Ehl-i beyti severiz, ehl-i beyti sevenleri de severiz!

-Ehl-i beytin anlamı nedir, ehl-i beyt kimdir, ehl-i beyti sevmenin hükmü nedir?

-Ehl-i beyt, ev halkı demektir. İslam dünyasında ehl-i beyt denildiği zaman Peygamberimizin hane halkı, ailesi anlaşılır. Bir başka tanıma göre:

Ehl-i Beyt, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin ailesi ve evlâtlarıdır. Mü’minlerin anneleri, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm), Ehl-i Beytin şerefli ferdleridir. (1) Hz. Rasûlullah’ın kendisine tâbi olan amcaları ve onların çocukları da Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır. (2)

Peygamber Efendimizin ehl-i beytini sevmek farzdır. Müslümanların boynunun borcudur.

Ehl-i beyt, aynı zamanda ehl-i sünnettir. Yani Peygamberimizin yoluna, izine, âdetine, ahlakına ve emirlerine bağlı kimseler demektir. Bunların arkasından gidenlere, Peygamberin sünnetine bağlı yaşayanlara daha sonraları “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” veya kısaca “sünnî” denildi. Sünnî demek, Hz. Peygamber’in sünnetine bağlı, ibadette ve Kur’an’ı uygulamada Hz. Peygamberi örnek alan insan demektir. Öyleyse Peygamberimizin ehl-i beyti, yani başta Hz. Ali (r.a) efendimiz ve diğerleri sünnî idiler. Çünkü Peygamberin sünnetine herkesten daha çok bağlı kimseler onlardı.

Alevî demek, Hz. Ali’yi ve ehl-i beyti sevmek ve onlara taraftar olmak demekse bu anlamıyla Alevîler de sünnîdir. Çünkü Hz. Ali (r.a) sünnî idi. Bu gün Sünnîler, Hz. Ali’yi seviyorlarsa ki bunda asla şek ve şüphe yoktur. Bu anlamıyla Sünnîler de alevîdir. Öyleyse Müslümanları alevî ve sünnî diye ayırmanın anlamı ne?

Hocam ama Alevilerin ibadet tarzları ayrı, bizim gibi namaz kılmıyorlar, bizim gibi İslam’ı anlamıyor ve yaşamıyorlar? derseniz; ben de derim ki:

-Sünnî olup ta nice namaz kılmayan ve İslam’ı yaşamayanlar var. Bunları ne yapacağız?

Problem, Hz. Peygamberi ve ehl-i beytini tanıyan, inanan, seven, onların imanını ve İslam’ını yaşayanlarda değil. Problem, Hz. Peygamberi ve ehl-i beytini tanımayan, inanmayan, sevmeyen ve onların imanını ve İslam’ını yaşamayanlardadır. Öyleyse gerek Sünnîlere ve gerekse Alevîlere düşen her şeyden önce ehl-i beyti tanımaya, tanıtmaya, Allah’tan gelen Kur’an’ı, Peygamberden ve Ashabdan gelen İslam’ı bir an önce öğrenmeye girişmektir. Herkes otursun, lütfen inandığı Kur’an’ı öğrensin ve örneğim dediği Peygamberini tanısın. Bunları öğretecek ve tanıtacak âlimlerin sohbetine katılsın, dersini alsın, aydınlansın, aydınlatsın.

SÜNNÎLERİN HZ. ALİ EFENDİMİZİ SEVMESİ

Sünnîler, Hz. Ali Efendimizi (r.a) ondan önceki üç halife kadar severler. Hatta bunları birbirlerinden ayırt etmezler. Camilerinin ve kalblerinin dört duvarına Allah (c.c), Muhammed (s.a.v)’in isimlerinden sonra dört büyük halifenin isimlerini yazmışlardır.

Hz. Ali’yi seviyorum deyip, Peygamberin ahlakına ve sünnetine aykırı hayat sürenler ne alevî olabilirler ve ne de sünnî. Seyyidim deyip, Peygamberin ahlakına ve sünnetine aykırı yaşayanların hakiki seyyid olamadıkları gibi.

Peygamberimiz, risalet görevine karşılık kimseden bir ücret istememiştir. Sadece ehl-i beytine sevgi istemiştir. (3) Peygamberimiz ehl-i beytini seviyordu. Kıyamete kadar devam edecek olan İslâmî hizmetlerin o kanaldan devam edeceğine inanıyordu. Ümmetin onları sevmesini de bu yüzden istiyordu. Dolayısıyla ehl-i beyti sevmek, Peygamberi sevmek, onları üzmek Peygamberi üzmek anlamına geliyordu.

Peygamberimiz, ahirete irtihal etmeden önce ümmetine iki şey emanet etti. Bunlardan biri Allah’ın kitabı Kur’an, biri de ehl-i beyti idi. “Bu iki emanete (sahip çıkarsanız,) sımsıkı sarılırsanız Allah da size (sahip çıkacak,) sapmayacaksınız,” (4) buyurdu.

Şu halde Kur’an’dan sonra sahip çıkılması gereken en büyük emanet Efendimizin sünneti ve ahlakı, aynı zamanda sünnetini ve ahlakını yaşayan, yaşatan ehl-i beytidir. Peygamberimizin bu vasiyetini yerine getirmek, her Müslüman’ın boynunun borcudur.

SİNEMİZDE AÇILAN KERBELA YARASI BÜTÜN MÜSLÜMANLARIN YARASIDIR

Ne yazıktır ki bunun tersi olmuş, zorbalıkla Müslümanların başına gelen zalim ve ırkçı yöneticiler -ki bunlardan biri Yezid’dir- Peygamber’in ehl-i beytine en büyük zulmü reva görmüş, Hz. Hüseyin’in ve yakınlarının katili olmuşlardır. Sinemizde adetâ kapanmayan bir yara açmışlardır.

Bu acı ve feci olay, sadece Caferîlerin, Şiîlerin ve Alevilerin acısı değildir. Bu acı Sünnilerin daha doğrusu bütün Müslümanların acısıdır. Bu sebeptendir ki hiçbir sünnî Müslüman, çocuklarına “Yezid” adını vermemiştir. Neden? Çünkü Yezid, Hz. Hüseyin ve yakınlarının katilidir. Ama bir çok sünnî Müslüman’ın ve çocuklarının adı Ali’dir, Hasan’dır, Hüseyin’dir. Çünkü bunlar, bütün Müslümanların canıdır ve cânânıdır. Bütün Müslüman’lar, ehl-i beyti canlarından çok severler ve sevmelidirler. Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için gerekirse canlarını bile verirler, vermelidirler. Çünkü bunları Peygamber yadigârları ve emanetleri bilirler. Sünnilere göre bunları sevmek, Peygamberi sevmek, Peygamberi sevmek de Allah’ı sevmektir. Nitekim Kur’an da buna işaret etmektedir. (5)

Sünnî Müslüman’lar, elleriyle göğüslerini, zincirlerle sırtlarını dövmezler ama, Hz. Hüseyin efendimizin ve yakınlarının başına gelenlerden dolayı onların da içi kan ağlar.

Müslümanların birlik ve bütünlüğünden yana olan Caferî, Şiî ve Alevî kardeşlerden beklenenler şunlardır:

1-Hz. Hüseyin efendimizi (r.a) anma törenlerinde alevî-sünnî beraberliğine kuvvet verecek barış mesajlarına kuvvet verilmelidir.

2-Caferiliği, Şiîliği ve Aleviliği İslam’dan ayrı bir şey görenlere veya İslam’ın alternatifi bir din haline getirmek isteyenlere fırsat verilmemelidir.

3-İlim ve bilimde tüm İslam kaynaklarından istifade edilmeli, “bunlar sünnîlerin kaynakları” diyerek uzak durulmamalıdır. Alevî, Caferî ve Şiîlerin çocukları da devletin Kur’an Kurslarında, İmam-Hatip Liselerinde ve İlahiyat Fakültelerinde okumalıdır.

4-Alevilik, Hz.Ali’yi sevme düşüncesinden kaynaklanmış bir inançsa ki öyledir; Sünniler bundan rahatsız olmazlar. Tam tersi Hz. Ali Efendimizin sevilmesinden de, sevenlerden de memnun olurlar. Ama Hz.Ali’yi sevme uğruna diğer halifelere ve ashaba dil uzatılmasından, aleviliğin İslam’ın alternatifi bir din şeklinde takdim edilmesi gibi tekellüflerden, -bırakın sünnîleri- ne Hz. Ali Efendimiz memnun olur, ne ehl-i beyt memnun olur, ne Peygamber Efendimiz memnun olur ve ne de Yüce Rabbimiz memnun olur. İslam’da olmayan şeyleri İslam’a sokmaya çalışmak ne sünniye, ne de alevîye bir şey kazandırmaz. Tam tersi hem dünyada, hem de ahirette zarar getirir, azar getirir, gazap getirir, azap getirir.

Hz. Ali (r.a) Efendimiz, kendisinden önceki üç halifenin yani Ebûbekir, Ömer ve Osman (r.a) efendilerimizin 20 sene müsteşarlığını yapmış, onlar halife iken onlara hep yardım etmiş, destek vermiş, fitnenin baş kaldırmasına izin vermemiştir.

Hz. Alinin bu tavrı onun faziletindendi. Hâşâ bazı nâdânların dediği gibi takıyyesinden değildi. Zaten Allah’ın arslanı ve İslam’ın kahramanına takiyye yakışmaz. Eğer Hz.Ali, üç halifeyi haklı görmese ve onlara biat etmeseydi, asla onlara boyun eğmezdi. Nitekim oğlu Hüseyin (r.a) efendimiz, Yezid’i, hilafete layık görmediği için ona biat etmemiş; canını, doğru bildiği yolda feda ve kurban etmeyi göze almış, kahramanca çarpışarak şehid düşmüştür. Peygamberin ehli beytine ve ehl-i beyt severlere yakışan takıyye değil, sadakat, teslimiyet ve Allaha’a isyan edene isyandır. Velev ki sonunda şehadet bile olsa.

Hz. Ali Efendimize sormuşlar:

-Neden senden önceki üç halife zamanında fitneler, senin zamanındaki kadar çok olmadı? Cevap vermiş koca İslam kahramanı:

Onların zamanında ve etraflarında onları koruyan bir Ali vardı, ama benim zamanımda ve etrafımda beni koruyan bir Ali yoktu.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Râzî, Tefsir-i Kebir, XXV, 181

2-Bkz:Ibn Atıyye, el-Muharraru’l-Veciz, IV, 384. Beyrut, 1993

3-Şûrâ, 42 / 23

4-Bkz. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, Menâkıb, 9; Tirmizî, M0065nâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26

Sende yorum yazabilirsin