“Dilini Tutan Kurtuldu.”: Gıybetten Sakınmak

Kullarına karşı sonsuz rahmet sahibi olan Cenab-ı Hak, lütfûndan yaratıp kemale erdirdiği insana, meramını, duygu ve düşüncelerini anlatmak ve en önemlisi kendisini zikir ve tesbih etmek için büyük nimet olan nutuk ve beyan ihsan edilmiştir.

“İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.”1

ayeti de bu hakikati ifade etmektedir.

İnsan, Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği bu nimetin şükrünü, Kur’an ve onun ulvi hakikatlerini okumak, tebliğ vazifesini ifa etmek, zikir ve tespihle meşgul olmak suretiyle onun veriliş hikmetine muvafık hareket etmiş olur. Yalan, gıybet, iftira ve malayani sözlerle o kıymettar nimete nankörlük edip, hak ve hakikati söylemeyen bir kişi, vazifesini su-i istimal etmiş ve o lisanın veriliş gayesine ihanet ve o nimete nankörlük etmiş olur. Dilin vazifesi ve ziyneti faydasız ve boş sözlerden sakınarak her zaman ve zeminde mutlaka doğruyu ve faydalıyı konuşmaktır.

Peygamber Efendimiz (sav.) konuyla alakalı bazı hadis-i şeriflerini dikkatinize sunmak istiyorum:

“Belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır.”2

“Her sabah, bütün uzuvlar, dile yalvararak derler ki: Bizim hakkımızı gözetmekte Allah’tan kork, kötü söz söyleme, bizi ateşte yakma! Bizim dine uyup uymamamız senin sebebinledir. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğri olursan biz de eğri oluruz.”

“Mümin önce düşünür, sonra konuşur. Münafık, düşünmeden konuşur.”

“Kurtuluş için dilini tut, günahların için ağla!”

“İnsanları Cehenneme sürükleyen dilleridir.”

“Dilini tutmayan kimse, tam imana kavuşamaz.”

“İnsanın hatalarının, kusurlarının çoğu dilindendir.”

“Kalbi doğru olmayanın imanı, dili doğru olmayanın kalbi doğru olmaz.”

Lügat imamlarından İbnü’s Sekît de şöyle der:

“İnsan dilinin sürçmesinden dolayı uğrayabileceği musîbete ayağının sürçmesi ile uğramaz. Zira insanın sözü başını götürebilir, hâlbuki ayağının sürçmesinden hâsıl olan yarası zamanla iyileşir.”

Evet, dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür. Dil yarası, kılıç yarasından daha tesirlidir. Çünkü kılıç yarası iyileşir, ama dil yarası devam eder. Her kap, içindekini sızdırdığı gibi, insan da kalbinde olanı izhar eder ve tabiatında olan şeyin asarını gösterir. Derler ya; “Kişinin akıllı olup olmadığı sözünden, asaleti de işinden belli olur.” İnsan bir sır-ı hafidir ki, onun tercümanı lisandır.

Gıybetten Sakınmak

Bediüzzaman Hazretlerinin salih amel tarifinde geçen “manevî hukuk-u ibada tecavüz” ün biri de gıybettir. Gıybet, bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı sözler söyleyerek onu arkasından çekiştirmektir ki, bu da salih ameli mahveden en çirkin davranışlardan ve hastalıklardan biridir. Diğer bir ifadeyle gıybet; kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir sözü, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmaktır. Gıybet, kişinin şahsı, soyu, ahlâkı, işi, dini gibi şeylerde olur. Kâmil bir mümin, ağzından çıkacak kelimeye çok dikkat etmeli, kimseyi arkasından çekiştirmemelidir. Bu hem Cenab-ı Hakk’ın emri, hem de kâmil bir mümin olmanın gereğidir.

Cenab-ı Hak gıybetin ne kadar çirkin olduğunu, şöyle ifade etmektedir:

“…Birbirinizin gıybetini yapmayın. Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır. Bundan tiksinirsiniz öyle değil mi? Muhakkak ki, Allah tövbeleri çok kabul edendir ve çok merhametlidir.” 3

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Efendi, bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Gıybet edilen kimse, orada bulunmayıp söylenen sözü bilmemesi ve o anda savunacak durumda olmaması hasebiyle bir ölü, hem de kardeş olan bir ölü konumundadır.” Gıybet edilen yerde susan kişi de gıybete ortak olmuştur. Çünkü susmasıyla gıybeti tasdik etmiş olur. Onun için insan, ya gıybet edeni men etmeli veya oradan uzaklaşmalıdır.

Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyamet gününde insanların önünde rezil rüsyav eder.” 4

Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyamet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder.” 5

Diğer bir hadis-i şerifte ise;

“Ey kalbiyle değil de diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa, Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa, onu evinin içinde bile olsa rezil rüsvay eder.”6 buyrulmaktadır.

Toplum hayatını muhafaza etmek ve müminler arasındaki kardeşlik bağını kuvvetlendirmek için İslâm dini gıybeti şiddetle yasaklamıştır. Bir ayette şöyle buyrulur :

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.”7

Ancak fasıkların, alenen günah işleyen ve isyan edenlerin arkasından konuşmak gıybet olmaz. Yani onlardan gelecek zararı önlemek için onların arkasından konuşulabilir.

Gösteriş, intikam hissini tatmin etmek, başkalarını küçültmek gayesiyle onlarla alay etmek, kendini büyük göstermek için başkalarının ayıplarını ve kusurlarını ortaya koymak ve kıskançlık gibi şeyler, gıybetin başlıca sebepleridir.

Gıybet insanın ibadet ederek kazandığı sevapların azalmasına ve başkasının günahlarının kendine yüklenmesine sebep olur. Rivayette vardır ki,

Kıyamet günü bir kimsenin sevap defteri açılır. ‘Ya Rabbi! Dünyadayken şu ibadetleri yapmıştım. Sayfam da bunlar yazılı değil.’ der. ‘Onlar defterinden silindi, gıybet ettiklerinin defterine yazıldı.’ denilir.”

“Kıyamet günü bir kimsenin hasenat defteri açılır. Yapmamış olduğu ibadetlerin yazılı olduğunu görür. ‘Bunlar seni gıybet edenlerin sevaplarıdır.’ buyrulur.”

O halde, zahmet çekerek ve bir çok sıkıntılara katlanarak yaptığı ibadetlerin sevabını gıybetle yok etmek akıllı insanın işi değildir. . Evet, nasıl ateş odunu yer bitirir ise; gıybet dahi salih amelleri ve onların sevaplarını öylece yer bitirir.

Hasan-ı Basri Hazretleri, kendisini gıybet eden birisine bir tabak hurma gönderir. Bunun üzerine o adam, Hasan-ı Basri’ye gelerek; ‘Ben senin gıybetini ettiğim halde, sen bana hediye gönderdin’ deyince, Hasan-ı Barsı Hazretleri; ‘Sen bana hasenatını gönderdin, ben de ona mukabil bu hediyeyi gönderdim.’ demiştir. Bu hal, o adamın nedamet ve istiğfarına sebep olmuştur.

Abdullah İbn-i Mübarek’in yanında gıybetten bahsedilince söyle buyurmuş:

“Eğer ben gıybet edecek olursam ana-babamın gıybetini ederim. Zira hasenatıma başkalarından ziyade onlar layıktır.”

Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyurmaktadır:

“Kim bir kimsenin namusuna veya malına zulüm etmiş ise, dinar ve dirhemin (yani salih amelden başka şeyin) bulunmayacağı günden önce o kimseden helallığını alsın. Zira zulmü yapanın salih ameli varsa zulüm ettiği miktarda amelinden alınacaktır. İyi ameli yoksa bu sefer mazlumun günahlarından alınıp ona yükletilecektir.”8

Başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyururlar:

“Bir kimse için söylenen kusur onda varsa, bu söz gıybet olur; yoksa iftira olur.”

İkinci halde, iki katlı günah işlemiş olur. Gıybetin günahından kurtulmak için pişmanlık duymak, tövbe etmek ve gıybet ettiği kişi ile helalleşmek gerekir. Eğer pişmanlık duymadan helallik istense o zaman riya yapılmış olur ki, bu da ayrı bir günahtır.

Cenab-ı Hak Hazret-i Musa’ya (as); Gıybet eden kişi tövbe edip ölse bile, cennete girenlerin en sonuncusu olur. Gıybete devam eden ve tövbe etmeden ölen kişi de cehenneme en evvel gidecektir.diye vahyetmiştir.

Evet, büyük bir hastalık olan gıybetin zararları nihayetsizdir. Evde, köyde ve şehirdeki bütün sıkıntıların ve huzursuzluğun sebebi gıybettir. Bütün insanlığı tehdit eden terör, fitne ve ihtilal gibi hadiselerin temelinde de hep gıybet gibi kötü hasletler vardır.

Mehmed Kırkıncı

Dipnotlar:

1 Rahman Suresi, 55/3-4.
2 Keşfü’l-Hafâ.
3 Hucurat Suresi, 49/12.
4 Taberani.
5 İbn Ebi’d Dünya.
6 Ebu Davud; İbn Ebi’d Dünya.
7 Hucurat Suresi, 49/10,
8 Taç Tercümesi, 7. Cilt, 46, 76. Hadis.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: