Bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarında

Tarih 20 Nisan 571.. Rebiulevvel ayının bir 12. gecesi… Pazartesi Sabaha doğru, henüz gün doğmadan bir güneş doğuyordu Mekke ufuklarından: Hz.Muhammed (s.a.v.).

Güneş doğunca nasıl zararlı mahluklar deliklerine girer, inlerine çekilir; O şanlı peygamberin teşrifleriyle de insanlığın canını yakan mal ve mülkünü yağma eden zalimler, zorbalar, haksızlar, hırsızlar inlerine çekildiler. Çünkü rahmet ve adalet güneşi doğmuştu artık. Çünkü zararlı yaratıkların, vahşi ve yabani varlıkların insanlık âleminde, medeniyet dünyasında yerleri yoktu, olmamalıydı.

Efendimizin dünyaya teşrifleri sırasında birtakım harikulâde olaylar meydana geldi: İran’ın merkezinde ateşe tapan mecusilerin, bin yıldan beri yanmakta olan ateşleri söndü. Yine İran’ın Medayin şehrindeki hükümdar sarayının ondört şerefesi yıkıldı. Save gölü yere battı. Suyu kurumuş olan Semave deresinin suları coştu, taştı. Kâbe’deki putlar yüzüstü yere düştü. Adetâ varlıklar şevkinden raksa kalktı, cezbeye tutuldu, cûş u huruşa geldi. Çünkü yıllardır hasretini çektikleri efendiler efendisi, yolunu gözledikleri şehinşah dünyaya teşrif ediyordu: Hz. Muhammed (a.s.v).

Hak yarattı alemi/ Aşkına Muhammed’in/ Ay ve Günü yarattı /Şevkine Muhammed’in

Ol dedi oldu alem/ Yazıldı levh u kalem /Okundu hatm-i Kelam Şanına Muhammed’in.

Varsın nasipsizler O’nu dinlemesin, tasdik etmesin. Bu olaylar Onu onaylıyor, kâinat onun gelişine alkış tutuyordu.

Niçindi bütün bunlar?

Ateş sönmesiyle, putlar devrilip yıkılmasıyla diyorlardı ki:

“Ey aklı gözüne inmiş maddeciler, mideciler! Biz mâbûd değiliz, mahlukuz, yaratılmışız. Hepimizin Rabbi Allah… Bundan sonra söz, Kur’an’ın ve Onu getiren Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) olacak. Yeryüzünde şirke, küfre, hurafeye, irticaya, haksızlık ve ahlaksızlığa yer kalmayacak.

Asr-ı Saadet” kitabının müellifi de bu olayları şöyle yorumlar: Hakikat şu ki yıkılan, Kisraların sarayı değil, bütün İran’ın saltanat ve ihtişamı, Bizansın satveti ve Çinin azameti idi. Sönen ateş, mecusilerin ateşlerinde parlayan alevleri değil, bütün dünyadaki küfür ve ilhad ateşi idi. Kuruyan şey, Sava gölü değil, putperestliğin tahakkümü, Zerdüştlüğün kuvveti, Hiristiyanlığın tağallübü idi.

Gerçekten öyle oldu. Hz. Peygamber büyük bir inkılab yaptı. Tarihin akışını değiştirdi. Cehenneme akan trafiğin yönünü cennete çevirdi.

Hz. PEYGAMBER DOĞMADAN ÖNCEKİ DÜNYA

Peygamberimiz gelmeden önce dünya âdeta bir hastahane, bir matemhane idi. Mevcudat birbirine ecnebi ve düşmandı. Cansız varlıklar birer cenaze, canlılar da ayrılık ve ölüm sillesiyle ağlayan yetimler gibiydi. Fetret devrini yaşayan yani 500 sene peygambersiz kalan insanlık alev alev yanıyordu.

İçki, kumar, hırsızlık, yalan, talan kasıp kavuruyordu âlemi… Yetimlerin, dulların ve güçsüzlerin malları elinden alınıyor, zengin, güzel kadınlar zorbalıkla kaçırılıyor, para kazanmak için çadırlar kurduruluyor içlerinde cariyelere fahişelik yaptırılıyordu.(3) Hatta iyi cinsten döl almak için karılarını başka erkeklere gönderen, namusunu kıskanmayan deyyuslar vardı. Nesilleri tüketen kan davaları durmak bilmiyor, geçindirememek bahanesiyle çocuklar öldürülüyor. Kız çocuğu doğurmak yüz karası sayılıyor. Kız çocukları diri diri gömülüp veya su kuyularına atılıyordu.

İşte böylesine rezil, böylesine zalim, böylesine sefil bir hayat sürüyordu İslâmiyet’ten önce.

Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) geldi. Açtı kollarını ve haykırdı: âdeta

Durun… Kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak, haykırsam kollarımı makas gibi açarak…” dedi.

Büyük mücadele, kurtarma harekâtı ve huzur operasyonu başlamıştı..

Ama kolay olmayacaktı. Mayısı, misk ü anber sanıp içinde hayat süren mayıs böcekleri gibi karanlıktan, zorbalıktan, küfür ve dalaletten hoşlanan karanlık güçler âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimize göz açtırmıyorlardı.

Yüzüne tükürük savurmaktan tutun, yoluna diken serinceye kadar, secdede iken boynuna hayvan bağırsaklarını koymaktan tutun, ayaklarını taşlatıp kanlar içinde bırakıncaya kadar işkencenin, yıldırmanın, hakaret ve istihzanın her türlüsünü Efendimize reva gördüler.

Ama o eşsiz ve emsalsiz insan, emsalsiz sabrıyla, hazık bir doktor edasıyla hastalarını tedavi etmeye devam etti. Her acıyı sinesine gömdü, her işkenceye göğüs gerdi. Allah’ın izniyle o kara tabloya bir sünger çekti. Zulmeti nura, anarşiyi huzura çevirdi. Kısaca: Bir güneş doğdu, kış bahar oldu.

Hz. PEYGAMBER’İN MÜDAHELESİNDEN SONRAKİ DÜNYA

Allah Resulü Efendimizi, âleme yepyeni bir bakış getirdi. Düşünceleri ıslah eyledi. İnsanları korkutmadı. Onları, ikna ederek inandırdı. Onun nuruyla dünya bir hastahane ve bir matemhane olmaktan çıktı. Bir mekteb ve bir zikirhaneye döndü. Birbirine yabancı ve düşman varlıklar birer dost ve kardeş halini aldı. Her cansız varlık birer cenaze değil, Allah’ın mûnis birer memuru itaatkâr birer hizmetkârı oldukları anlaşıldı. Ayrılık ve ölüm acısıyla ağlıyor sanılan canlılar ise birer zikreden zakir veya vazife paydosundan şükreden şakir suretine girdi. Asrına “Asr-ı Saadet” damgasını vurdu.

12 bin kişilik bir ordunun önünde muzaffer ve muvaffak bir kumandan olarak Mekke’ye girdi. Hem Kâbe’deki putları, hem de gönüllerdeki husumet ve kin putlarını temizledi.

Kendisini Mekke’den çıkaranları, azılı düşmanlarını affetti. Mekke’nin fethedildiği güne kadar müşrik ordularının komutanlığını yapan Ebu Süfyanı, Hz. Hamza’nın ciğerini çıkarttıran Ebu Süfyan’ın karısı Hindi ve Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşî’yi affetti. Onlar da bu büyüklük karşısında dayanamayıp müslüman oldular. Bu ne büyüklük Allah’ım! Affıyla da düşmanlarını teslim alıyor, İslam’a girmelerini sağlıyordu.

Bu noktada da bütün insanlığa bilhassa müslümanlara örnek bir tablo bıraktı.

Çünkü zaman zaman biz, bırakın düşmanlarımızı affetmeyi, dostlarımızı bile affedemiyoruz.

Böylesine güzel ve müsbet bir ıslahatcı cihana gelmemiştir, bir daha da gelmeyecektir. Alman başbakanı prens Bismark’ın dediği gibi: “Alem senin gibisini bir defa görmüş, bir daha göremeyecektir ya Muhammed! Çağdaşın olup seni göremediğim için üzgünüm. Manevî huzurunda tam bir hürmetle eğiliyorum.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın hayatını tahlil edip inceleyen Büyük Mütefekkir şöyle diyor:

Şu asr-ı saadeti görmeyenlere Arap Yarımadası’nı gösteriyoruz. Haydi yüzlerce feylesoflarını alıp oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. Acaba Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecekler mi?

Sigara gibi küçük bir alışkanlığı, küçük bir toplum da, büyük bir sultan, büyük bir güçle ancak kaldırabilir. Bazen kaldıramaz da. Halbuki şu zat (aleyhissalatu vesselam) geniş Arap Yarımadası’nda vahşi ve adetlerine körükörüne bağlı, inatçı birçok kavimlerin çirkin adet ve kötü alışkanlıklarını çok kısa zamanda kaldırarak hepsini güzel ahlakla donatıp tezyin eyledi. O vahşi toplumu bütün âleme öğretmen ve medeni milletlere üstad eyledi. Akılları, ruhları, nefisleri ve gönülleri fethedip kendisine bağladı. Gönüllerin sevgilisi, akılların öğretmeni, nefislerin eğitimcisi ve ruhların sultanı oldu.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: