İHLAS RİSALESİ OKUMA NOTLARI-9

Ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım! İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tul-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani: Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat, Kur’an-ı Hakîm’in ” Küllü nefsin zâikatü’l-mevt ” ” İnne meyyitun ve innehum meyyitûn gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tul-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler.

* Ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım!: Burada muhatap Risale-i Nur şakirdleri değil; Kur’anın hizmetkarlarıdır. Risale-i Nur şakirdleri, Kur’anın kudsiyet dairesine girmeye çalışan “ kardeş ” ve “ yoldaşlar ” dır. Daire içinde olanlar ise, “ arkadaşlar ” ve “ dostlar ” dır. Sırr-ı ihlas ile ve îsar ile, kudsiyet dairesine girilir ama bir anda da oradan çıkılabilir. Maddeci ve menfaatçi nefs, daire içine girenlerde de var. Üstad 3 yol ile bu kudsiyet dairesinde kalma çarelerini anlatacak: Rabıta-yı Mevt, İman-ı Tahkikî, Tefânî

* İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi rabıta-i mevttir: İhlası kazanan, “ muhlis ” olur. Hadiste “ Heleke’l-âmilûne ille’l-muhlisûn, ve’l-muhlisûne alâ hatarin azîm ” der.[1] Yani “ Amel edenler de helak olur, muhlisler hariç. Muhlislerse azametli tehlikeler içindedirler. ” 2 metre yerden aşağı düşüş, kemik kırarsa; muhlisler 200 metreden düşerler. İhlası muhafaza etmeleri gerekir. Muhafaza, saldırılar karşısında elindeki cevheri ve hayatı korumak ve saklamak demek. O halde saldıracak düşmanlara karşı güçlü silahlar lazım. Nefsani ve maddi arzulara ve ahlaksızlıklara karşı, Rabıta-yı mevt; enâniyetten gelen hırslara ve edebsizliklere karşı ise, tahkiki iman ve tevhid… Silahın tesiri, kuvvetine göre olur.

* Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tul-i emel olduğu…: İhlasın zıddı, “ riyâ ” dır. Aslında ihlasın zıddı, nifaktır. Nifak ise, 2 şekilde gözükür: Riya ve sum’a… En çok yapılan riya olduğu için ihlasın zıddı riya diye yerleşmiş. İhlası kaybetmenin aşamaları şöyle: Önce tûl-i emel yani “ uzun umutlar… ” Az sonra onun kaynağını da “ tevehhüm-ü ebediyet ” ( Ebedilik kuruntusu ) olarak söyleyecek… Yani önce dünyada ebedilik vehmi, sonra uzun umutlar, sonra ihlasın zedelenmesi, sonra riya, sonra dünya… Yani maddeye mahkum olma… İhlas, ruh kuşu için, maddiyat kafesinden ve hapsinden kurtulmaktır. Riya ise maddiyat kafesine girmek ve ayaklarından bağlanmaktır.

* …riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, rabıta-i mevttir: Rabıta, ruhun bir meselede fani olması ve o meselede ihlaslı olmasıdır. Yani mevt rabıtası (kendi ölümünü düşünmek), ölümün hakikatine inmeye çalışmak, maddi bedenimizin ve dünyanın faniliğini ilme’l-yakin görmeye çalışmaktır. Rabıta, konsantrasyon ile olur. Yani tam teveccühle… Zihninden bütün her şeyi silip tam manasıyla odaklanmakla… Rabıta-yı mevt ne demektir?

* Ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır: Kendi ölümünü düşünmek… Yani ölüm hakkında ve kendi ölümümüz hakkında tefekkür etmek… Tefekkür, hakikati bulmak içindir. Yani “ Ölüm nedir? Ölen kim ve ne? Ölen nereye gider? Ölümden sonrası var mı? Varsa nasıl? ” İşte bu sorular bu tefekkür ile gündeme girmeye başlar. Bu hakikatler zihne açılmaya başlayınca da nefsin oyunları bir bir hem görünür, hem çareleri de bilinir. Tefekkür, zihindeki gaflet perdelerini açar. Bu tefekkür, kişiye kendi fâniliğini gösterir. İlk aşama bu… Dünyanın faniliğini de bildirir ve gösterir, bu da ikinci aşama… Burada “ mülahaza ” kelimesi anahtardır. Anlamak diye çevriliyor ama manasını Üstad, Ta’likat adlı mantık kitabında şöyle diyor: “ Fetanet denilen peygamber seviyesi bir üstün zeka ile, var olan ve yaşanan bir hedef ve mesele hakkında derinlemesine düşüneceksin! Parçaları cem edip küllü göreceksin. Meselenin hakikatini bulacaksın. Sonra bu derin düşünmeyi bir daha ve daha derin yapacaksın. O meselenin hakikatinin bu dünyada nasıl bir sebep-sonuç bağlantısı içinde gerçekleştiğini bulacak ve göreceksin. İşte o zaman meseleyi anladım, diyebilirsin.

* Evet ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat: Dindarlar 4 sınıftır: a) Ehl-i zâhir: Bu grup, emir neyse yapar, yasak neyse terk eder. Meselenin ilmine vakıf olmadan yaşar. b) Ehl-i tarikat: Bu grup da emir ve nehye göre hareket eder. Fakat meselenin ilmine vakıf olmak için bir manevi yolculuğa kalkışır. Hakka kavuşmak ve gerçek insan olmak ister. c) Ehl-i hakikat: Önceki grupların yaptıklarını harfiyen yapar. Ayrıca meselelerin hakikatine, kendi hakikatine, her şeyin hakikatine ve hakikat ile Allah’ın bağlantısına karşı vakıf olur. Allah rızasına erer. d) Ehl-i hakk: Önceki grupların yaptıklarını harfiyen yapar. Ayrıca artık bir emir niçin verilmiş ve bir nehiy niçin yapılmış onu bilir; sebepler dünyasında nasıl ve ne şekilde o meseleler yaşanılır bilen ve yaşayan kişidir. Allah’ın rızasından ötede, Allah’ın muhabbet ve memnuniyetine de mazhardır… Her mevzuda, ister ölüm ister hayat, ister iman ister amel ister takva, her hangi bir mevzuda herkes bu 4 sınıftan birisine dâhildir. O yüzden mevt mevzusundan bahsedeceği zaman Üstad hemen 2 sınıfı ele alıyor. Bunlar mevtin hakikatini araştıran ve bulan kişiler. Mevte göre yaşayan veyahut dünyada mevti yaşayanlarsa, dünyayı dünya cihetiyle terk edenler… Üstad Mesnevi-i Nuriye ile ölümü çözünce, Yeni Said oluyor ve dünyada yaşayan bir ölü gibi oluyor. Yani dünyada dünyaya ölmüş; dünyanın Âhiret’e ve Allah’a bakan yüzlerine dirilmiş…

* Kur’an-ı Hakîm’in: Neden Hakîm? Çünkü bir gaye için ölümle alakalı âyetler söyleniyor. Hem bir gerçek sebep-sonuç bağıyla açıklanıyor.

* “ Küllü nefsin zâikatü’l-mevt ”:[2] Kur’andaki bütün “ küll ” içeren ifadeler, bir hakikati bildirirler. Burada da öyle “ Bütün nefsler, ölümü tadar, tadıcıdır. ” Âyet “ her şey ” demiyor. Çünkü her şey, nefs sahibi değildir. Nefs, nefes alıp veren canlı maddi yapı demektir. Canlılar dahi bir “ şey ” dir, yani nesnedir. Ama nefs sahibi olanlar bitkiler, özellikle hayvanlar ve insanlardır. Fakat Kur’an “ Küllü şey’in hâlik ”[3] der. Yani “ Bütün nesneler, tükenirler; bütün nesnelerin gücü tükenir ve buz gibi erirler. Fakat canlılar dışarıdan güç emerler; sonra harcarlar ” diyor. Bu küll içine bizim cismimizdeki hayat ve arzuları da giriyor. Rabıta-yı mevt, ölecek olan nefsimize bakıyor. Âyet nefs, ölür diyor. Fakat ruh ölür demiyor. Vakıa suresi, ruhların baki olduğunu söylüyor. Yani maddi hayat bitiyor, manevi hayat başlıyor. Manevi hayatta nefs olmasa da oluyor. Maddi hayat ise, nefissiz olmuyor.  

* “ İnneke meyyitun ve innehum meyyitûne ”:[4] Kur’andaki bütün “ inne ” ler dış dünyada ve bedenimizde maddeten gerçekleşen şeylerden yani haktan bahseder. Önceki âyet hakikati kanun olarak anlattı. Burada ise Peygamber Efendimiz’e Aleyhissalatu Vesselam’a hitaben diyor ki “ Senin ve onlar için de bir haktır ki, sen de öleceksin, onlar da ölecekler. ” Yani burada rabıta-yı mevtin enfüsî ve âfâkî tarzları ders veriliyor. “ Kendi ölümünü yaşlanman, hastalıkların ve ömrünün dönemlerinin art arda ölümü ile gör ve gözlemle! Hem aynı zaman diliminde yaşadıklarında bu gerçeği seyret ve izle! ” diyor. Ama önce, iç tefekkür! Bu âyetten şu ders çıkar ki “ Önce iç temizlik ve iç inşa; sonra dış temizlik ve dış inşa! İç temizlikle rabıta gözlüğünü kafasına geçirmeyen, dış dünyaya gafletle bakar! ” Burada bir işaret daha var ki, Peygamber Efendimiz (ASM) ve muhatapları da ölecekler ama aynı tarzda ölmeyecekler. Çünkü Kur’an bir cümlede benzer kelimeleri farklı gruplara ayırarak kullandığı zaman hitap ve mana değişir. Eğer burada “ innehum ” dan kasıt eğer kâfir, münafık ve müşriklerse, “ Sen saadet ve huzur içinde öleceksin; onlar azap ve mutsuzluk içinde ölecekler ” manası çıkar. Eğer sahabelerse “ Sen peygamberlerin dönüşü ve vefatı nasılsa öyle öleceksin; onlar ise en fazla sıddık olarak ölecekler. ” Âyet Peygamber Efendimiz’i Aleyhissalatu Vesselam ayrı bir kefeye, muhataplarını ayrı bir kefeye koyuyor. “ Sen ve senin ölümün; onlar ve onların ölümleri ” diyor.

* âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar: Demek ayeti okumak ile âyeti anlamak farklı farklı oluyor. Az sonra ehl-i tarikatin âyetlerden rabıta-yı mevti ders alış tarzlarını anlatacak. Sonra da ehl-i hakikatin ve Risale-i Nur yolunun anlayışını ve ders alış tarzını anlatacak. Ehl-i zâhir, bu âyetten kendi ölümlerini düşünme dersini alamamışlar. Dersi alanlar, bakmışlar ki, nefs terbiyesinde birebir bir ilaç ve manevi yolculuklarında işin temeli olarak bunu görmüşler.

*  tul-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler: Menşe, bir şeyin içinden çıktığı yer… Bulutun, su buharından yapılışını Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam “ inşa ” olarak gösterir. Yani su buharı, bulutun menşeidir. “ Ya Münşie’s-sehab… ”[5] O halde, ebedîlik kurgulaması bir tarladır; o tarlada umut tohumları var. Bu tohumlar nefse meyletmekle uyanıyorlar, başlarını dışarı çıkarıyorlar. Emeller dünyada gerçekleşsinler diye bize ekilmemişler. Emeller, sermedîlikte ancak gerçekleşirler.

[1] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:415; Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 3:414.

[2] Âl-i İmran, 185.

[3] Kasas suresi, 88.

[4] Zümer suresi, 30.

[5] Cevşenü’l-Kebir, 99. Bab, 6. Ukde.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: