Hayatın Dini

Zaman zaman çevremizden şöyle tepkilerle karşılaşıyoruz.

– Biz de Müslüman’ız ama siz dini çok fazla hayatın içine sokuyorsunuz…

– Biz de Müslüman’ız ama adamın bütün gündemi din…

– Biz de Müslüman’ız ama o her şeyi dine bağlıyor…

Bu ithamların(!) üzerinde biraz düşünmek, biraz fikir jimnastiği yapmak, biraz ölçüp biçmek gerektiğini, düşünüyorum.

Bir insanın hayatında din ne kadar yer tutmalı?

Bunun cevabı zannediyorum ki herkes için aynı değil. Yani buna cevap verebilmek için önce sorudaki “bir insanın” bazı özellikleri bilinmelidir.

Örneğin, o insan her hangi bir inanışa sahip değilse elbette ki hayatında dine ait hiç bir emare bulunmayacaktır. Dolayısı ile bizim konumuzun dışındadır.

Peki, bu kategoriye dâhil değilse?

O zaman bir dine mensuptur ve/veya bir dini inanışı vardır.

Eğer kişi hasbelkader bir dine mensup olmuşsa (ki genellikle bunun kararı doğuştan başkaları tarafından verilir), iki durum söz konusudur; ya o mensubiyeti sadece üzerinde bir etiket gibi taşır ya da mensup olduğu dinin (bunu kendisi seçmiş de olabilir) öğretilerine inanır.

Birinci gruptakileri, hangi takımı tuttuğu sorulduğunda bir takım (ama hep aynı takım) adı söyleyen ama o takım hakkında renklerinden başka bir bilgiye sahip olmayan kişilere benzetebiliriz. Bunlar ne maçları ne de transferleri takip eder, takım maç kazanınca sevinmez, kaybedince üzülmez, haberi bile olmaz.

İkinci gruptakiler ise bir inancı benimser ve kabul eder. İşte bizim kendimizi koyduğumuz kategori dahi budur. Bu gruba dâhil olanlar için soru, dini hayata ne kadar sokmak değildir, zira inandığı din, hayatında ne kadar yer alması gerektiğini kendisi belirler.

Her dinin kendine özgü kuralları ve ritüelleri vardır. Biz İslâm dinine mensup olduğumuz ve İslâm’la gelene inandığımızdan ötürü konuyu İslâm zemininde incelemeye devam edeceğiz. Çok iyi bilmediğimiz sulara yelken açıp, mensubu olmadığımız dinler ile ilgili örnekleme yapmıyoruz.

Artık sorumuz şu:

İslâm hayatımızın ne kadarına müdahale ediyor.

Burada “müdahale” kelimesi rahatsız edici geldi, hemen içinizden bir ses, “hayat benim hayatım müdahale ettirmem, o kim oluyor ki hayatıma müdahale edecekmiş vb.” dedi, değil mi?

İşte o sese İslâm dini nefs diyor. Kendisi genellikle Şeytan FM’e ayarlı bir radyo alıcısı gibi, gelen mesajları dinleyip kalbe dayatmaya çalışmaktadır. Diğer bir deyişle sıkı bir disiplinden geçirilip frekansı değiştirilmemişse her daim kötülüğe sevk etmektedir. Burada şunu da not olarak ekleyelim; genelde kendimizde hissettiğimiz “kalbim temiz” duygusu, nefsin yukarıda bahsi geçen disipline etme sürecinden geçtiğini değil, tam kapasite ile görev başında olduğuna işarettir.

Velhasıl, bu müdahale kelimesine pek takılmamak lazımdır. Çünkü eğer bir dinin getirdiklerine inanıyorsanız, onu hayatınıza sokmayı da kabul etmişsiniz demektir. Burada mevzubahis olan, İslâm’ın hayatınızın ne kadarına müdahale ettiğidir.

Bu sorunun cevabı belki pek çok kişiyi şaşırtacaktır ama kesindir:

Tamamına.

İslâm, insanın hayatta karşılaşacağı hangi durumda nasıl davranması gerektiğini belirlemiştir. Bunların bir kısmı Kur’an tarafından belirlenmiştir. Kur’an tarafından açıkça ifade edilmiş bir emri inkâr etmek, kişinin İslâm’la olan bağını kesebilecek kadar tehlikelidir. Burada şunu da belirtmekte yarar var ki; inkâr etmekle yerine getirmemek arasında küçük bir fark vardır. Yerine getirmemek kişiyi doğrudan dinden çıkartmamakla beraber; “bir sorumluluğu yerine getirmeme” psikolojisinin, sonunda o sorumluluğu reddetme yani inkâra götürdüğü sık görülmektedir.

Kur’an’da bildirilen emirlere İslâm literatüründe Farz denir. Bunu biraz açacak olursak:

Kur’an-ı Kerim altı binden fazla ayete sahiptir. Bu ayetlerin bir kısmı Resulullah (S.A.V.) Mekke’de yaşarken yani İslâm’ın ilk 13 yılında inmiştir ve genellikle iman ile alakalıdır. Yani nasıl bir Allah’a inanmak gerektiği, Allah’a inanmanın ve inanamamanın neticeleri ile diğer inanılması gerekenler insanlara öğretilmektedir.

Diğer kısmı da Medine’de yaşadığı 10 yıl süresince inmiştir ve genellikle inanan insanın hayatını düzene koyacak emir ve yasakları içerir. Bu kısımda ibadet, evlilik, ticaret, miras gibi her türlü konuda ayetler vardır.

Kaba bir hesapla Kur’an-ı Kerim’in yarısının bu ikinci kısma ait olduğunu düşünsek yaklaşık üç bin ayet yapar. Bunların içinde insan hayatını düzenleyen kaç tane emir ve yasak olduğu tahmin edilebilir sanırım.

Fakat ne yazık ki geçen yıllar zarfında bu emirlerin pek çoğu farzlıktan çıkarılıp ahlâk kategorisinde değerlendirilmiş, böylece başka ahlâkî disiplinlerle harmanlanmasına kapı açılmıştır.

Bunun sonunda farzlar ne oldu peki?

Benim çocukluğumda kitapçılarda “54 Farz” kitapları vardı. Sonra bu “32 Farza” düştü. Şu anda ise insanlara “İslâm’ın 5 şartı” anlatılıp yaşatılmaya çalışılmakta.

Farzlar dışında Allah Resulü’nün (S.A.V.) uyguladığı ve uygulanmasını istedikleri vardır ki bunlara sünnet denir. Bunların kaynağını da kendisi, “Bana Kur’an ve bir o kadar daha indirildi” sözleriyle bize bildirmiştir. Bunları yapmamak veya inkâr etmek kişinin İslâm ile bağlantısını kesmemekle birlikte, Resulullah’ın (S.A.V.) ahirette bizim kendisine tabi olanlardan yani ümmetinden olduğumuza şahitlik etmesi büyük ölçüde bunlara bağlı olacaktır.

Bunlar ibadetlerin nasıl yapılacağından, aile münasebetleri, tırnak kesme, tuvalete girip çıkma, yemek yeme, giysileri giyip çıkarmaya yani en ince ayrıntısına kadar hayatı düzenlemektedir.

Özet olarak:

İslâm dini, en ince ayrıntısına kadar hayatı tanzim etmektedir;

İslâm’a inanan bir kişiye “Dini çok fazla hayatın içine sokuyorsun.” demek, aslında “Ben dini elimden geldiğince hayatımdan çıkarıyorum.” demektir.

Muhiddin YENİGÜN

www.yenigun.name.tr

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: