Bediüzzaman Said Nursi’nin Entellektüel Biyografisi Üzerine Bir Değerlendirme

Şükran Vahide Hanımefendi, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını anlatan böyle kıymettar ve erbâb-ı ilim yanında yüksek bir değeri haiz bir eseri hazırladığı için sonsuz teşekkürü hak ediyor. Entelektüel Biyografi isimli bu eser genel itibarı ile güzel olmakla beraber birkaç noktada eksiklikleri var. Bu yazının amacı bu eksikliklerin de tamamlanması ile Üstad Bediüzzaman’ı, entellektüalite boyutuyla yeterli bir şekilde tanıtacak bir eserin oluşmasına yardımcı olmaktır.

 Öncelikle diyebiliriz ki birkaç yerde dizgi hatası olarak bazı yanlışlar var. ( Mesela, bir yerde takdir kelimesi tekdir olarak yazılmış; mana zıddına dönmüş. Mesela, Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın yılı 1922 olmalı iken 1915 olarak girilmiş… )

İkinci ve asıl ve son derece ciddi eksiklik şu ki, yazarÜstad’ın asıl entellektüalite boyutu olan onun ilmî şahsiyetine ve ilmî keşiflerine dair ne Eski Said Dönemi’ni ne de Yeni Said Dönemi’ni anlatırken hakkıyla değinmemiş. Gerçi Eski Said Dönemi’nde bu konuya dair bir giriş yapılmış fakat bu, deliller ve nümuneler ile desteklendirilmemiş. Ayrıca Üstad Hazretleri, imanî meseleleri izah ve isbat ederken son derece ilmî ve derin ve makul ve mantıkî izahlar ile, çok sağlam ve sarsılmaz ve karşı konulmaz ilmî bürhanlar ve hüccetler ve deliller ile Hakikat’e ve Hakikatu’l-Hakaik’a bir yol açtığını ve bunu Kur’an’ın manevî ve ilmî mucizeliğinden elde ettiğini ifade ettiği halde[1] yazarımız, Yeni Said Dönemi’ni anlatırken, Üstad sanki ilmî çalışmaları tamamen terk etmişçesine bir izlenim vermiş. Oysa Üstad Hazretleri, bizzat şöyle diyor:

Evet dinin, şeriatın ve Kur’an’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hall ve keşfeden ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden ve Mi’rac ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’an hakikatlarını en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur…[2]

Demek Risale-i Nur son derece ilmîdir ve ilim dünyasında yeri ve değeri yüksekte olmayı hak eden ve hakiki değeri de öyle olan bir eser-i cihandeğerdir. Biz, Eski Said Dönemi’ne ve Yeni Said Dönemi’ne ait Üstad’ın bazı ilmî keşiflerini yazarak gerisini yazarın zekâvetine ve entellektüalitesine havale edeceğiz.

Eski Said Dönemi’nde Üstad:

İşarât isimli eserinde; her bir genç erkeğin 1/3 çocuk, 2/3 erkek; her bir genç kızın 1/3 erkek, 2/3 kadın olduğunu tesbit ediyor. Ve evlilik ile, genç kızdaki erkekliğin erkeğe geçmesiyle erkeğin tam erkek olduğunu, erkekteki çocukluğun ise genç kıza geçmesiyle kadının tam kadın olduğunu ifade ediyor. Bu şekilde modern psikolojinin daha ulaşamadığı ve belki de üstünde kalem oynatmadığı bir noktada hakikate muvafık bir tesbit ve keşifte bulunuyor.

Muhakemât isimli eserinde 8. Mukaddime’de; geçmiş asırların insanlarında hissiyat hâkim olduğunu, bunun için de, daha çok somutçu ve gördüğüne inanan bir yapıda olduklarını ve bundan dolayı onları, akılları değil, gözleri; fikirleri değil, hisleri; hikmet değil, hükûmet; hak değil, kuvvet; aklın temayülleri değil, kalbin meyilleri; hüda değil, heva idare ettiğini belirtiyor. Eski asırların insanlarının fikren çocuk olduğunu fakat zamanın ilerlemesiyle artık insanlığın olgunlaştığını ve hikmetin, hakkın, aklın, efkarın, hüdânın bundan sonra sözünün geçeceğini söyleyerek gelecek asırlarda bütün bu özellikler üzerine müesses olan İslamiyet’in hâkim-i mutlak olacağını haklı olarak söylüyor, tesbit ve isbat ediyor.

Yani Üstad, daha derinden bakılırsa, eski devirlerde insanlar için kudret sıfatı ve her alanda onun hâkimiyeti esas iken gelecek zamanda ilim sıfatı ve her alanda onun hâkimiyeti esas olacaktır, diyor.

 Sünûhat ve Lemeât isimli eserinde; Şeriat-ı İslamiye’nin Medeniyeti ile Avrupa Medeniyeti ismi altında beşerî felsefenin ürünü olan bütün medeniyetlerin muvazenesini yapıyor ve şu sonucu çıkarıyor:

İslam Medeniyeti, ilim ve maneviyatın hâkim olduğu, kudretin ve maddenin ise ona hizmetkâr olduğu bir akıl-hâkim medeniyet iken, Avrupa Medeniyeti ise kudret ve madde esaslı giden ve ilmin geri planda kaldığı duygu-hâkim bir medeniyettir. Çünkü, İslamî Medeniyetin esasları Hak ( İlmin ve Şuurun yani İradenin kontrolündeki kudrete denilir ), Fazilet ( Manevi kazanç ve değerdir ), Din, Vatan, Sınıf Rabıta’sı ( Din ve mana bağına dayanır ), Muavenet ( Mananın üstünlüğüne dayanır ), Hüda ( Akıl ve Kalb ittifakı )’dır. Ki her biri ilmin hâkimiyetine yani soyuta dayanır.

Avrupa Medeniyetinin esasları ise Kuvvet ( Maddenin kaynağıdır ), Menfaat ( Maddi kazanç ve değerdir ), Unsuriyet ( Kan bağına dayanır ), Mücadele ( Kuvvetin üstünlüğüne dayanır ), Heva ( Nefsin cismanî arzuları )’dır. Ki her biri kudretin hâkimiyetine yani somuta dayanır. Mesela, Kuvvet, Kudretin cilvesidir, yani görünür halidir.[3] Ayrıca bu esaslardan çıkan sonuçları da Bediüzzaman zincirleme bir sistematikle şöyle sıralar ve şu an yaşanılan tablonun izahı da ortaya çıkar:

Hakk>>Adalet>>Selamet

Fazilet>> Muhabbet ve Tecazüb>>Saadet

Din, Vatan, Sınıf Bağı>>Uhuvvet ve Umumi Selamet>>Vahdet

Muavenet>>İttihad ve Tesanüd>>İhya-yı Cemaat-ı İslamiye

Hüda>>Terakki ve Refahet ( Cismani Kalkınma )>>Tenevvür ve Tekamül ( Ruhani kalkınma )

Hayat (canlılık), Vahdet ve İttihad’ın eseridir.[4] Buna binaen denilebilir ki bu düsturlarla oluşan bir İslamî toplum, büyükçe bir organizma halini alır ve canlanır.

Kuvvet>>Tecavüz ve Taarruz>>Hıyanet ( Yani, Terörizm. )

Menfaat>>Tezâhüm ve Tehâsum>>Cinayet ( Kapitalizmin sonucu budur. )[5]

Unsûriyet>>Tenâzu’ ve Tedâfü’>>Sefalet ( Bütün zenginlik kuvvetlilerde toplanır. )[6]

Mücadele>>Tesâdüm ve Telâtum>>Helaket ( 2 Cihan Harbi bunun ürünüdür.)[7]

Heva>>Sefahet>>Mesh-i Manevi-i İnsan ( Ye’cüc ve Me’cüc anarşizminin sebebi bu.)

Bu düsturlarla oluşan bir toplumda değil manevi saadet ve sürur, maddi ve anlık saadet ve lezzetler dahi hakkıyla mümkün olamaz.

 İşarât isimli eserinde, “ Ben ” kavramı üzerinde bir tahlille, cismin her sene maddeten değiştiğini ve benliğin de her sene öğrendikleriyle şekillendiğini, tabir caizse dağ başından yuvarlanan ve sonra çığ haline gelen bir yapıda olduğunu ifade ediyor. Bu değişim sürecinde şekillenmeler farklı farklı olsa da kendi kendisinin farkında oluş sabit olduğunu ve bunun değişmediğini belirterek ölümde ve sonrasında da bu farkındalığın devam edeceğine değiniyor ve her sene ki “ Ben ” in geçmiş yıllarda ölmüş eski benliklerin aynı farkındalıkla, farklı bilinç seviyesinde haşr edilmiş hali olduğunu ispat ediyor.

Mesnevi-i Nuriye eserinde Nokta Risalesi’nde; Ezeliyet-i Madde, Tabiat, Kuvvetler ve Kanunlar konusunu işleyip, görünen bir şeyin ezelî olamayacağını çünkü görünenin sınırlı olduğunu ve bundan dolayı değişmeye ve erimeye mahkum olduğunu ispat ediyor. Tabiatın ise, Sünnetullah tabir edilen ve maddeyi çekip çeviren İlahî bir yazılım ve program olduğunu; kuvvetler ise, bu programın birer hükmü; kanunlar ise bu yazılımın birer meselesi olduğunu belirterek, yalnızca ve yalnızca Kudret-i İlahiye’nin müessir olduğunu ispat ve izah ediyor.

Bunlar ve benzeri yüzlerce psikolojik, sosyolojik, ahlakî, tarihî, kevnî keşifler ve tesbitler…

Yeni Said Dönemi’nde Üstad:

Mektubat kitabı 24. Mektup’ta, Ontolojik açıdan Ontolojiyi izah ve ispat ediyor. Kudret’in Ayn-ı Vücûd olduğunu, Kudret’in ve Vücud’un Vahdet’ini, İlm’in Ehadiyet’ini, ve Tecelli-i Ehadiyet vasıtasıyla Kudret ile İlm’in organize olmalarını işler. Akabinde bu sistemin sonucunda Âlem-i Şehâdet’in oluşmasını, bunun ise faaliyet ve hareket ile meydana gelişini, onun hayatı doğuruşunu, hayatın bir faaliyet oluşunu, hayatın olduğu yerde lezzet, şevk, aşk, iftihar, sürur gibi manaların ortaya çıkışını tahlil eder. Bu çıkışın sebebinin Tecelli-i Ehadiyet olan her bir mahlukun yazılımı olan ilmî sıkıştırılmış dosyanın açılması oluşunu ve İman’ın, hakikatin böyle olduğunu ilmen bilme ve kabullenme olduğunu ve kendinin de Kudret-i Ehad-i Samed’in bir zuhur noktası olduğunu kabullenme olduğunu beyan eder. Sonra bu âlemde yaşamanın Mutlak Kudret’in eseri olan çeşitli âlemlerde kendini ilmen kopyalamak için olduğu gibi birçok orijinal tesbitlerde bulunur.

Lemeât’ta merâtib-i ilim bahsinde; imanın, ilmin en üst mertebesi olduğunu ispat ediyor ve insanın beynindeki ilmin mertebesine göre insanda ruh halleri oluştuğunu ve insanın aldığı farklı tavırları sıralayıp imanın hangi merhalelerden geçtiğini şöyle özetler: Tahayyülden, tasavvura; tasavvurdan, taakkule; taakkulden, tasdike; tasdikten, iz’ana; iz’andan, iltizama; iltizamdan, itikada ( Lemeât )… Bunlardan çıkan halleri sayarken dinde salabetin ancak itikad ile olacağını, taassubun sebebinin itikad ve iman haline gelmemiş eksik bilgi olduğunu ve iltizamın eseri olduğunu belirterek Müslümanları imanî meseleler üzerinde ilmî çalışmalara teşvik ediyor. Buradan anlaşılıyor ki, her bir dinî mesele ilmen izah ve ispat edilebilir. Bediüzzaman’ın Yeni Said Dönemi’nde Risale-i Nur Külliyatı ile yaptığı bütün icraat bundan ibarettir. Veraset-i Nübüvvet ve Velayet-i Kübrâ yolu budur.

Mesnevi-i Nuriye’de 10. Risale’de, Küll-Küllî, Cüz-Cüz’î farkının izahıyla, Cenab-ı Hakk’ın Cemal ve Celal’ini, hem Kemal ve Kibriya’sını izah ve ispat ediyor; bütün bu sıfatlarla kâinatın ilişkilerini gösteriyor; kâinat ve insanın yaratılışının sırrının bu meseleler arasındaki ilişki ve farklara dayandığını ispat ediyor.

7. Söz’de, 29. Söz’deki İnce Remizli Nükte’de, 13. Lem’a’nın 9. İşaretinde ve 11. Şua’nın 8. Meselesi’nde, felsefecilerin tesbit edip kâinata uyarlayamadıkları Küll-Küllî[8] farkını hem uyguluyor, hem işlettiriyor, hem sonuçlarını beyan ediyor. Yani kâinatın Celal-Cemal ile inşa edilip Küll anlamına gelen Celal, Küllî anlamına gelen Cemal ile kurulduğunu ve bunların çarpışmaları sonucu Küll içinde Küllî anlamına gelen Kemal ve Cüz içinde Cüz’î yani potansiyel Küllî anlamına gelen Kibriya sıfatlarını izhar ettiğini… Bu diyalektik yapının Cüz’ kavramının ortadan kaldırıp her şeyi bir Cüz’î kıldığını beyan ediyor. İnsanın Celal sıfatlarına karşı “ Acz ”, Cemal sıfatlarına karşı “ Fakr ” ile donatıldığını, Tecelliyât-ı Celâliyeye karşı “ Sabır ”, Tecelliyât-ı Cemâliyeye karşı “ Şükür ” ile sorumlu olduğunu, İnsanın Acz’inin ona Kudret-i Mutlaka’yı bulduracak pusula olduğunu, Fakr’ının İlm-i Muhît’i göstereceğini ifade ediyor. Acz’den Havf doğar eğer geleceğin belirsizliği akla görünürse; Kudret-i Mutlaka’yı bilmek insana emniyet verir ve buna İman denilir. Fakr’dan hüzün doğar geçmiş kayıp bilinirse; İlm-i Muhît’i bilmek insana sürur verir, çünkü ona kaybolmanın imkânsızlığını duyurur. Acz insanı Ulûhiyet’e İmana, Fakr insanı Rubûbiyet’e “ Duaya ve Muhabbete ” götürür, der.[9] Kâinattaki bu Celal-Cemal dualitesi ve Kemal-Kibriya diyalektiği faaliyeti doğurur. Bu da “ Zaman ” ı oluşturur. Faaliyetsiz, zaman olamaz. Zaman, Faaliyet-i Kudret’in uzunluk ölçüsüdür. Ayrıca bu diyalektik, mevt ve zevali yani entropiyi doğurur. Çünkü hem imtihan hakikati için hem daimî faaliyetin tahrip ediciliği açısından madde ve maddî beden erir. Uzun süre devam edemez. Çünkü hayat, faaliyet ve hareket maddeyi eriten ve şeffaflaştıran bir hakikattır.[10]

2. Şua’da Itlak Bahsi’nde, Kudretin müstevli ve dolayısıyla boşluksuz olduğundan bahseder. Çünkü hakiki ıtlaka mazhar olmayan su gibi bir madde dahi istila ettiği yeri dolduruyor ise, hakiki ıtlaka mazhar olan Kudret’in mutlak manada boşluksuz olması zaruridir, der. Üstad Bediüzzaman bu boşluksuzluk hakikatını, 29. Söz 1. Maksad 1. Esas’da, 26. Lem’a’nın 6. Ricası, 11. Şua’nın 11. Meselesi, 24. Mektub’un 5. Nüktesi, 12. Lem’a’nın 2. Sual’inin 3. İşareti gibi yerlerde ve Risale-i Nur Külliyatı’nın tamamında Melâikeye İman Rüknü’nün isbatında sarsılmaz ve reddedilmez bir delil olarak kullanır.

29. Söz’de ve 30. Lem’a’nın İsm-i Hayy bahsinin 4. Remz’inde, Vücud, Hayat, His, Şuur ve Akıl Hakikatlerinin bir birleriyle ilişkilerini; Vahiy ile Peygamberlik müessesinin Hayat, His, Şuur ve Akıl ile ilgisini anlatarak, Peygamberliğin Kâinatın Ruhu olan Uluhiyet’in[11] Cilvesine bilfiil mazhariyet olduğunu ve İnsanın ruh yazılımının bu kâinat yazılımıyla aynı olduğunu, Peygamberlere kalb denilen bilinçaltı kâinat arşivinden bilgiler verilmesine “ Vahiy ” denildiğini ve Vahyin insana Vücud’u, ve onun yoğun hali olan Hayat’ı, ve onun yoğun hali olan Hiss’i, ve Onun yoğun hali olan Şuur’u, ve onun yoğun hali olan Akl’ı, ve onun yoğun hali olan Akl-ı Küllî’yi kainat çapında Küllî olarak yaşattırdığını ispat ve izah ediyor. Evet, insan kâinatın meyvesidir ve kalbi, kâinat ağacının yazılımını taşıyan sıkıştırılmış bir programdır. Yani Kur’anî tabirle matvi bir dosyadır. Bu cihetten kâinat kadar açılabilir ve açılmasından da mes’uldür. Vahiy ise bunu sağlayan tek şifre çözücü programdır. Bu yazılımın son noktasında kadar açılmasına ise “ Mi’rac ” denilir.[12]

17. Lem’a 8. Nota’da ve 30. Lem’a İsm-i Kayyum bahsi 5. Şua 1. Mes’elesi’nde, Kudret-i Mutlaka’nın tasarrufunun, sibernetik tarzda, her şeyin her şeyi tetiklemesi ve etkilemesi ile olduğunu “muvâzene-i kainât” tabiriyle ifade ediyor. Bu muvazenenin yeni tevzin ve tanzimler şeklinde daimî faaliyet ile olduğunu isbat ediyor ve Emr-i Kün Feyekün diye anılan idare-i kainât hakikatinin sibernetik bir idare olduğunu beyan ediyor. 17. Lem’a’daki nümune şu ki: Dünya döndürülür, atmosferde hava akımları oluşturulur, bunun sonucunda sıcak hava yükseltilir, soğuk hava alçaltılır, soğuk havayla ortam soğutulur ve ortamın soğumasıyla sıcaklık Sıfır dereceye indirilince suya “Don!” emri verilmiş olur… Yani kâinat, dualiteyle kurulmuş, diyalektik ve sibernetik Vâhidiyet yasaları ile işleyen bir mükemmel sistemdir. Üstad’ın dediği gibi “ Her şey her şey ile alakadar” ise her şey her şeyi etkiler. İşte sibernetik ilminin tarifi!

10. Söz’de, epistemolojik olarak hakikatin hakikati doğurması ve gerektirmesi tarzında bir sistem ile ve bu sistemin Âlem-i Şehâdet’te yani Hakikat-i Hâricîyede câri oluşunu gösterir. Sonra bu sistemin daimiyetini ve bunun da ebedî Âhireti sonuç vereceğini aklî, mantıkî, ilmî izahlarla son derece yüksek bir tarzda izah ve ispat eder.

Ayrıca, 30. Söz ve Mesnevi-i Nuriye Katre Risalesi’nde, İnsan’ın bütün bir bedeniyle Hücre oluşu yani Organizma oluşu ve Benliğin ondaki Şehevî, Gadabî, Aklî kuvvelerle izah edilişi…

 24. Söz 2. Dal’da insanlık dünyasında 9 Kişilik Tipi oluşu, bunların Zühre, Reşha, Katre[1] sembolleriyle ana hatları ve kısmen de detaylarıyla izah edilişi…

Sözler kitabı 32. Söz’de 3. Mevkıf 2. Nükte’de psikolojideki Baba-Oğul Rekabeti’nin izahı ve çözümü…

Sözler kitabı, 17. Söz’de Farisî Münacatta, Mutlak Yokluk’tan, batılı tabirle Ex Nihilio’dan Bahsedilemeyeceğinin isbatı ve izahı…

Sözler kitabı 20. Söz’de Hz. Âdem’e (AS) secde hadisesinin Gaybî olduğu ve Hz. Âdem’in (AS) aynı zamanda Şahs-ı Mânevî-i Beşeriyet olduğu, secde hadisesi ve Tâlim-i Esma hadisesinin beşerin yeryüzüne ilimle hâkim olması ve başka mahlukları hizmetinde kullanmasının sembolü olduğu…

Sözler kitabı 26. Söz’de İlim Hakikatinin zaman-üstü olduğu ve buna binaen ilmi, zamana tabi kılıp ona göre kaderi anlamaya çalışmanın hata olduğu…

Sözler kitabı 21. Söz 2. Makam’da bilinçaltı ve hafızada bilgi kayıt sisteminin nasıl çalıştığı ve vesvese meselesinin izahı ve çözümü…

Sözler kitabı Söz’de Namaz’ın Hakka ayinedârlık ve bir açıdan vuslat oluşu; Hakikat-ı Namaz’ın Onun Cemal ve Kemalini Göstermekten ibaret olduğu ve bunun yapıldığı her ameliyenin namaz kabul edildiği…

Lem’alar kitabı 13. Lem’a’da ademin (yokluğun) izafî olduğu, açılmamış yazılımlardan ibaret olduğu, şerlerin ve günahların açılmamış yazılım olduğu ve bunu doğurduğu, şeytanın insana müsbet bir şey yaptırmamaya çalıştığı ve bununla sorumlu bir perde-i izzet ve azamet olduğu…

Lem’alar kitabı 14. Lem’a’nın 2. Makamında kâinatın Uluhiyet’le kozmik bir hayata, yeryüzünün Rahmaniyet’le ekolojik bir hayata mazhar olup canlı olduğu ve insanın İsm-i Rahîm’in tecellisinden ibaret olduğu…

Lem’alar kitabı 30. Lem’a’nın İsm-i Ferd bahsi 5. İşaret ve İsm-i Hayy bahsi 5. Remz’de Ferdiyet ve Ehadiyet Tecellileri’yle kâinatın bir mana oluşu ve kâinat dosyasının ihata ettiği her bir dosyanın onun alt dosyası olduğunu, onun parçası olmadığını çünkü ilmin parçası olamayacağını beyan ederek Allah’a parça isnad edenlerin cehâletini ispat ettiği…

Lemeât’ta, İnsanların Tümevarım ve Tümdengelim metodlarıyla ancak düşünebildiğini, Tümevarım’ın yetersiz ve kısır kaldığını, kâinatın ve her şeyin ancak Tümdengelim metoduyla anlaşılabileceğini ispat ettiğini görüyoruz.

Bunlara benzer yüzlerce ve binlerce ilmî mesele hem ontolojik, hem epistemolojik, hem metodolojik, hem linguistik, hem psikolojik ve psikiyatrik, hem sosyolojik, hem parapsikolojik v.s. olarak incelenmiş ve detaylarıyla anlatılmış.

Cemil Meriç’in kendisine “ Üstad ” diyerek hürmet ettiği, 26. Söz olan Kader Risalesini dinlediğinde “ Bir tek O, bir tek O çözmüş. Ne Doğu’da ne Batı’da başka çözen yok ” deyip heyecanından ayağa fırladığı bir hikmet dâhisinin eseri olan Risale-i Nur Külliyatına dair bazı küçük tespitler ile bu muazzam ve ölmez eserin günümüz ve gelecek asır insanlarının hakikat ve hak arayışında rehberlik etmeye layık olduğunu göstermeye çalıştım.

Şükran Vâhide Hanımefendi’ye kıymetli çalışması için teşekkür eder, kendisine Allah’tan uzun ömürler dilerim. İslamiyete ve insaniyete daha nice faydalı eserler vereceği temennisiyle…

[1] Emirdağ Lahikası-I, 53. Mektub.

[2] Emirdağ Lahikası-I, 23. Mektub.

[3] Lem’alar, 26. Lem’a 11. Rica.

[4] Barla Lahikası, 120. Mektub.

[5] Tezâhüm, bir birine zahmet verme; tehâsum, bir birine düşman kesilme demektir.

[6] Tenâzu’, çekişme; tedafü’, bir birini def etme demektir.

[7] Tesâdüm, bir birine darbe vurma; telâtum, birbirini tokatlama demektir.

[8] Mantık bilimine göre Küll, parçalardan meydana gelen bütün; Küllî ise, ferdlerden oluşan tümel ve bütüncül demektir. Cüz’, parça; Cüz’î ise, ferd, tikeldir.

[9] Sözler, 24. Söz, 5. Dal, 1. ve 2. Meyve.

[10] Sözler, 30. Söz, 2. Maksat, 3. Nokta, 2. Haşiye.

[11] Lem’alar, 14. Lem’anın 2. Makam’ı 1. Sır.

[12] Sözler, 31. Söz, 1. Esas ve 2. Esas.

[13] Zühre, çiçek; Reşha, güneş ışığı altındaki su sızıntısı; Katre ise, yakamoz altındaki su damlasıdır.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: