Estetik ve Nezaketi Evinizden Esirgemeyin!

Çok güvendiğiniz bir arkadaşınız, tam ruh ikiziniz olduğu iddiasıyla, bir arkadaşıyla sizi tanıştırmak istiyor. Eh, sizin de evlenme vaktiniz çoktan gelmiş ve hatta geçmekte.

Cumartesi 12’de görüşmeyi kabul ediyorsunuz.

Daha bir hafta var.

Olsun. Şimdiden tatlı bir telaş sarmış bedeninizi.

Ayna karşısında geçiyor vaktin çoğu.

“Ne yapsam? Nasıl yapsam? Hangi kıyafeti giysem?” soruları; dıştan içe, “nasıl konuşsam”a bırakıyor yerini.

En beğendiğiniz üç favori kıyafeti de beğenmeyip, yenisini almaya karar veriyorsunuz.

Tezgahtar kızı da birkaç saat uğraştırarak, çorap ve ayakkabı dahil, nihayet tepeden tırnağa yeniliyorsunuz kreasyonu.

Kolunuzdaki saati…

Ya parfüm? Geçen sene arkadaşınızda beğendiğiniz o hoş kokulu kekik karşımlı parfüm mutlaka alınmalı.

Şimdi fiyakanız tam.

Düşman ayağa… Ama olsun ayakkabılar da güzel yakıştı derken, saçınıza ilişiyor gözünüz.

Ama işin cakası da var.

Cumartesi sabah ilk işiniz, saç tıraşı olmak. Hangi berbere gitmeli acaba?

3-5 arkadaşa sorduktan sonra, şöyle güzel bir imaj verecek en iyi berberin yolunu tutuyorsunuz. Epey bir resim incelemesi sonrasında sıkı sıkı bir tarifle tıraşa geçiyorsunuz.

Görüşmeye iki saat kaldı.

Ama olsun, erken gitmek, geç kalıp rezil olmaktan iyidir deyip, kararlaştırdığınız kafenin yolunu tutuyorsunuz.

İki saat geçmek bilmiyor.

Şimdiden kalbinizde tatlı bir ürperti.

Arkadaş çok güvenilir.

Sizi birbirinize yakıştırdı ise, kesin olacak gibi bir his var gönlünüzde.

Ne söylemeli ilk? Ne konuşmalı? Söze nasıl başlamalı?

Evlilik? Ya sorarsa, evlilikten ne anladığımı? Çocuk? Yok canım, daha ilk görüşmede, oraya kadar gitmez konu.

Olsun ya sorarsa.

Aklınızdan, hemen hemen tüm konular, bir film şeridi gibi geçiyor.

Bir anda aslında evlilik için yeterli bilgi sahibi olmadığınızı anlıyor ve boşa geçirdiğiniz onca zamanı yuf’luyorsunuz. Keşke biraz kitap okusaydım. Araştırsaydım…

Ve eş adayı masada

Merhaba.

Birden irkiliyorsunuz bu tatlı sesle.

Telaşla ayağa kalkıp, titrek bir sesle merhaba diyebiliyorsunuz.

Aman Allah’ım! İlk görüşte aşk mı ne!

Sandalyesine buyur edip, oturmasına yardım ediyorsunuz.

Sesiniz en hoş balansta, hareketleriniz bir kuğu inceliğinde, kibarca siz de oturuyorsunuz.

Yüreğiniz, benim sesimi dinle, evlen bu kızı kaçırma diye atıyor sanki.

Söze nasıl başlayacağınızı bilemiyorsunuz.

“Hoşgeldiniz” diyebiliyorsunuz usulcacık.

“Hoşbulduk” diyor.

“Şeref Abi bahsetmişti, teşekkür ederim kırmayıp geldiğiniz için.”

“Rica ederim” diyor kızcağız, ama sanki onun da gönlü sizde sanki.

Aman Allahım ne büyük bahtiyarlık.

Şimdi, omuza konan bir bülbülü ürkütmeme refleksi ile davranma zamanında olduğunuzu hissediyorsunuz.

Siyaset? Yok yok, sormamalıyım.

Hangi takımı tutuyor acaba? O da olmaz.

Ya ben nereden gireceğim konuya.

Onu üzmeden, karşı çıkmasına meydan vermeden, farklı yönlerimizden ziyade, ortak yönlerimizi ortaya çıkartmak için neler yapmalıyım… Allahım yardım et…

Ve evlilik

Bu görüşmenin sonunu tahmin edebilirsiniz dostlarım.

Film nikâh masasında mutlu sonla biter. Yani aslında tam da orada başlar.

Çünkü oraya kadarki kısım, işin jeneriğidir.

Bu hayat filminin adının, başoyuncularının ve yardımcı oyuncularının, lojistik destekçilerinin, ışıkçılarının ve kameramanlarının jeneriji.

Nikâhtan sonra, asıl filme geçilir.

Ve bu filmin adı; “hayat filmi”dir.

Hayat filminin balayı dönemi

Hayat filminin en ballı dönemi, balayı dönemidir.

Tıpkı; ilk buluşmadaki gibi, birbirini üzmeden, bir sevgi çemberinde yaşanan en mutlu dönemidir hayatın.

Ama zaman geçtikçe, “Bal kokmaz, asil azmaz” sözünün tersine; balayının bal kısmı yavaş yavaş el etek çeker ortalıktan.

Hafiften hafiften dokundurmalar, kibarca laf sokuşturmalar…

“Ya aslında ben tam olarak şunu söylemek istiyorum”lar.

Nihayetinde; “Aslında sen özünde çok iyi bir insansın ama”lara dönüşür çok geçmeden.

Hayat filminin bayat dönemi

İşte asıl imtihanın başladığı yer burasıdır dostlarım.

“El etek çekilince, sohbetler tükenince” biz bize evimizde, başbaşa kaldığımız, yepyeni bir hayat filmi “Işık, kamera ve motor!” der.

Bu aşamaya kadar epey bir cehennem kuponu da biriktirmişsizdir zulada.

“Ya senin annen de…” “Aslında benim babam öyle demedi de…” “Ablan ne kadar münasebetsizmiş yaa…”

“Sen köfteyi sevmiyor muydun?”

“Ya aslında tatil için, pek iyi değil orası.”

“Çorabımın teki nerdeee?”

Ve sonrası, çorap söküğü gibi gelir.

Asıl estetik ve nezaket dönemi

Eşlerin evliliğini, hayatını ve geleceğini kurtaracak sır; bu yazının giriş kısmında yaptıklarını aynen yapmalarındadır.

Ama bunu yapmaları iki nedenden ötürü pey mümkün değildir artık.

Birincisi; nefisler kabarmış, buyruklar azmış, anlayış ve empati de bir o kadar azalmıştır.

İkincisi; yakın akraba gazıyla, gelindi, görümceydi, eltiydi, kaynanaydı… Gıybet trenine binilmiştir çoktan, ki en hızlı cehennem aracıdır, kendileri. İnmesi pek kolay olmadığı için, giderken de o hızda, nasıl ve nereden geçildiği ve geçilen yerlerde nasıl bir yıkım yapıldığı pek görünemediği için, yola devam edililmiştir.

Ama lütfen bir düşünün dostlarım.

Nasıl tanıştınız eşinizle?

Hırpani bir kıyafet, dağınık bir saç, kirli bir yüz… Efendim?

Eee? El kızını, Rab huzurunda verdiğiniz söze güvenip, nikâhlı eşiniz olmayı kabul ettiği için mi tüm bu zorbalık.

İşte estetik reçetesi

İlk tanıştığınızdaki gibi; kılık kıyafet ve kişisel bakım gibi olunuz.

İlk tanıştığınızdaki gibi; birbirinizin sözünü asla kesmeyiniz.

İlk tanıştığınızdaki gibi; ortak ilgi alanları ve faaliyetler bulunuz.

İlk tanıştığınızdaki gibi; ayrıştırmaya değil, birleştirmeye çabalayınız.

İlk tanıştığınızdaki gibi; empatik davranınız.

İlk tanıştığınızdaki gibi; anne ve babası için sevgi ve saygı cümleleri kurunuz.

İlk tanıştığınızdaki gibi; geçmişini yargılamayınız.

İlk tanıştığınızdaki gibi; uğurlayınız.

İlk tanıştığınızdaki gibi; yeniden görüşmeye can atınız.

Peki ya bayanların evdeki estetik reçetesi?

Bayanlar, bize göre daha narin, daha nazik ve daha kibar varlıklardır. Dolayısı ile estetiğe bizden daha fazla önem verirler.

Ama bu önem günümüzde, eve, eşe ve çocuklara verilen önemden ziyade, kişisel bakıma verilen bir değer haline dönüşmüş.

Şimdi bayan dostlarımız bir düşünsün:

En sevdikleri ablaları, arkadaşları, cemaat ve cemiyet dostları gelecek olsa, evde nasıl bir değişiklik olur?

Memleketten anne ve babaları gelse?

En sevdiği siyasetçi, belediye başkanı, vali, milletvekili ve bakan gelse?

Hele hele başbakan gelse?

İşte evimizin; estetik ihtiyacı; tam da başbakan gelmiş gibi bir ev olması halidir.

Dün küs olan eşler;

Bugün başbakan geliyor diye, onun hatırına (bir günlük de olsa) barışmaz mı?

Dün birbirini sözleriyle hırpalayan eşler;

Bugün başbakan geliyor diye, onun hatırına (bir günlük de olsa) güzel konuşmaz mı?

Dün çocuklarını azarlayan eşler;

Bugün başbakan geliyor diye, onun hatırına (bir günlük de olsa) çocuklarıyla canım cicim olmazlar mı?

Dün sofrayı dağınık bırakan hatunlar;

Bugün başbakan geliyor diye, onun hatırına (bir günlük de olsa) en güzel sofrayı kurmazlar mı?

Tabakların en cancanlısını, sofraların en şatafatlısını, yemeklerin en lezzetlisini sunmazlar mı?

Sofrada, neyi, ne zaman ve nasıl konuşacaklarını tartmazlar mı?

Evimizdeki estetik ve çocuklar

Unutmayın dostlarım,

Evimizde dikkat ettiğimiz her estetik güzellik, çocuklarımıza görgü ve nezaket olarak geri döner.

Anne-baba kişisel bakımına, vücut temizliğine dikkat ediyorsa, çocuk pis olamaz.

Anne-baba kılık-kıyafetine, renk seçimine, elbiselerin birbiriyle uyumuna dikkat ediyorsa, çocuk pespaye giyinemez.

Anne-baba, ağız ve diş sağlığına, günlük bakımına, dişlerin görünüş, temizlik ve beyazlığına dikkat ediyorsa, çocuk çürük dişli bir dişlek olmaz.

Anne-baba misafir ağırlarken, akrabayla konuşurken, telefonda laflaşırken en nazik ve en güzel bir şekilde konuşuryorlarsa; çocuk maganda tavırlı bir maço olamaz.

Anne-baba; birbirinden bir şey isterken, birbirine bir şey verirken, kibar ve nazik davranıyorlarsa, çocuk derbeder olamaz.

Ve bunların en önemlisi, anne-baba namaz kılarken, seccadeyi sererken, Huzur’a dururken, namazın tüm tadil-i erkanına, o güzelim kıraatına uygun bir nezaketle davranırlarsa; çocuk da büyüklerine saygısız ve küçüklerine sevgisiz olamaz!

Dolayısı ile bu yazının en önemli cümlesi; dünyalık estetiğinizin, nezaketinizin, kibarlığınızın uhrevi letafete yansıyacak olmasıdır.

Ama burada çok vahim bu durum var dostlarım.

Acı bir durum.

Eve gelen başbakan hatırına düzelen onca yamukluğun, evimizden hiç çıkmayan Allah (c.c.) adı ve hatırına hiç düzelmemiş olması, sizce de çok vahim değil mi?

Dikkat evimizde Allah var.

Ve Allah zarif, nazik, narin, kibar, şık ve temiz Müslümanları sever.

“Güzel konuşma sadaka” ise…

Bir “tebessüm sadaka” ise…

Tatlı dil ve güler yüz, insan ilişkilerinde gönül onaran bir ilaçsa…

Arslan da yattığı yerden belli olursa…

Lütfen, evlerinizden ve eşlerinizden güzellik, estetik ve zarifliği esirgemeyiniz.

Münir Arıkan

Moral Dünyası Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: