Bu Zamanda Büyük Bir Farz Olan İnsanlara İyiliği Emretmek Ve Kötülükten Men’etmek Hasleti

Şanı Yüce Allah’ımız Kur’âni Kerim’inde biz mü’minlere; “Ey iman edenler, kendilerinizi ve âilelerinizi ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim 6)   Peygamberimiz (a.s.m.) de Hadisi Şerifinde:”Ey Mü’minler! Yalvar yakar olmanıza rağmen, dualarınız kabul olmayacak durumlara düşmeden evvel “Marufu” (iyiliği) emir ve kötülükten men’ediniz” buyurmaktadır. (Kütübü Sitte  cilt 2 sahife 381) Evet ibadetlerin en makbulu cihaddır. (Allah rızası için savaşmaktır) Bizim için o cihadın yerini tutacak ibadet “Emri maruf nehyi anil münker’dir” Yani Allahın yap dediklerini sözümüz geçtiği yere emredip yaptırmak ve Allahın yasak ettiği şeylerden insanları men edip yaptırmamaya gayret etmektir. Bu vazifeyi yaparkan bile tesirini Allahtan olmasına inanmaktır.  İşte yukarıdaki yazılar ve  kaynaklar bize yalınız kendi menfaatini düşünmeyi yasaklayıp, bencil olmaktan kurtulmayı emrediyor. Kendimizi ve âilemizi Allah’ın emirlerine uydurmaya çalıştıktan sonra, sözümüzün geçtiği kimseleri de hakka davet etmeye gayret edeceğiz. Biz kendimizi kurtarmadan başkasını kurtaramayacağımıza göre, işe başlarken, ilk önce kendimizi günahlardan korumaya gayret edeceğiz, sonra sevaplı işleri yapma çabasında olacağız. Daha sonra yakınlarımıza Allah’a karşı gelmeyip, Allahın emir ve yasakları hususunda Allaha itaat etmelerini emir ve tavsiyede bulunacağız.

Evet! Ustası bilinmeyen sanat eserinin kıymeti bilinmez. Bu itibarla eserin kıymetini bilmek için ustasını öğrenmeğe ihtiyaç vardır.

Bu kaideye göre, Gözümüz önünde herkesi hayrette bırakan Allahın bu kadar sanatlı eserlerini tabiata havale edenleri acıyarak karşılıyoruz, yardımlarına koşmak, onların imdadına yetişmek ne kadar lüzumlu olduğu anlaşılır.

Rabbimiz  İnsanları ölü atomlardan yaratıp bütün mahlukat  üstüne çıkarmıştır. Bilhassa biz Müslümanları Allah (c.ş) imanla müşerref kılarak çok sevip çok acıdığı için, geçici dünya hayatına aldanmamaya gayret edip dikkatli olmamızı istiyor. Bize, yaradılış sırrını öğrenmemizi emrediyor. Bu zamanda Ancak büyük bir gayret neticesinde ahiret hayatına ait tehlikelerden kendimizi ve yakınlarımızı kurtarabiliriz. Bu sebepte  bize düşen hakikati net görmek için gözlerimizi açmalıyız.

Şimdi, Allah’ımız bize, yalnız kendimizi düşünen bir bencil olmaktan kurtulup, hısım akrabaya eş dosta da yardım etmeyi emrediyor.

Biz dünya hayatı ile ilgili yardımlar ile âhiretle ilgili yardımların farkını daha iyi anlamak için bir iki misal verelim:

Bir düşünün! Fakir komşunuzun hasta olduğunu işittiğiniz zaman, hemen onun ziyaretine gider, ziyaret vazifesini yaptıktan sonra oradan ayrılırken, hastanın âilesine, böyle durulmaz, ben arabayı getirinceye kadar siz hastayı hazırlayın doktora gidelim dediğinizde, onlar bunu memnunlukla karşılarlar. Biraz sonra siz araba ile gelip adamı doktora götürür, orada muayene ettirir, muayene parasını öder ilaçlarını da kendi paranızla aldıktan sonra, adamın cebine bir miktar harçlık parası koysanız, bu hareketinize komşunuz ne kadar sevineceğini bir yana,  Siz kendi şefkatinizin icabını yerine getirip, Müslüman’a yakışır bir vazife yaptığınız için ne  kadar sevinirsiniz değilmi?

İkinci misâl: Sen evden sokağa çıktığın sırada, karşıdan son hızla bir arabanın geldiğini ve komşunun iki yaşındaki çocuğunu yolun tam ortasında olduğunu görsen, koşarak çocuğu ezilmekten kurtarsan, çocuğu ölümden kurtarmaya sebep oldum düşüncesi ile ne kadar sevinirsin değil mi?

Çünkü sen hayvan değil insansın. Allah tarafından kalbine konulan o şefkat ve merhametten gelen hayırseverlik duygusunu kullanma

Bunun neticesinde bağlı olduğun hak din sayesinde, kalbindeki şefkat duygusu çiçek açıp meyve verdiğinden şüphe etmeyip sevincinizden kalbiniz kahkaha atıp gülecek.

Böylece bencillikten kurtulup, Müslüman’a yakışır bir hal almış olacaksın. Halbuki görünüşte hastalıktan iyileşen komşun ve ecelden kurtulan çocuk için sen sebep olmasaydın da, onlar bir saat, veya birkaç gün sonra, ölmeleri mümkündür. Nihayet yüz sene yaşasalar da yine ölümle karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz bir hadisedir.

Şimdi dönelim Allah’ımızın ve Peygamberimizin (a.s.m.) emirlerine:

Ayeti Kerimeler ve Hadisi Şerifler, yalnız kendimizi kurtarmak için bize emretmiyorlar. Belki içimize yerleştirilen o şefkat ile insanlığın asıl yaradılış gayeleri olan akraba ve eş dostun öbür hayatlarını kaybetmemeleri için, bize onların da yardımlarına koşmamızı emrediyor.

Biz akraba ve çevremizdekilere karşı bu insanî vazifeyi yaparken, önce  sonu olmayan bir hayatta, sonu olmayan bir azaptan, onları kurtarmak için gayret ettiğimizin idraki içerisinde olmamız icap ediyor. Hatta bu gayretin neticesi yalınız bu kadarla da kalmıyor, onlara karşı iyiliği emir kötülükten men etme vazifesini yaparken, ebedi cenneti kazanmalarına yardım etmek gibi kârlı bir neticeyi de elde etmelerine sebep olduğumuzun idraki içerisinde olmalıyız.

Evet! Şehit olmak, yani Allah yolunda can vermek farzdır, o farz bu zamanda farz üstüne bir farzdır. O farz yalınız Düşmanla savaşmak demek değildir. Günahlardan kurtulmak için savaşmak ve buna benzer daha birçok işlerle o farz yerine getirilir. Onun en büyüğü de herhangi kimsenin imanının kurtulması için ister kitap ister nasihatle yardımına koşmaktır

Bugün, böyle büyük bir vazifeyi bize yaptırmamak için,  düşmanlarımız, türlü türlü hile ve desiseler ile bizi engellemeye çalışıyorlar. Hâlbuki bu vazifeyi yapmakla mükellef olan bizler, bu vazifeyi terk edersek, halkımızın büyük tehlikelere düşeceklerini bilmeliyiz. Bu zamanda “emri ma’ruf nehyi anil münker” (iyiliği emretmek ve kötülüğe engel olmaya çalışmak) vazifesi bu gün çok büyük önem kazanmış olduğunu asla unutmayalım.

Oysa memleketimiz düne kadar bunun tam aksine idi. İnsanlar tarafından yapılması farz olanlar yasaklanıyordu, yasak ve haram işler, çok türlü sebeplerle emredilip teşvik ediliyordu. Ne kadar şükretsek azdır ki kendini evliya olduğunu bilmeyenlerin duaları yüzünden memleketimizde ki idarecilerin rengi değişti. Elhamdülillah.

Hem günahlardan korunmak, hem de kendimizi yalnızlıktan kurtarmak için, kendimize hayat arkadaşı bulup bir hanımla evlenmeyi Allah bize helâl kılmış. Hayat arkadaşımız olan hanımımızın ahireti ile de ciddi ilgilenmeyecek miyiz? Allah tarafından hanımımıza emredilen farzlardan ve yapmaması için kendisine yasaklanan günahlardan, hanımımız olan hayat arkadaşımızın yardımına koşmayacak mıyız. Çünkü hanımın günahlarından biz erkekler de sorumluyuz. Çünkü Allah Kur’anı kerimde: “Erkekler kadınlar üzere hakim dururlar, çünkü bir kere Allah birini diğerinden üstün yaratmış. ila ahir” (Nisa,34) Helâlimiz olan hanımımızı tatlı dil ile ikaz etmeliyiz, “Ehlinizi ateşten koruyun” (Tahrim ,6) emriyle biz erkekler için kastedilen ilk kişi eşimizdir. Kendimiz gibi onu da koruma görevi Allah tarafından bize emredilmiştir.

Biz vazifemizi bilip onunla ebediyete kadar uzanan hayat arkadaşlığımızın devam etmesi için son derece gayretli olmalıyız. Hasta olsa tedavisine nasıl koşuyorsak, aynı onun gibi cehennemlik olmasına da engel olmaya çalışacağız.

Evet! Allah tarafından bize verilen bu vazifeyi güzel sözle tatlı dil ile yapıp onu ikna etsek, hem onu, hem de kendimizi ateşten kurtarmak için, büyük bir vazife yapmış oluruz.

Peki bu görevi hafife alıp, onu gerektiği şekilde yapmazsak, bu ihmalin daha sonra bize ne kadar pahalıya patlayacağını tahmin etmek bile mümkün değildir. Yani hem kendimizi, hem de hayat arkadaşımız olan hanımımızı “yakıtı insan ve taş” olan cehennem ateşinde yakarsak, nasıl bir mes’uliyet altına kalacağımız şüphesizdir. Bize düşen ancak korumakta ihmal göstermemek, bundan başka hangi sebebi gösterebilirsiniz?

Evet erkeğin hayat arkadaşı olan hanımının maddi ahlaksızlığı rahatsız ettiği gibi evinde kurulan sofra ile de ilgilecektir. Hatta erkeğin hanımıyla geçimine dikkat etmeyip vazifesini ihmal ederek, hanımıyla sık sık kavga gürültü yapsa o zaman Allah’ın onlara vereceği evlatlarına karşı kötü örnek olup onlara terbiye gibi büyük vazife terk edilirse, evlatlarına kötü örnek olmuş olurlar. Hatta o biricik evlatlarını Allah’ın emirlerine göre yetiştirmezlerse, evlatlarını cehennem ateşinde yanmaları için, onları birer parça odun yapmaktan başka bir şey değildir, baba olan beyefendinin evlatlara karşı vazifeyi ihmali ve lakaytlığı kesinlikle terk etmeleri lazım olacaktır.

Zaten anne baba için evlatlarını Allahın rızası dairesinde yetiştirmek, onların en başta gelen görevleri arasında olduğu unutulmamalıdır. Bu zamanda Müslüman anne ve babanın evlatlarını Allahın emirlerine göre yetiştirmeleri, onlar için, en mühim ve en zor bir iştir. Yanlış anlamayın dünya hayatında mutlu olmaları için yetiştirmeye uğraşmayalım mı diyeceksiniz. Hayır onları iki kanatlı kuş gibi yapacağız. Müslüman tembel olamaz, dünyası içinde ötekilerden daha iyi işini yapan biri olacak. Fakat ahirette sonu olmayan bir mutluluğu kazanmaları için de çok gayret edecekler.

Allah’ımızdan ve Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamdan biz âile reislerine emir olunan bu vazife, âiledeki tüm erkeklere ve hanımlara ve kız evlatlara karşı yapılması emredilmiştir. Yaradılışları itibariyle hanımlar daha nazik ve onlar aldanmaya daha müsait bir varlık oldukları için, onlara karşı vazifemizi yerine getirmek bizim için daha mühimdir. Yaşadığımız zaman, çok kötü bir zaman olduğu için, altını çizerek diyorum ki, ister âile reisi, ister yanında işçi çalıştıran patron, isterse öğretim üyeleri, idarelerinde bulunan bayan ve kızların şeref ve haysiyetlerini korumak için sarf ettikleri gayretin karşılığını onlara Allah bol Rahmeti ile kat kat ödeyeceğinden hiç şüphe etmesinler. Çünkü her ne kadar kadın ve erkek bir bütünün iki parçasıdır ama, kadınlarımız bu necip milletimizin yarısı olmasından öte, onlar bu milletin annesi iken, onların fıtratlarına aykırı olarak çıkarılan kanunlardan ötürü, çok istismara uğradılar. Kadınların ekseriyetle günaha daha kolay aldanabilir bir varlık oldukları için, onların yaptıkları günah, yalınız kendilerine ait kalmaz. Onlarda sözü geçen beyefendilerde onlara karşı vazifeyi yapmadıysalar o günaha onlarda hissedardırlar

Mesela bir kadın açık saçıklıkla günaha girse erkeklerden de bir çoğunu o günaha sokmaya sebep olur. Bu itham değil, inkâr edilmez bir gerçektir. Hanımlar bunu da bilmeli ki hiçbir zaman erkekler, kadınlar kadar oyuna gelip istismar edilip aldanamazlar.

Bundan ötürü, bir rivayete göre :  “Cehennem azabını hak eden kadına, Allah kuvvet verip, kendinden ma’da, daha dört erkeği de sürükleyerek cehenneme götürecektir. Başta babasını. Sonra beyini. Sonra ağabeyini. Daha sonra, eğer varsa büyük oğlunu da, cehenneme götürebilecek. Çünkü onlar, ona karşı vazifelerini yapmadıkları için o cehennemlik hanımlar bunları da cehenneme götürecekler.” Hanımlara sahip çıkmaları lazım olan erkekler vazifelerini yaparlarsa, kadınlar Allaha karşı  şikâyet ve isyandan kurtulup hayatlarından memnun olmaları için,  Allahın onlara annelik gibi yüce bir mertebeye yükselttiğini bilip  vazifelerini yapsalar yetecektir. Onlar ancak bu şekilde isyandan kurtulup  Allah’a  şükretmeye yanaşırlar. Ah! Bu isyan ve istismar kapıları kapanabilse!.. İdarecilerimizin gayreti ile istismarcılara son verme gayreti başladı elhamdülillah. Allah bu istismarcılığın sona erdirilmesi için idarecilerin yardımcılarını Allah bizlere ihsan buyursun. Amin…

Asla inkâr edemiyoruz ki, bizim asil düşmanlarımız olan imana düşman olanlar her taraftan inancımıza saldırıyorlar. Bu sebepten bu kötü devirde, bizler hiç çekinmeden iyiliği emretmeye, kötülükten menetmeğe çalışacağız. Bunun neticesinde, şehit dedelerin torunlarından tek birinin kalbini düşman fikirlerinden aldığı manevi yaralardan kurtarabilsek, ne mutlu bize.

Şimdi bir Müslüman’da var olan imanın ehemmiyetini ve din kardeşinin imanının en büyük yarası olan, şüphelerden kurtarmanın önemini daha iyi anlamak için, size bir olay anlatacağım.

Ankara da yaşayan eski Nur talebelerinden Said Özdemir Ağabey diyor ki: “Isparta da Üstadı ziyaret etmiştim. O sabah Başbakan Adnan Menderesin bindiği uçak, Londra yakınlarında düşmüş. O feci kazada 23 ölü ve birçok yaralı olmuşken, Menderes sağ kurtulmuş ve Menderes Türkiye’ye geri geldiğinde Ona, benzeri görülmemiş muhteşem bir karşılama töreni İstanbulda düzenleniyor. On binlerce insan hava alanından Taksime kadar, yolları doldurup sevinç ve sevgi gösterisinde bulunuluyor.

Bu durumu öğrenen Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor;

“Acaba Menderes bu halden dolayı gururlanıyor mu? Bu nedir ki? İman hakikatini anlamış bir mü’mini, hakikat-ı kâinat alkışlıyor…”

İşte! Bu hakikat davamızı ne güzel destekliyor. “yakıtı insan ve taş” olan cehennemden kurtarma gayreti ile, mü’minin kafa ve kalbinden şüphelerin temizlenmesine yardım etmek, onun yerine iman hakikatlerini yerleştirmeye çalışmaktan daha büyük ve daha karlı iş mi  olabilir?!

İnsanların hidayete ermeleri ve kalplerinin nurlanması, Allah’ın rahmet elinde olduğundan şüphemiz yok. Oraya elimizi sokup  onu düzeltmeye  takatimiz yetmediğini de biliyoruz. Fakat bu dünyada her şeyi sebeplere bağlayan Allah c.c., sevap kazanmamız için, bizden, insanların kurtulmalarına yardım edip sebep olmamızı istiyor. Bunu başarabilmenin çaresi de, önce Allah’ımızı sıfatlarıyla tanıyıp,  sağlam imana sahip bir vaziyette kendimizi yetiştirmektir.

Bunun ehemmiyetindendir ki, birinin Allah’ın yoluna gelmesi için, sebep kim olursa olsun, biz onunla çok sevineceğiz ve ona taraftar olmamız lazım olduğunu bileceğiz. Müslümanlarla beraber olmak, onları sevmek şöyle dursun, Peygamberimiz a.s.m fitneli ahır zamanda zındıkayı (ateistleri) defetmek için, İsevilerin (Hıristiyanların) ruhanî kısmı ile bile birleşmemiz zamanı olduğunu,  Yirminci Lem’adan Peygamberimizin (a.s.m.) Hadisi Şerifini öğreniyoruz.

Yalınız Allah’ın emri olan iyiliği emredip kötülükten men’ederken, herhangi kimseye iman hakikatlerini anlatırken görüştüğümüz kimse, günahkâr biri de olsa, bizim ona karşı tavrımız, ona küsüp onu darıltmak değil yanımızdan kovmak değil, belki kusurları için ona tövbeyi öğretmek onu o kütü durumdan kurtarmak için çabalamaktır. Bizden kaçıp yanımıza gelmeyenlerin yanlarına gitmek fedakârlığı bizden bekleniyor. Biz manen yara almış kardeşlerimize  karşı, ilim ve hilım (yumuşaklık) prensiplerine dayanarak, kırıcı olmaktan uzak bir şekilde onlara davranacağız.

Evet! Kusuru olmayan pek yok ama, varsa da biz öncelikle, bizim gibi günahkâr ve kusurlu kimselerle uğraşacağız. Biz “sahili selamet olan darüs-selama Ümmeti Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkarmaya çalışan hademeler”  olduğumuz için, kardeşlerin nefislerini  kendi nefislerine tercih eden Sahabeler (r.a.) gibi yapacağız, onlar nasıl davrandıysalar bizde kardeşlere karşı öyle davranacağız.

Pekiyi, Sahabeler nasıldılar diye sorulursa?

Muhterem Elmalı Hamdi Yazır’ın tefsirinde şöyle anlatır: Bir gün Peygamberimiz (a.s.m.) in yanına biri geldi ve “Ya Resûlallah bana zaruret isabet etti”, dedi yani çok aç olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Aleyhissalatû vesselâm ilk önce kendi mübarek hanesinden sordu, yiyecek bir şey olmadığını öğrenince, sahabelere! Karnını doyurmak için bu misafire sahip çıkacak yok mu diye sordu: Ebu Talha “Evet ben alırım Ya Resülallah” diyerek alıp evine götürdü. Hanımına: “Resülullahın misafirine bir şeyler yedirmek için evde ne var” diye sordu? O da “Vallahi evde kızı doyuracak kadar yiyecekten başka yok” deyince; Ebu Talha, hanımına: “Kızı uyutursun, mevcut yiyeceği Resulullah’ın misafirine yedirelim dedi.” ve kızı uyutmak için mumu söndürdüler kendileri de yemeyip Resılullahın (a.s.m.) misafirine yedirdiler. Misafir karnını doyurduktan sonra,  Peygamberimiz (a.s.m.) ın yanına vardığında, adam ya Resulallah a.s.m. evine vardığım adamdan Allah son derece memnun oldu buyurur. (Buhari,Müslim,Tirmizi, Nesai)

Sahabi Ebu Talha r.a. bu fedakârlığı yapınca: Allahu Teâla onların hakkında bu Âyeti kerimeyi indirdi ”Kendilerinde bir açlık, yani bir ihtiyaç olsa bile (onları) (muhtaç olan) kendilerine tercih ederler” (Haşir Ayet 9). Kaynak: (Buhârî,Tefsiru sureti 59/6, 44/2-4, Eddahi, 61…).

Yine fedakârlıkla ilgili. Elmalı tefsirinde şöyle anlatıyor: Yermük Savaşında şehitlerin arasında yaralanıp can vermeye uğraşanların arasında su testisi ile onların yardımına koşan Sahabe r.a, anlatıyor: Kendilerine verilen bir yudum suyu bile içmeyip başkasına veren Sahabeleri r.a, göstererek, fedakar olmamız için bize örnek gösteriyor. Şöyleki:

Yermük Savaşı bitmiş. Ölenler ölmüş kalan yaralılar acılarından “of of” sesleri çıkarıp,  biraz su veren yok mu diye inlerken, bir Sahabe r.a su getiriyor ve suyu, su isteyen Sahabe ye r.a. tam vereceği sırada, öteden bir ses geliyor! Oda, biraz su veren yok mu diye bağırıyor? Bu Sahabe r.a. su getirene, suyu ona götür diyor. Çünkü o benden daha zorda ve suyu getiren onun yanına tam vardığı zaman, bir başkasının su isteme sesi geliyor, Sahabe suyu ona gönder diyor. Ona götürüp uzatacağı sırada, bir dördüncüsünden  ses geliyor: Yanıyorum azcık su veren yok mu? Yine Sahabe suyu içmeyip kan revan içinde olan ve su isteyen dördüncü Sahabe r.a.hın yanına  varıp, suyu dördüncü Sahabeye tam vereceği sırada, Sahabe r.a ruhunu Allah’ına teslim ederek şehit olmuş. Dönüyor üçüncüsüne, o da Şehit olmuş. Çabuk ikincisine gidiyor o da şehit olmuş. Bu sefer birincisine geliyor o da şehit olmuş ve Sahabe  r.a. suyu kimseye içiremeden  geri dönüyor.

Evet! Böyle fedakârlıkla temeli atılan bir dine intisap eden bizler dikkatli olmalıyız. hayatımızın kalan günlerini, önümüzdeki ebedi hayatı düşünerek geçirmeliyiz. Bütün varlık ve sermayemizden, ve yaptığımız hizmetten kazandığımızdan birşey ayırarak sevap sandığına atmalıyız. Tıpkı gelin olma hazırlığı yapan kız çeyiz sandığına bir şeyler  atmaya çalıştığı gibi.

Peygamberimiz (a.s.m.) bir Kurban bayramında, Kızı Fatıma (r a.ha) nın yanına uğramış ve “Kızım Fatıma, Kurban’ı kestiniz mi?” “Kestik babacığım” demiş. Peki “etleri ne yaptınız?” Fatıma radiyallahu anha cevaben: ”Babacığım çoğunu başkalarına, biraz da kendimize bıraktık” demiş. “Peygamberimiz (a.s.m.) kızım yanlış konuştun, evde bıraktıklarınız sizin değil, onları yer biraz sonra atarsın, başkalarına verdikleriniz kendinizindir, onlar öz be öz malınızdır, demiş.” İşte biz de iktisatla zaruri ihtiyaçlarımızı gidereceğiz ama, ahiret sandığına atmak için bir şeyler biriktirmeye çalışacağız. Zengin isek başta malımızın zekâtını vereceyiz. Sonra şefkat ve merhametimizin icabını yaparak, lazım olan yerlere de sadakamızı hiç acımadan vereceğiz. (1)

Hulasa, insanların imansız ölmemeleri için elimizden geleni yapacağız.  Çünkü  bu alemde rahat edemedik, edemeyeceğiz ve sakın burada rahatlığı  aramayınız. Çünkü burası rahatlık yeri değil imtihan yeridir. Müslüman için rahatlık yeri âhirettedir, cennettedir. Cennet de ucuz değildir, fiyat ister. Onun fiyatı da “Takva ve salih ameldir” ( Allah korkusundan günahlardan kaçmak ve iyi işler yapmaktır.) Yani biz başta günahlardan kaçacağız, sonra  sevaplı işleri yapmaya çalışacağız. Ancak bu şekilde Allah’ın yardımı ile Allah’ın  rızasını  kazanacağız ve  bu şekilde  ebedi aleme rahat etme ümidi ile gidebiliriz…

(1)Zekât ve sadakanın verilecek en kıymetli yeri neresidir? İlk önce akrabalarımızdan muhtaç olanların dertlerini gidermeye çalışacağız, ondan sonra her ne dalda tahsil ederse etsin, dinine sahip çıkan namazlı talebeleri arayıp bulacağız. Memleketimizin kurtulması için, dünya ve ahireti aydın gençlerin yetişmelerine yardımcı olacağız. Okuldaki öğrencilerin kafalarından materyalist düşünceyi silmeğe çalışan yerlere sahip çıkacağız.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: