İnsanı Allah’ın Varlığına İnanmaya İten Mantık
Kafasını çalıştıranlar düşünmeye ve mantığı kabul edenlere inanmaya ve inançlarının gereğini yapmaya iten onların akıllarıdır, mantığıdır. Neye ve ne için inandıklarını ve inanmanın gereğini öğrenmek için, akıl yürütmek lazım, bu çok büyük meseleyi öğrenmek lazım, bilmek lazım.
Mesela, nasıl ki bir işçinin işe gitmesini ona aklı emrediyor. Akıldan gelen o emir karşısında adam, sabahleyin o tatlı uykusunu bozup hiç nazlanmadan yatağından fırlayıp işe gider. Hatta uykudan biraz geç kalktı ise, işten atılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmamak için, kahvaltı yapmadan evden çıkması için, aklı ona: “Beyefendi! Biraz çabuk ol, evde çoluk çocuk ekmek almak için para bekliyor, evin bir sürü ihtiyaçlarını karşılamak için çalışman lazım.” diyor. İlave ederek, “Geç kaldığın için, ya işten atılırsan! Yeni iş buluncaya kadar halin ne olur?” diyerek sahibini zorlar? O da aklından gelen o emre karşı boyun eğip ister istemez, işine gider.
Aynen bunun gibi, aklını kullanan insanı da aklı onu inanmaya zorlar. Kâinatın her tarafında, yaratıkların her çeşidinde; güneş’te ayda, inekte, sinekte, tavukta, bülbülde, gülde gülistanda, bilhassa kâinatın hulasası olan insanın yaratılmasında, uzaktan kumandayla iş gören bir kudret olduğunu kabul eder ve şüphe götürmez bir tarzda inanır. Ondan sonra, inandığı dininin vecibelerini yaşamak için aklı onu mecbur ederek der: Ey Allahın sevgili mahluku! Aman sakın o ufak tefek ibadetleri yerine getirirken tembellik etme. Çünkü, o tembellik seni, hem cennet gibi mes’ud bir hayattan mahrum edebilir. Hem de o müthiş cehennem ateşinde yakmaya sebep olur, bu nazik vücudunu orada yaktırıp sana azap çektirebilir. Sen ne yaparsan yap, Allah tarafından sana farz olan ibadetleri terk etme! Akıldan gelen bu emir neticesinde, her mümin sağlam dini bir hayata girer ve devam eder. Âlimlerin bilgilerinden istifade ederek, İslamiyet’i yaşamak için tecrübeli zatların tecrübelerinden istifade eder veya faydalı kitapları dikkatle okuma neticesinde imanını takviye etmeye çalışır ve ikna olur. Ancak ondan sonra lazım olan şekilde dinini yaşama imkânı elde ederek ibadetine devam eder.
Düşünün bir milyar lira sana borçlu olan kimsenin yarın saat onda uzak bir devlete taşınacağını herhangi kimseden işitsen, o gece sabaha kadar birkaç defa uyanacağın hiç şüphesizdir ve sabah olur olmaz adamın kapısına dayanırsın değil mi? Sana bir kimse dese niye bu kadar telaş ediyorsun? Ona, ne diyorsun kardeşim, on lira değil bir milyar lira vereceği var! Benim için hayati mesele demez misin?
İşte! İnanmak ve inandığını yaşamak Müslüman için bundan milyar defa daha ehemmiyetlidir. Bunu düşünmek icap ettiğini Allah’ımız bize çok Ayeti Kerimelerle bildiriyor. Bakın ders alıp iman sahibi olmamız için Allah’ımız Ayet-i Kerimelerin bir tanesinde nasıl bizi düşünmeye sevk ediyor: “Kesinlikle! göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ve gündüzün ardı ardına gelişinde, vicdanları temiz akıl sahiplerine gerçekten deliller vardır.”(Al-i İmran 190). Bu ve bu gibi ayetler aklımızı yerinde kullanıp araştırmamızı biz Müslüman’lara emrediyor ve o büyük kitap olan kâinat kitabından ders almamız için, biz insanlara başınızı o tarafa çevirin diyor. Çünkü yukarıda saydığım gibi; o kâinat kitabının küçücük harfleri olan ineği, sineği, balığı, bülbülü ve alemin en büyük mucizesi olan insanı da okumak neticesinde, onlardan alınan ders ve bilgiler, yavaş yavaş kalbe damlamaya başlar ve kalbi nurlatır. Ondan sonra, kalpte nuru iman tecelli eder.
Bir iğne kendi kendine yazılmazken, bir harfi onu yazmadan biri yazılmazken, bir sun’i çiçeğin ustasına inanılırken, basit topraktan olan o güzel kokulu gül, karanfil ve bunlar gibi milyondan fazla eşsiz san’at eserleri için, nasıl kendi kendine, tesadüfen oldu diyebilirler. Veya kör, sağır, şuursuz tabiat yaptı diyebiliyorlar. Yazıklar olsun kendini cehenneme birer parça odun yapan bu gibi ahmakul-humakalara!
Abdülkadir Haktanır
www.NurNet.org