Devlet Milletine Güven Verirse, Millet İtaatkâr Olur

İnsan sosyal bir varlık olduğu için toplum içinde hayatını devam ettirme mecburiyetindedir. Bir arada yaşam mücadelesini sürdüren toplumun sosyal ve içtimai hayat düzeni ise ancak bir devletin oluşumu ve o devletin nezdinde belirli kural ve kanunlarla tanzim edilebilir. Toplum içerisinde kural ve kanunlar olmasa, insanlar arasında kargaşa ve düzensizlik başlar, güçlü zayıfı yutmakla meşgul olur, dolayısıyla hayat adeta bir zindana döner.

İşte devlet topluma sağlık, eğitim, yol, su gibi hizmetleri karşılamak; adalet, hak,  hürriyet ve manevi değerlere saygılı, fikir ve inanç yaşamasına imkân vermekle yükümlü ve görevlidir; Millet ise devletiyle barışık,  sadık, sadakatli, emre amade, devletin bekası ve idamesi için malından ve kazancından vergisini ödeyen, hatta gerektiği takdirde kard-ı hasen borç para bile vermekle vatandaşlık mükellefiyetini canıyla-maliyle yerine getirmesidir.

Devlet; vatandaşından topladığı vergileri, yurt içinden yurt dışından elde edilen gelir kaynaklarını çarçur ve israf etmeden hizmet olarak milletine dönüştüren bir organizasyondur.  Hazırladığı bütçelerle memleketin her köşesine adil bir şekilde hizmet götürme mükellefiyetindedir. Bu mükellefiyeti temsil ve icra eden de millettin hizmetkârları, yani memurlardır.

Oysa devletin temsil memurları, devletin gücüne dayanarak kendilerini devletin asıl sahibi, vatandaşı ise teba görmekte,  yani raiye, aşağılayıcı, eğitimsiz, görgüsüz, zevali ve kafası çalışmayan bir kesim görüyor.

Bediüzzaman Hutbe-i şamiye eserinde şöyle diyor: “Sigar-ı nefs tekebbürün menbaıdır.” Sigar zelil ve hakir manasında kullanılmaktadır, kıymete değmeyenler noksanlıklarını gururları ile kapatarak, büyük olmadığı halde büyük görünmek isterler. İşte devletin kudretini ve büyüklüğünü şahsında gören bir kısım memurlar da nefsin hayaliyle kendini büyük görür, vatandaş üzerinde tekebbür etmeye başlar.

Memurun nezdinde kendini teba gören vatandaş ise devletin malını mubah görüp vergisini ödemez, elektrik ve suyu kaçak kullanır, eli nereye yetişebildiyse o kadarını gasp etmeye çalışır, Osmanlı döneminde devletin bütçesine yardım için bağışlanan vakıf arazilerinden, han, hamam, dükkân vs. yerlerden elde edilen gelirlerin tamamı vakfın malı, beyt’ül mal sayılırdı, vatandaş vakıf malını korur, vergisini ödemede inanç ve itikatları sağlamdı, bir milletin devlete bağlı olmanın başında inanç ve itimat gelir. Vakıf ağacından bir dal kesilmezdi, büyüklerimizin “aman, aman! Ziyaret çarpar” tembihi ise üzerimizde eksik olmazdı,

Devlet Milletine ne kadar İtimat ve Güven Verirse, Millette O nispette itaatkâr olur.

Vatandaşı rahatsız eden bir diğer husus ise devletin kurumları arasında ki koordinasyon kopukluğu, bazen bir yazının cevabı haftalar sürmekte, git-yarın gel, evrakın ikmalinden, işin takibinden usanan vatandaş bu sefer torpil, tavassut ve rüşvet gibi usulsüz yollarla işini takibe alır, Siyasetin de bürokrasiye en alt seviyelere kadar ve sürekli müdahalesi, memur ile vatandaşı rahatsız etmektedir.

İmamı Gazali Hazretlerine göre “muamelattaki ve siyasetteki adalet nefsin ahlakına bağlıdır.” İnsanlar evvela kendi nefislerinde adaleti kurmadıkça topluma da adaleti kurmak mümkün değildir. Bediüzzaman Hazretleri de şöyle diyor: “Müsavatsız adalet, adalet değildir.” Yani eşitlik olmadan adalet olmaz.

Netice itibariyle vatandaş mecbur kalmadıkça resmi dairelere gitmek istemiyor. Örneğin: Bir üretici yani çiftçi ürettiği bir mahsulünü, hayvanını, sütünü ve benzeri mamulünü devletin herhangi bir kuruluşuna götürüp mubayaa etmek istemiyor. Çünkü: Bürokratik işlemlerden git gelmelerden ve meşru olmayan muamelelerden sıkılan vatandaş devlet müessesesini ikinci tercih olarak kullanmaktadır.

Devlet; vatandaşın emrinde bir hizmetkâr olarak çalıştırmak üzere memuru kendi kurumlarında iskân eder. Memur da devletin kanun ve emirlerini samimi bir şekilde uygulama mükellefiyetinde olmalıdır. Kanun uygulayıcı olan memurlar, kanun ve kuvvetteki kuralları birbiri ile uyumlu ve birbirini desteklemelidir. Yoksa kanunu kuvvette dayandırılarak memur keyfi muameleye girmemelidir.

Allame-i zaman Bediüzzaman, “kuvvet kanunda olmalıdır.”diyor.

Memur, üstünlükten vazgeçerek, vatandaşın hizmetkârı olduğunu kabullenebilirse, devlet ve vatandaş arasında o zaman güçlü bir ittihat sağlanmış olur. “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin” düsturu ile hareket edilmeli… Vesselam.

Rüstem Garzanlı /Diyarbakır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: