İman hizmetkarları şahsi ve manevi zevklerle meşgul olmazlar
Eskişehir Hapishanesinde cereyan eden bir hadiseyi nakleden Bediüzzaman Hazretleri, imana hizmetin her şeye tercih edilmesi hakikatını nazara verir. Ve der ki:
«Cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat dört ay mütemadiyen Risale-i Nur’un elli altmış şakirdleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız birtek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur’un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.
O şakirdlerin gayet keskin kalb ve basireti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur’a hizmet ise, imanı kurtarıyor tarikat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velâyet ise, mü’minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 83)
«Benim eskiden beri tekrar ettiğim bir dâvâm—ki, Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri, hizmet-i imaniyeyi herşeyin fevkinde görür kutbiyet de verilse ihlâs için hizmetkârlığı tercih eder.» (Kastamonu Lâhikası sh: 251)
«Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbanî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir Rehber olduğu itikadındayım.» (Mektubat sh: 23)
«Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devamla olur.» (Kastamonu Lâhikası sh: 202)
Zaman iman kurtarma zamanıdır. Çünkü:
«Bu zaman, eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmânsızlığa sevk eden sebepler eskiden on ise, şimdi yüze çıkmış. İşte, böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim.» (Sözler sh: 760)
«Sözler namındaki envâr-ı Kur’âniye ise, en mühim ibadet olan ibadet-i tefekküriye nev’indendir. Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saâdet-i ebediyenin anahtarıdır.» (Barla Lâhikası sh: 328)
«Bu zaman, imanı kurtarmak zamanıdır. Seyr-i sülûk-ü kalbî ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkilât bulunduğundan, Nur dairesi hakikat mesleğinde gidip, tarikatlerin faydasını temin eder.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 242)
«Hadîs-i şerifte vardır ki: “Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır. Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.”
«İmânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruatında yapılan lakaytlıktan pek çok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki şimdi en mühim iş, taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmektir, imânı takviye etmektir imânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyade imânın esasatıyla meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet haline gelmiştir. Bu, Türkiye’de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyledir.» (Sözler sh: 749)
«Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya Kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 195)
«Risale-i Nur imanı kurtarması cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ı bâkıye ve ebediyeyi imanla kurtarıyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve mânen daha geniş olması, Eski Said’in o rüya-yı sâdıka gibi olan hiss-i kablelvuku ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihata edeceğini görmüş. » (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 112)
«Madem, bin seneden beri iman ve Kur’ân aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şüpheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bâkiyenin ve bir Cennet-i daimenin anahtarı, medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette herşeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz.» (Şualar sh: 166)
«Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 62)
«Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil, belki derd‑i maişet veyahut o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dinî kendi imanını kurtaracak derecesindedir zannıyla lâkayt kalıp, ruhsatla amel etmeye kendine fetva buluyor.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 214)
«Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de…. Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin—adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade—imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.» (Tarihçe-i Hayat sh: 629)
«Hususi vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır.» (Şualar sh: 313)
«İmam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Farukî (r.a.) demiş: “Hakaik-i imaniyeden birtek meselenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve kerâmâta müreccahtır. Hem bütün tarikatlerin gayesi ve neticesi, hakaik‑i imaniyenin inkişafı ve vuzuhudur.”
Madem şöyle bir tarikat kahramanı böyle hükmediyor. Elbette, hakaik-i imaniyeyi kemâl-i vuzuhla beyan eden ve esrar-ı Kur’âniyeden tereşşuh eden Sözler, velâyetten matlup olan neticeleri verebilirler.» (Mektubat sh: 355)
Paylaşan Abdülkadir Haktanır