Hazreti Yunus’tan Günümüze Mesaj!

Bediüzzaman, yaptığımız kötülüklerden Cenâb-ı Allah’a sığınarak, Kur’ân-ı Hakîm’in sergisinde yapılan manevî bir gemi ile İslâmiyet’in içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip ta sahil-i selâmete çıkabileceğimizi, hayattaki sıkıntılar, vahşet ve dehşetlerin yerine nazar-ı ibretle tefekkür ederek, ruhumuzun nurlanacağını, o zaman nefsimiz bir bineğimiz olup hayat-ı ebedîyemizin kurtulmasına bir vasıtamız olacağını belirtmektedir.

Hz. Yunus (as) Risalet’le görevlendirildikten sonra büyük bir çaba ile kavmine; putlara tapmamalarını, eşi ve benzeri bulunmayan, doğmamış ve doğurmamış bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah’a tapmalarını, O’na kulluk etmelerini ve taptıkları putlardan bir faydanın olamayacağını bildirmiş.

Kavminin inkârcıları küfürde ısrar etmeleri, Yunus Aleyhisselâm’ı rahatsız etmiştir. Kavmin bu tutumuna çok üzülen Yunus Peygamber (as) o sıkıntı ve çaresizlik içinde iken Allah’tan bir emir almaksızın, öfkeyle kavmini terk eder.

Kur’ân’da Peygamberlerin müşfik vasıfları şöyle geçer: “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir! Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma! “

Hazreti Yunus (as), kavmini terk ettikten sonra olaylar şöyle gelişir:  “Dolu bir gemiye biner.  Gemi batma tehlikesi geçirince, içlerinden bir yolcunun kur’a ile denize atılmasına karar verilir. Çekilen kur’a, Yunus Aleyhisselâm’a isabet eder. Bu sebeple denize atılır. Kendini kınarken onu bir balık yutar. “Eğer çok tesbih edenlerden olmasaydı, yeniden dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. (Saffet Sûresi 143-144)

Hz. Yunus (as) balığın karnında iken hiçbir maddî imkânı kalmadığını, kurtuluşun sadece Cenâb-ı Allah’a ait olduğunu, O’ndan başka melce ve mencenin olmadığını, Allah’a sığınarak şu münâcatta bulunmuştur:

‘’Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin’’ Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum. (Enbiya Sûresi, 21/87)

Hz. Yunus’un (as) Risalet’le görevlendirildikten sonra kavmine İlâhî emirlerin tebliğinde muvaffak olamadığını düşünerek öfkeyle kavmini terk etmesi, gemiden denize atılması, bir balığın içine girmesi, Cenâb-ı Allah’a münacatı ve sahil-i selâmete kadar çıkması tamamen ilâhî bir sır ve hakikattir. Zahiren kavmine karşı sabır ve tahammül ile sabretmesi lâzım iken;  kızarak öfkeyle kavminden kaçmasını da İlâhî bir murat olarak görmek gerekir. Kudret sahibi Allah’ın sır ve hikmetlerinin ihatasında beşer âcizdir.

Hz. Yunus’un (as) kıssa-i meşhuresinden insanların maddî ve manevî cihetle alacağı birçok ibret ve mesaj vardır. Şöyle ki: Kişi aile reisi ise ailesini, devletin reisi ise milletini idare etmek, sıkıntılarını paylaşmak, can ve mallarını korumak ve insanlar arası adaleti sağlamakla mükelleftir. Aksi takdirde idareci sıkıntıya düştüğünde görevini bırakıp kaçması ise bir nâkıslıktır, bir eksikliktir.

Bediüzzaman: Hz. Yunus’un bulunduğu şartlar ile bizim şartlarımızı karşılaştırır, bizim şartlarımızın yüz derece daha müthiş olduğunu nazara verir. Dünyamızı denize, heva-i nefsimizi balığa, gecemizi de istikbalimize benzetiyor. İstikbalimizi de, nazar-ı gafletle karattığımızı belirtiyor. Nazar-ı gaflet, bir şeyin mânâsını anlamadan bakmak, görevi ve görev yerini terk etmek, unutmak anlamındadır. Gaflet, asrımızın hastalıklarından biridir. Sahibini birçok dehşetli karanlıklar içinde bırakır. Görevden uzaklaşma bizi gurur denizine atıyor, hava-i nefsimiz de balık gibi bizi yutuyor ve Cenâb-ı Allah’a olan ubudiyetimize gaflet perdesini çekerek ebedî hayatımızı karartıyor.

“Bizim hutumuz Hazreti Yunus’un (as) hutundan bin derece daha mûzırdır. Çünkü onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.’’ Hz. Yunus aleyhisselâmdan zamanımıza yansıyan balık hadisesi en fazla yüz yıllık hayata bedel, ebedî bir hayatın kazanması hadisesi olarak gören Bediüzzaman, konuya şöyle açıklık getiriyor:

“Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbaptan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya Müsebbibül’ül-Esbap olan Rabbimize iltica edip  “Lailahe illa ente süphaneke inni küntu minnezzalimin” demeliyiz.

Bediüzzaman, yaptığımız kötülüklerden Cenâb-ı Allah’a sığınarak, Kur’ân-ı Hakîm’in sergisinde yapılan manevî bir gemi ile İslâmiyet’in içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip ta sahil-i selâmete çıkabileceğimizi, hayattaki sıkıntılar, vahşet ve dehşetlerin yerine nazar-ı ibretle tefekkür ederek, ruhumuzun nurlanacağını, o zaman nefsimiz bir bineğimiz olup hayat-ı ebedîyemizin kurtulmasına bir vasıtamız olacağını belirtmektedir.

Elhasıl: İnsan zayıftır, hata yapar, neticesini de sebeplere havale eder. Bediüzzaman, “esbap bahanelerdir, vesait de perdelerdir.” der. Demek ki sebepler birer araçtırlar. Sebepleri yaratan Cenâb-ı Allah’tır. Sebeplere sebebiyet veren ise gene insandır. Aleyhimize ittifak eden sebeplerin bir araya gelmeleri bir kusurumuzun neticesi olduğunu bilmek lâzımdır. Hata ve kusurlarımızın affı için Cenâb-ı Allah’a sığınmalı ve Hazreti Yunus’un (as) münacatında dediği gibi, bizde “Lâilâhe illâ ente süphaneke innî küntü minezzalimin’’ demeliyiz.

Rüstem Garzanlı

31.12.2014

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: