamileyken yakalanılan bazı enfeksiyonlar %2, Annenin hamileyken aldığı bazı ilaçlar, x-ışını ve alkol %1,5.
Hastalıklara yakalanmamak için, bilinen bu nedenlerden uzak durulmalıdır. Böyle bir durumla karşılaşıldığı zaman nasıl davranmak gerekir? Her organın kendine ait kulluk görevleri vardır, mesela âmâlar gözün yapmak durumunda olduğu ibadetlerden muaftırlar. Felçli olanlar namazdaki secde gibi bazı hareketlerden sorumlu değildirler. Onların hakkı verilen diğer organlar için şükür ve hamd etmektir. Bir gözü olan iki gözü olmayan âmâlara bakıp şükretmeli. İki gözü olmayanlar ise niçin iki gözüm yok dememeli, verilen diğer organlara bakıp yine de şükretmelidirler.
Doğuştan gelen engelliler arasında üstün yetenekli, zeki çok insanlar çıkmıştır. Ama insanlar arasından güzel resim yapan nice ünlü ressamlar, müzisyenler, bedensel özürlüler arasından nice olimpiyat şampiyonu sporcular çıkmaktadır. Bir organın eksikliği, onları eksik bir insan yapmaz. Bu konuda binlerce örnek vardır, birkaç tanesinden bahsedelim:
Helen Keller, doğuştan görme, işitme ve görme engellidir ama 10 kitap yazmıştır.
Braille ise görme engellidir ve kendi adıyla anılan kabartma harflerden yapılmış kendi icadı alfabeyle bütün âmâların okumasını sağlamıştır.
Doğuştan görme engelli Eşref Armağan ise, görmediği nesnelerin maket modellerine parmak uçlarıyla dokunarak ve hayal duygusunu kullanarak başarıyla onları resme aktarır.
* Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan âmâlara bak, Allah’a şükret. (LEMALAR, 25.Lema)
* Evet, mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü’l-Vücuda karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd ile, verdiği vücut mertebelerinin hakkını edâ etmektir. Çünkü verilen bütün vücut mertebeleri vukuattır, birer illet ister. Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır. İmkânat ise ademdir, hem nihayetsizdir. Ademler ise illet istemezler. Nihayetsize illet olamaz. (MEKTUBAT, 24.Mektup)
* Ey gözüne perde gelen hasta! Eğer ehl-i imanın gözüne gelen perdenin altında nasıl bir nur ve mânevî bir göz olduğunu bilsen, ‘Yüz bin şükür Rabb-i Rahîmime’ dersin. (…) Evet, bir mü’min, gözüne perde çekilse ve gözü kapalı kabre girse, derecesine göre, ehl-i kuburdan [kabir ehlinden] çok ziyade o âlem-i nuru temâşâ edebilir. 1 Bu dünyada nasıl çok şeyleri biz görüyoruz, kör olan mü’minler görmüyorlar. Kabirde o körler, imanla gitmişse, o derece ehl-i kuburdan ziyade görür. En uzak gösteren dürbünlerle bakar nevinde, kabrinde, derecesine göre, Cennet bağlarını sinema gibi görüp temâşâ ederler.
İşte böyle gayet nurlu ve toprak altında iken göklerin üstündeki Cenneti görecek ve seyredecek bir gözü, bu gözündeki perde altında, şükürle, sabırla bulabilirsin. İşte o perdeyi senin gözünden kaldıracak, o gözle seni baktıracak göz hekimi, Kur’ân-ı Hakîm’dir.(LEMALAR, 25.Lema)
Doğuştan özürlü doğan bir çocuğun bakımı zor diye ailesi onu ölüme terk edebilir mi? Veya tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanan kişi, kendi isteğiyle hayatına son verebilir mi? Toplumda bazı kişilerin aklına böyle fikirler gelebilir. Ancak insan hayatı İslamiyet açısından çok önemlidir, cana kıymak hakkı kimseye verilmemiştir. Ne toplum için feda edilebilir ne de kişi, kendi kendine hayatına son verebilir. İslam’da ötenazi yoktur. Toplumun güvenliği için birey de feda edilemez. Bazı olağanüstü hallerde birey kendisi razı olmuşsa o başka, razı olmadan asla olmaz. Toplumu idare edenler bireyin ölmesine asla karar veremezler.
Kur’an bu konuda insanları uyarıyor:
“Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide, 32.)
Her gün vücudumuzda çeşitli nedenlerle yoldan çıkmış hücreler oluşur. Bağışıklık sistemimiz bunları tanımak ve onları yok etmekle görevlendirilmişlerdir. Mesela kanser hücreleri gibi bazı hücrelerin artık onarılmaları mümkün değilse ve çoğalmaları vücuda zarar verecekse, onların bir çeşit hücresel intihar olan “Apopitosis” adı verilen bir yolla ölümlerine izin verilir, yani onlara günlük kanser temizliğiyle ortadan kaldırılır. Ve Sonbaharda ağaçtan düşen yapraklar gibi, o hastalıklı hücreler, planlı bir hücre intiharıyla yok ettirilir. Eğer bu sistem yaratılmasaydı veya baskılansaydı dünyada kanserden ölen insanların sayısı doğanlardan fazla olurdu.
İslam’da bir insanın canına kıymak yoktur, ancak her gün insan vücudunda normalde binlerce hücre öldürülür ve binlercesi de yeniden yaratılır. Allah bazı canlıların dünyaya gelmesini istemezse, düşük ile bazı hayatlara son da verebilir. Ama insanlara böyle bir hak verilmemiştir. Toplum menfaati için özürlü bir bireyin yaşam hakkı da feda edilemez.
*Adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide, 32.) ayetin mânâ-ı işarîsiyle, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.
Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür. (MEKUBAT, 15.Mektup)
Dr.Selçuk Eskiçubuk