İhlaslı kimse hedeflerin hakikisine erer

Yedinci Kısım, bu misafirhaneye mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nur’un derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlası, yirmi adam kadar faide verir. Hem Nur’un sırr-ı ihlası; siyasetkârane kahramanlık damarını taşıyan, Nur’un tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus bîçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok.

93-) Tarihçe-i Hayat 599 : Yedinci Kısım

 Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem’a-i İhlas‘ın düsturlarını ve hakikî ihlasın sırrını mabeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmek, vücub derecesine gelmiş

1-) Mesnevi-i Nuriye 32 : Reşhalar:

Rububiyet ve ubudiyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâni’in makasıdına kemal-i ihlas ile hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni’ ile azîm bir münasebeti ve kavî bir intisabı ve o intisab ile her iki daire reisleri arasında bir muarefe ve mükâleme ve alış-verişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyle ise bilbedahe tahakkuk etti ki; ubudiyet reisi, rububiyetin has mahbub ve makbulüdür.

3-) Mesnevi-i Nuriye 70 : Katre

…niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir. İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir

-) Mesnevi-i Nuriye 201: Şemme

İ’lem Eyyühel-Aziz! Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucb, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzât hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta’ bulur.

Nasılki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ: Tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkeza kıyas et.

4-) Mesnevi-i Nuriye 117 : Habbe

İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.

5-) Mesnevi-i Nuriye 171 : Zühre

…yüz hasiyeti ve faidesi bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî’yi veya bin hasiyeti bulunan Cevşen-ül Kebir’i, o faidelerin bazılarını maksud-u bizzât niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünki o faideler, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasden ve bizzât istenilmeyecek. Çünki onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlası bir  derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.

26-) Emirdağ Lahikası-2  152

Ben ilân etmişim ki; dine, imana hizmeti ve Risale-i Nur’u değil dünya siyasetine, belki kemalât-ı manevîye ve makamat-ı âliyeye âlet edemediğim gibi.. herkesin hoş gördüğü saadet-i uhreviye ve Cehennem’den kurtulmaya vesile etmemek ve yalnız emr-i İlahî ve rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye âlet etmemek, bu zamanda Nur’un hakikî kuvveti olan sırr-ı ihlas-ı hakikîyi muhafaza etmeye beni mecbur etmiş ki: Sıddık-ı Ekber (R.A.) dediği olan “Mü’minler Cehennem’e gitmemek için Allah’tan isterim, benim vücudum Cehennem’de büyüsün ki, onların yerine azab çeksin” diye söylediği kudsî fedakârlığının bir zerresini ben de kendime kazandırmak için, iman ile Cehennem’den birkaç adamın kurtulmaları için Cehennem’e girmeyi kabul ederim demişim. Zâten ibadet, Cennet’e girmek ve Cehennem’den kurtulmak için kılınmaz; bozulur. Belki rıza-yı İlahî ve emr-i Rabbanî için yapılır.

5-) Lem’alar 132 : Onyedinci Lem’a

6-) Mesnevi-i Nuriye 172,173 : Zühre

Hadîste vardır ki: “Helekennasü İllel Alimun ve helekel Alimune illel amilune ve helekel amilune illel muhlisune, vel muhlisune ala hatarın azim”

Yani: Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı. Herşeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder. İşte bir zât bu ihlaslı muhabbeti böyle tabir etmiş:   “Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum. Çünki mukabilinde bir mükâfat, bir sevab istenilen muhabbet zaîftir, devamsızdır.” Hattâ hâlis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum vâlidelerde dercedilmiştir. İşte bu hâlis muhabbete tam manasıyla vâlidelerin şefkatleri mazhardır.

. 13-) Mesnevi-i Nuriye 175 : Zühre

…bazı olur ki, masdar telakki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne de masdardır. Belki müridinin safvet-i ihlasıyla ve kuvvet-i irtibatıyla ve ona hasr-ı nazar ile o mürid başka yolda aldığı füyuzatı, üstadının mir’at-ı ruhundan gelmiş görüyor.

14-) Mesnevi-i Nuriye 225 : Onuncu Risale

…duayı ibadet kasdıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsis ettiğinden aks-ül amel olur. O dua ibadetinde ihlas kırılır, makbul olmaz.   

15-) Mesnevi-i Nuriye 227 : Onuncu Risale

Dünya da umûr-u diniyeye ve a’mal-i âhirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetlerin semeresi öteki âlemde göründüğüne nazaran ibadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlası kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatı düşünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünce ile amelini adem-i ihlas ile ibtal eder. Çünki sevab i’tasında ve ücret aldığında, nâsı Rabb-i Nâs’a şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur.

7-) İşarat-ül İ’caz 14 -15 :

“Bismillah” : Bu kelâm, güneş gibidir. Yani, güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de gösterir; başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz. “Bismillah”başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de yapıyor, ikinci bir “Bismillah” daha lâzım değildir. Evet “Bismillah” öyle müstakil bir nurdur ki, bu nur hiçbir şeye bağlı değildir. Hattâ bu nurun “câr” ve “Mecrur”u bile hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak “B” harfinden müstefad olan “Esteinu” veya örfen malûm olan “Eteyemmenu”veyahut mukadder olan “Kul” ün istilzam ettiği “ikre’e” fiillerinden birine mütealliktir.

İhtar: “Bismillah” daki “câr ve mecrur”a müteallik olarak mezkûr olan fiiller, besmeleden sonra takdir edilir ki, hasrı ifade etmekle ihlas ve tevhidi tazammun etsin. “İsim” : Cenab-ı Hakk’ın zâtî isimleri olduğu gibi, fiilî isimleri de vardır. Bu fiilî isimlerin, Gaffar ve Rezzak, Muhyî ve Mümit gibi pekçok nev’leri vardır.

S- Bu fiilî isimlerinin kesretle tenevvüü neden meydana geliyor?

C- Kudret-i ezeliyenin kâinattaki mevcudatın nev’lerine, ferdlerine olan nisbet ve taallukundan husule gelir. Bu itibarla, “Bismillah” kudret-i ezeliyenin taalluk ve tesirini celbeder. Ve o taalluk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyle ise hiç kimse, hiçbir işini besmelesiz bırakmasın!

😎 İşarat-ül İ’caz 18 : 

Bu “lâm”ın müteallakı olan ihtisas hazf olduktan sonra ona intikal etmiştir ki, ihlas ve tevhidi ifade etsin.   

9-) İşarat-ül İ’caz 21 :

İhtar: اِيَّاكَ nin takdimi, ihlası vikaye etmek içindir ve zamir-i hitab da, ibadetin sebeb ve illetine işarettir

Çünki hitaba incirar eden geçen sıfâtla muttasıf olan zât, elbette ibadete müstehaktır.

10-) İşarat-ül İ’caz 41 :

Evet delailin zuhuru nisbetinde iman ziyadeleşir, teceddüd eder. “Bilgayb” Yani, nifaksız ihlas-ı kalb ile iman ediyorlar. Veya iman edilen şeyler gayb olmakla beraber iman ediyorlar

11-) İşarat-ül İ’caz 85 :

…abd ile Mabud arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir. İhtar: İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

13-) İşarat-ül İ’caz 93 :

…şartı olan iman ve tevhid ile ibadetin yapılmasına emirdir. Münafıklara nazaran, ihlasa emirdir. Binaenaleyh “E’abudu” nun ifade ettiği ibadet kelimesi, mükellefîne göre müşterek-i manevî hükmündedir

14-) İşarat-ül İ’caz 97 :

Mü’min, kâfir, münafık olan olan geçen tabakalar nida ile çağırıldıklarından; “U’abudu” emri devam, itaat, ihlas, tevhid gibi her tabakaya münasib bir manayı ifade eder.

7-) Mektubat 131 : Ondokuzuncu Mektub

Zuhur eden mu’cizeler, iki kısımdır. Bir kısmı, nübüvveti tasdik ettirmek için, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm elinde izhar ediliyor. Hanin-i ciz’ şu nevidendir ki, sırf nübüvvetin tasdiki için bir  hüccet olarak zuhura gelmiş ki; mü’minlerin imanını ziyadeleştirmek ve münafıkları ihlasa ve imana sevketmek ve küffarı imana getirmek için zahir olmuş.

15-) İşarat-ül İ’caz 99 :

Takva, tabakat-ı mezkûrenin ibadetlerine terettüb ettiğinden, takvanın bütün kısımlarına, mertebelerine de şamildir. Meselâ: Şirkten takva, kebairden masivaullahtan kalbini hıfzetmekle takva, ikabdan ictinab etmekle takva, gazabdan tahaffuz etmekle takva. Demek تَتَّقُونَ kelimesi bu gibi mertebeleri tazammun eder. Ve keza ibadetin ancak ihlas ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzât olduğuna ve ibadetin sevab ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir.

10-) Barla Lahikası 122 :

…çok rica ederim ki gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim. Adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir sebeb, benim kardeşlerim ve talebelerimle olan münasebetin samimiyetini ve ihlası zedelememektir. Hem iktisad, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olmadığı halde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyarım haricindedir.

11-) Barla Lahikası 125 : 

O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillah yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor.

12-) Barla Lahikası 133 :

Velayet yolları içinde en güzelinin Sünnet-i Seniyeye ittiba’ olduğu, velayet yollarının ve tarîkat şubelerinin en mühim esası ihlas olduğu ve bu dünyanın dâr-ül hikmet ve dâr-ül hizmet olup, dâr-ı ücret olmadığı

16-) Barla Lahikası  200-201 :

…kardeşlerim, hiçbir maddî menfaati düşünmeyerek ve kabul etmeyerek ve bilakis kendi keselerinden bana ve misafirlerime bakıyorlar. Hattâ Süleyman’a bazı yemediğim bir ekmek verdiğim vakit, hatırımı kırmayarak alır. Fakat kat’iyyen mukabelesiz almıyor. Ona mukabil evinden getiriyor. Arasıra birer bardak çay ısrar ediyordum,  ilhahıma karşı istinkâf ediyordu. Ne için böyle yapıyorsun derdim; “Hizmetimize maddî faide girmeyip, fîsebilillah, ihlaslı olmak istiyoruz” derdi.

17-) Barla Lahikası 201 :

İşte bu zâtın hakikî hali bu surette iken, insafsız insanlar bunun hakkında işaa ediyorlar ki; Said’in sayesinde yaşıyor. O da kemal-i iftiharla dedi: “Evet üstadımın sayesinde kanaatı ve iktisadı öğrendim, rahatla yaşıyorum. Halkların bu sözleri bana iyidir. Beni riyadan kurtarır, ihlasa sevk eder.” dedi.   Ben de dedim: Sana iyidir, hizmet-i Kur’an’a zarardır. Onun için hakikat-ı hâli beyan ediyorum, tâ ehl-i bid’a bilsin ki, ihlas ile lillah için çalışıyorlar. Said Nursî

    24-) Barla Lahikası 255 :

 Dedim ki: İhlasın ve sadakatın dahi velayet gibi kerameti var. Belki bazan daha fevkindedir.

30-) Barla Lahikası 279-280 :

Şu mübarek risaleler, hararetli bir adamın suyu gördüğünde ufak bir kapta ise karnına koymak, büyük göl ve deniz ise içine girmek istediği gibi; şu zamanın nursuz yakıcı şiddet-i hararetine karşı ihlas denizini göstermekle harareti kesmek, hem her nevi’ cevahir ve elmas içinde bulunduğunu beyan etmekle o denize davet ediyor. Nefsin talibi olduğunu riya ve hubb-u câh gibi her cihette zararlı yılanlar gibi zehirleyen, ibadet perdesi altında dünyayı tahsil etmek isteyip, kabir kapısında hatasını bildiği ve teveccüh-ü nâsa muhabbetten, firavun gibi gark olurken dönmek isteyip, kimseye müyesser olmadığını ve daha teferruatı ile o âlemleri bu lem’alar öyle tenvir ediyorlar ki, eğer murad-ı İlahî olsa, bu zamanın şöhretperest zındıkları da görselerdi, ellerindeki vücudlarına zemherir getiren buzları atıp, ihlas ile iman edip, Kur’an’ın elmas cevahirlerini alırlardı.

33-) Barla Lahikası 305 :

Açık, zahir, bahir ve kat’î  bir  himaye ve  sıyanet-i maneviye  neticesi ve  Risale-i Nur  şakirdleri  arasındaki hakikî  ihlas ve tesanüdün parlak bir tecellisidir. 

 Sun’î bir tevazu için değil, hakikatı ifade için derim ki: Bundan evvel Sabri Efendi kardeşimize yazdığım küçük mektubumda da zikrettiğim vecihle, Risale-i Nur şakirdleri vücud-u manevîsinde, ancak küçük bir ayak parmağı kadar bir kıymeti olan bu bîçare kardeşinizi, Hâlıkımız bu günahkâr abdini nihayetsiz in’am ve ihsanına lâyık görmüş ki; Risale-i Nur naşirine bir talebe, Risale-i Nur şakirdlerine bir kardeş, Kur’an hâdimlerine bir arkadaş etmiştir.

9-) Kastamonu Lahikası 56 : 

Risale-i Nur’un samimî, hâlis şakirdlerinin heyet-i mecmuasının kuvvet-i ihlasından ve tesanüdünden süzülen ve tezahür eden bir şahs-ı manevî, size bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdır, bir rehberdir.

13-) Kastamonu Lahikası 89 :

…bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.   

14-) Kastamonu Lahikası 94 :

… rahmet-i İlahiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlas ile girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır. İnşâallah

15-) Kastamonu Lahikası 96 :

Risale-i Nur’un hakikî ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikenin kırkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saadet olur.Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî  ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.   

17-) Kastamonu Lahikası 102 :

 Aydın’lı Hasan’ın hakikaten gayet müstesna bir kalemi var ve yazılarında tam bir ihlas görünür. Bu zât ne vakitten beri Risale-i Nur’a girdiğini ve ne halde olduğunu  merak ediyorum.

18-) Kastamonu Lahikası 102 :

Bu defa Hulusi’den bir mektub, Abdülmecid vasıtasıyla aldım. Elhak o kardeşimiz sebat ve metanet ve ihlasta birinciliği muhafaza ediyor. Ben de Abdülmecid vasıtasıyla ona yazdım ki Isparta’daki kardeşlerimize yazdığım mektublarda sen dahi bir muhatabımsın, seninle muhabere kesilmemiş diye yazdım.

19-) Kastamonu Lahikası 105 : 

 Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun

20-) Kastamonu Lahikası 109-110 :

..bir-iki zâtta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hattâ tarîkatı keşf ü keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dinî vezaifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevaid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebeb o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakall ihlası kırılır, sevabı kaçar.

  Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur’un mizanları ve müvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırkbin şahid vardır. Demek Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.

24-) Kastamonu Lahikası 134 : 

… bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi’ etmek demektir. O amel-i sâlihin ihlası kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez. Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder.”

26-) Kastamonu Lahikası 143 :

Cenab-ı Hak onlardan ve sizlerden ebeden razı olsun. Evet azm ü sebatınız ve ihlas ve ciddiyetiniz, ehl-i dünyayı mağlub etmiş ve ediyor. Yoksa bir tek Tesettür Risalesi’yle yüzyirmi adamı tevkif edenleri, yüzotuz risale ile bir tek adamı tevkif edemediklerinin sebebi; ihlasınız ve metanetinizdir, hükmediyor.

29-) Kastamonu Lahikası 147 :

Bir Tesettür Risalesi’yle yüz adamı, yüz gün tevkif eden ve onun gibi yüzer risalelerle bir tek adamı bir gün tevkif  edemeyen bir mahkemeye hükmedip galebe çalan, sizlerin hârika sadakatınız ve fevkalâde ihlasınız ve sarsılmaz metanetiniz ve kuvvetli tesanüdünüz olduğu bizce kat’iyyet kesbetti

30-) Kastamonu Lahikası 148 :

Farzlarını  yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir

31-) Kastamonu Lahikası 149 :

Aziz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir.

32-) Kastamonu Lahikası 152 :

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: