Eşler Arası Terapi

Evlilik kuşatılan bir şehre benzer. İçindekiler dışarı çıkmaya, dışarıdakilerde içeri girmeye çalışırlar.

Aile terapisi için bana gelen eşler genellikle ya boşanmanın eşiğinde oluyorlar ya da ilişkilerinden tamamen umudu kesmiş olup birde şu televizyon programındaki doktora bir gidelim, nasıl olsa kaybedecek bir şeyimiz yok diyerek kendilerince son şanslarını denemek istiyorlar. Hal böyle olunca işimiz biraz daha zorlaşıyor. Birbirlerine tahammülleri bitmiş, “gözünün üstünde kaşın var” mantığı ile birbirlerini değerlendiren insanlara yaklaşmak ve bozulan ilişkilerini yeniden rayına sokmak haliyle daha da çetrefilli hale geliyor. Genellikle bu tip eşlerle ayrı ayrı görüşmeden önce eşler arası iletişimle ilgili genel bilgiler vermeden önce çocukları varsa rikkatlerine dokunacak bilgiler vererek başlıyorum seansa. Batıdan devşirilen Aile terapisinin mantığında böyle bir yöntem yok ama bizim coğrafyamızda ve bizim insanımızda bu teknik genelde işe yarıyor.

Boşanmanın eşiğine gelmiş anne ve babayı, düşünmeye sevk etmek için şu soruları soruyorum, öncelikle babaya:

Siz, boşanma isteği sizden geldiği zaman, çocuğunuzun hayat düzeyinin %73 oranında düşeceğini ve gelecek yıl onu hiç göremeyeceğinizi bilseydiniz, yine de boşanır mıydınız? Yoksa evliliğinizi kurtarmak için her yolu dener miydiniz?

Şeyyyyyy!!!

Anneye dönerek sorumu farklı bir üslupla soruyorum:

Boşanma isteği sizden gelmişse, çocuğunuzun ve kendinizin zihnen ve ekonomik olarak büyük ölçüde zorlanacağınızı ve gelecekte mutluluk şansınızın çok küçük olduğunu bilseydiniz, yine boşanır mıydınız, yoksa evliliğinizi kurtarmak için her yolu dener miydiniz?” Boşanmış aile çocukları, genel olarak, annesinden başka, babasından başka ve toplumdan başka terbiye almak zorunda kaldıkları için çelişki yaşarlar.

Unutmamak gerekir: Çocuklar, acıdan çok sevinçle, telkinden çok tecrübeyle, emirden çok tekliflerle öğrenir ve eğitilirler. Konuşma bu minval üzere devam ediyor. Sonra kendileri ile ilgili genel bilgiler vererek devam ediyorum.

Aile terapisi yaptığım sorunlu ailelere öncelikle yapılan bir araştırmanın sonucunu hatırlatmaya çalışıyorum. Bu araştırmaya göre evlilikteki en önemli problemlerden biri eşlerin birbirlerini “tapulu malları” gibi görmeleriymiş. Evlenmeden önce her biri kendi başına bir birey olan bu yetişkin insanlar, evlendikten sonra birbirlerini sahiplenmeye ve birbirleri adına karar verme yetkisini kendilerinde görmeye başlıyorlar. 1+1= 2, hatta sinerjik etki ile 11 olması gereken evlilik kurumuna müntesip eşler, evlendikten sonra 1+1=0.5 ve hatta daha az bir sonuç çıkararak kendi kendilerini bloke ederek zenginleşerek çoğalma yerine tükenerek yok olma yolunu seçiyorlar. “Bireysel cennetten, toplumsal cehenneme” giden yolda emin adımlarla ilerliyorlar. Hâlbuki her iki taraf da birbirleri üzerinde hakları olduğunu bilerek hareket etse, aile kurumuna zarar vermeyecek olan bireysel özgürlüklerini yok etmeden birlik de olmanın avantajlarını kullansa hayat her iki taraf içinde daha da güzelleşecektir.

Ben kadın erkek ilişkisini hidrojen ve oksijen’in birleşmesine(H2O-su) benzetiyorum. “Hidrojen ve oksijen, atmosferde ayrı ayrı dolaşıyorlar, birleşince suyu oluşturuyor. Eğer ilişkinizde sevdiğinizle uyum içindeyseniz ve ‘biz’ olmanın güzelliğini yaşıyorsanız H2O formülünü uygulamışsınız demektir’ Aksi takdirde biriniz yanıcı biriniz de yakıcı olarak felakete neden olabilirsiniz.” Oysa biz biliyoruz ki, biri yanıcı diğeri yakıcı olan bu iki elementin birleşmesi sonucu sadece dünyamıza değil kâinata hayat veren su gibi mükemmel bir varlık ortaya çıkıyor.

Aile terapisi için gelen eşlere ayrıca, ilişkilerinin devamı ve selameti açısından kendileri için önemli olan şeyleri yapmak yerine eşleri için önemli olan şeyleri yapmalarını öneriyorum. Onlara fil ve timsah örneğinde ki gibi bir birimize ve isteklerimize ne kadar yabancı olduğumuzu hatırlatmakla işe başlıyorum. Timsahla filin dillere destan evliliğini duymuşsunuzdur. İki sevgili evlendikten sonra, birbirlerine kendileri için “en değerli” olanı verme yarışına girerler. Timsah gölden en güzel balıkları çıkarıp sevgilisi file ikram eder. Filde pek sevdiği yeşil yapraklarının en tazelerinden çırpıp sevgilisinin önüne atar. Fakat sonuç hüsrandır. Otçul olan fil için balıklar ve etçil olan timsah için de taze yapraklar hiç de değerli değildir. Çift sonunda anlar ki herkesin kendisi için en değerli olanı vermesi iyi niyetli ancak teknik olarak yanlış bir davranıştır; hem iyi niyetli hem de teknik olarak doğru davranış eşi için “en değerli” olanı vermektir. Sonuç olarak, fil timsaha hortumuyla tuttuğu ve zaten yemeyeceği balıkları, timsah da gölün dibinden kopardığı ve zaten sevmediği tazecik yosunları vermeye başlar. Mutlu olurlar, çünkü birbirlerini anlamaya vakit ayırmışlardır. İkisi de “Ben elimden geleni yapıyorum ya!” savunmasına girmemiştir.

Evlilik terapisinde eşlere hatırlattığım en önemli unsurlardan bir diğeri de; “Kötü olan siz değilsiniz; kötü olan ilişkiniz.” Yani, iyi insanlar da olsanız kötü bir ilişki kurabilirsiniz. Kötü bir ilişki içinde de olsanız, hala iyi birer insan olmanız mümkündür.

İyi bir ilişkinin iyi bir insan olmaktan fazla şartları vardır. Evlendiğimiz gün, ilk çocuğumuz doğmuştur aslında; ilişkimiz. İlk günler heyecan ve mutlulukla karşılarız onu; ondan sonra ne yapacağımızı düşünmeyiz bile. Sonra bakarız ki ilişkimiz konuşmayı bilmiyormuş. Aylar sonra emeklemeye başladığını, paytak yürüdüğünü fark ederiz. Sonra biz onu çocuğumuz bilip besledikçe ayağa kalkar, yürümeye başlar. Tabi eğer emek sarf edersek. İlişkiler bozulmaya başlayınca yapılan en büyük hata da, eşlerden her biri kendisi bu ilişkiyi kurtarmak ve yeniden canlandırmak için tüm gücünü sarf etmeden diğerinin bu ilişkiyi kurtarması için çaba sarf etmesini beklemesidir. Evliliği bir bebeğe benzetmiştik. Düşünün ki bebeğiniz bir uçurumun kenarında emekliyor ve aşağı düşmek üzere. Ama iki taraf da birbirine kızgın, bu yüzden, bebeği diğeri kurtarsın diye bekliyorlar. Ya da biri bir adım atıyor sonra bekliyor diğeri de bir adım atsın diye. Bu bebek böyle kurtulur mu? Aynen günümüzde ki evlilikler gibi. Evlilik müessesesinin kurtulması ve çocuklarımızın anne ve babalarının yaşamalarına rağmen öksüz ve yetim kalmamaları adına gururu ve kibir’i bir tarafa bırakıp mücadele etmeliyiz. İslam dininde yapılması helal olmasına rağmen Allah azze ve celle’nin en sevmediği helal boşanmadır çünkü. Boşanmaya ruhsat vardır ama en son çare olarak. Günümüz insanı sıkıntıya gelemiyor. En ufak bir tartışmanın sonunda bile aklına gelen seçenekler içerisinde boşanma var. Adı zikredilmeyen ama seçenekler içersinde geçen “boşanma” kavramı belli bir süre sonra en sondaki yerini en üst sıraya alıyor.

Günümüzün en önemli handikaplarından biri de; çevremizde örnek ailelerin yokluğu veya çok az oluşu. İnsanoğlu yapısı gereği çevresinde kendine modelleyeceği, örnek alacağı kişiler, aileler olmasını ister. Bu aynı zamanda bir ihtiyaçtır da. Ne zaman eşimizle ilişkilerimizde sorunlar yaşasak, aynı sorunları yaşamış ve suhuletle bu sorunu aşmış ailelerle konuşma ihtiyacı hissederiz.

Oysa günümüzde eşimizle yaşadığımız sorunu anlattığımız eşimizin, dostumuzun, komşumuzun bizden daha dertli oluşu, çözülmeyi bekleyen yığınlarca problemlerinin oluşu:

Yahu senin ki de dert mi? Sen benim sıkıntılarımı bir bilsen”… ile başlayan cümlelerin çokluğu, günümüz insanını çaresizliğe ve yalnızlığa itiyor.

Tabi bu anlattığım işin bir boyutu. Evlilik müessesesi kesin kuralları, kaideleri ve şablonlaşmış ilkeleri olmayan bir kurum olmakla birlikte, yapılması tavsiye edilen ve kesinlikle yapılmaması gereken bazı kuralları da yok değil. Örneğin bir erkeğin eşini mutlu etmesinin bin bir kuralı olmakla birlikte, hala en geçerli kurallardan biri eşinin duymak istediği o iki kelimelik tılsımlı cümledir. Enteresandır ki bu iki kelimeyi söyleyen bir erkeğin eşi ile arasındaki buzları eritmemesi pek olası değildir. Kadın milleti bu iki kelimeye karşı adeta dirençsizleşir. Ama daha da enteresanı bunu tüm erkeklerin bilmelerine rağmen eşlerine içtenlikle ve hayranlıkla bu iki kelimeyi söyleyen erkek sayısının neredeyse yok denecek kadar az olmasıdır.

Evet, kadınların en çok istediği şey sözdür. Her erkeğin iki dudağı arasında olan sözü ister. Konuşulsun isterler kendileriyle. Konuşmaları dinlensin isterler. Buna göre ilk yapacağınız iş televizyonu kapatmak olsun. Koltuklarınızı bir birinize çevirin. Yüz yüze bakın, göz göze gelin. Sık sık eşinize onunla birlikte olmaktan memnun olduğunuzu, onu takdir ettiğinizi ve yaptıklarına hayran olduğunuzu söyleyin. Bu tavsiyelerin basmakalıp olduğunu düşünenlerdenseniz yirmi dört saatinizi kucaktan inmeyen, bir bebekle geçirmeyi deneyin. Kadınların ne kadar hayran olunası, takdir edilesi, memnun olunası işler yaptığını hayret ve dehşetle fark edeceksiniz…

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: