Hastalanmış Manevî Kalpler
Dinî ve tasavvufî manada bilgi ve düşüncenin kaynağı ve aracı Rabbânî lâtife veya İlâhî cevher olan kalp, İlâhî hitaba muhatap olarak yaratılmıştır. Kalp, ruhun mekânı ve insanın da aslıdır. Aslında insana ait özelliklerin toplandığı merkez manevî kalptir. Kalp, ancak iman nuruyla aydınlatılırsa safiyetini kaybetmez ve görevlerini yerine getirir.
Kalp, eğer günahlar ile zayıflar, kirlenir, katılaşır ve tedavi edilmezse, ölür ve böyle bir kalp artık hak ve hakikat olan şeyleri göremez, işitemez, anlayamaz.
Nitekim Hazret-i Peygamber (asm) bir hadis-i şeriflerinde bu durumu şöyle anlatır: “Mü’min, bir günah işlediği vakit, kalbinde siyah bir nokta, bir leke vurulur. Tövbe ederse kalbi cilâlanır. Yani bu leke silinir. Tövbe etmeyip isyana devam ederse, siyah lekeler kalbini kaplayıncaya kadar artar. İşte bu Allah-ü Teâlâ’nın, ‘Asla öyle değil! Fakat onların yapmış olduğu günahlar kalplerini iyice kaplamıştır. (Mutaffifin, 14)’ âyetinde anlatılan kalbin kapanması ve günahla örtünmesidir.”
İnsan kalbi çok hassastır. En ufak bir yanlış, günah kalbe ciddî zarar verebilir. Nasıl ki, maddî kalp bütün organların, dokuların, hücrelerin sağlıklı çalışmasında merkezdir, aynen onun gibi manevî kalp de insanın duygu, his, nefis, akıl v.s. manevî lâtifelerinin düzenli çalışmasında bir merkez hükmündedir.
Hastalanan kalp nasıl tedavi edilir?
İnsanın manevî kalbi taşlaşmış, katılaşmış, yani hakikatleri göremez, anlayamaz ve işitemez olmuşsa, bu durum kalbin tedaviye ihtiyacı olduğunu gösterir.
Kalbin tedavisinde en etkili metotlar, zikir, tefekkür, tövbe istiğfar, duâ ve ibadettir.
Evet, nasıl ki kirlenmiş, dağılmış bir mekânı tezyin etmek için önce temizlemek gerekirse, kalbi tezyin etmek için de önce kalbi şirkten, günahlardan ve Allah’tan gayr olan her şeyden temizlemek şarttır. “Def-i şer celb-i nef’a racihtir” prensibince, önce zararlı şeyler, yanlışlar kalpten def edilir. Sonra iman ve İslâmiyet hakikatleriyle süslenir. Böylelikle temizlenen kalpte artık güzel ahlâk, marifet büyümeye ve yerleşmeye başlar.
Kalp, âyine-i Samed’dir. Oraya sadece Cenâb-ı Hakk’ın muhabbeti girmesi gerekirken, dünya ve dünyaya ait şeyler bu kalbe dolarsa, işte insan kalbine yerleştirdikleriyle imtihan olur ve felâketlere düşer.
Kalbin bozulması Allah’tan başka şeylere gönül bağlamak, O’na ortak koşmak, riya, haset, kin, adavet ve zulüm gibi kötü ahlâklarla olur. Bu yüzden akıllı insanlar kalplerini ihmal etmezler. Bunun için de sürekli bir muhasebe halinde olmak ve ihlâs hakikatini hayata katmak şarttır.
Evet insan, hakikî lezzeti ve saadeti istiyorsa, kalbini ihmal etmemelidir. Aksi halde, dünyada hiç dersi bitmeyeceği gibi âhiretini de kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.
Hâsılı insan manevî kalbinin hasta olduğunu bilmelidir ki tedavi etsin. Çünkü hastalığın bilinmesi tedavide en önemli noktadır. Kişi adavet, kin, nefret, tarafgirlik, haset, gurur, kibir v.s. gibi hastalıklarının olup olmadığını yoklamalı ve bu hastalıkları teşhis eder etmez, hemen tedavi yoluna gitmelidir. Her asrın maneviyat doktorları farklı metotlar uygular. İşte bu asrın maneviyat doktoru da Risale-i Nur’dur. Kişi, hastalığına göre reçeteleri Kur’ân kaynaklı bu eserlerden okuyarak öğrenebilir. Nitekim, Risale-i Nur’da bu asır insanının içine düşebileceği her varta ve tehlikeden kurtuluş, her hastalığın tedavisi bulunmaktadır. Yeter ki, halis niyetle okuyalım.
Yasemin Yaşar / Nur Postası