İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın

Ecdadımızın Orta Asya’dan başlayan büyük yürüyüşte, sığınak yeri daima çadırlar olmuştur.

Nasıl Alparslan çadırda doğmuş, çadırda Sarı Hoca’dan dersler almıştı ise, Kara Osman (Osman Gazi) da Şeyh Mahmud’un önünde çadırda diz çöküp dersler almış, edeb ve terbiyeyi çadırda öğrenmişti. Tarihçilerin “400 çadırlık aşiret” dediği Kayı’lar, Gündüz Alp’ın yönetiminde Belh-ü Buhara’dan yola çıkmışlar ve tarihi yürüyüşlerine başlamışlardı.

Asırlar boyu devam edecek olan ve dünyanın gelmiş-geçmiş, en büyük ve devamlı devletinin nüvesini çadırda atmışlardı. Osman bin Ertuğrul, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’tan, yerleşmek için toprak isterken şöyle diyordu:

“Küffar-ı hâksâra, gaza niyetine bu diyâra geldik.”

Söğüt ve Domaniç civarları, Bizans topraklarına komşu yerlerdi. Küffar ile gazaya en müsait mekanlardı. Ertuğrul Bey 400 çadırlık aşireti ile bu bölgeye yerleşirken, Kara Osman, Osman bey çadırlar arasında koşuyordu..Gün geldi devletin başına geçti.

Şeyh Edebali, Osman Gazi’nin kayınpederi ve mürşidi, Osmanlı Devleti’nin fikir babasıdır.

Alim, faal, varlıklı, çevresi için örnek teşkil eden bir kişi olan Şeyh Edebali, Eskişehir yakınlarında o zamanki adıyla İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirir ve halkı aydınlatırdı. Bilecik’te bir dergah yaptırmış, Osman Gazi’yi de birçok defa burada misafir etmiştir.

Rivayete göre, Osman Gazi’nin dergahta bulunduğu bir gece, rüyasında Şeyh Edebali’nin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının alemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan geçtiklerini görmüştü. Sabah olup rüyayı anlatınca, Şeyh Edebali rüyayı şöyle tabir etmiştir:

“Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın. Kızım Malhun Hatun ile evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar gelecek ve nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, Allah nice insanın İslam’a kavuşmasına senin soyunu vesile edecektir.”

Gerçekten de öyle olur, altı asırdan fazla devam edecek olan bir imparatorluğun temelleri Osman Gazi ile atılır ve bunun ilk müjdecisi Şeyh Edebali olur.

Şeyh Edebali Osman Gazi’ye şöyle nasihatte bulunuyordu. Bu nasihate bu günlerde meydanlarda gezen ve ülkemizi idare etmeye talip olanların çok ihtiyacı var. Hepsinin bu nasihatten ders almalarını dileriz

Ey Oğul!
Beysin.
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül alma sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana.
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Ey Oğul!
Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana.
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.
Ey Oğul!
Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek, açmaz. Şunu da unutma, insanı yaşat ki devlet yaşasın

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü,zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın

Osman Bey, 23 yaşındayken mefkuresini şöyle dile getiriyordu:

“Ekmeğimi gazadan çıkarayım. Hiçbir melike ihtiyaç göstermeyeyim. Böylece hem dünyamı hem ahiretimi kazanayım.” Ve öyle de yaptı…

Sonra gelenlerin öncekilerden farkı yok.

Orhan Gazi Bursa’yı ele geçirdiğinde, yaptırdığı Camiinin kitabesine şunu da yazdırmıştı: “Merzbânu’l-âfâk (ufukların sahibi)”

Onlar devletlerinin temellerini atarken ufukların sahibi idiler. Çadır da ufuklarını daraltmadı. Aksine çok sonra gelenlerin ufukları saray duvarlarınca kuşatılınca, duraklama, gerileme ve çöküş başlamış oldu.

400 çadırın başlattığı o muhteşem tarih serüvenini Namık Kemal şöyle dile getirir:

“Biz ol nesl-i kerim-i dude-i Osmaniyeyiz kim,
Muhammerdir serapâ mayemiz hun-i şehâdetten.
Biz ol âlihimem erbab-ı cidd-ü içtihadız kim,
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten.”

Tarihte kurulan devletlerin en haşmetlisi olan üç kıta’ya sahip “Muhteşem imparatorluk” olarak vasıflandırılan Osmanlı Devleti. Önceleri mütevazı küçük bir beylikken, daha sonra dünyanın bir numaralı devleti olacağını ve bu gemiye pişdarlık yapacağını, belki kendileri bile düşünmemişti.

Şanlı Osmanlı Devleti’nin temelini atan Osman Gazi’nin, tarih kitaplarına geçen ve oğlu Orhan Gazi’ye söylediği dikkate şayan vasiyetini, hatırlamakta fayda var. Osman Gazi, vefat edeceği sırada oğluna şöyle nasihatte bulunuyordu: “Allah ‘ın buyruğundan gayri iş işlemeyesin. Bilmediğini İslâm ulemâsından sorup anlayasın. Zalim olma, adaletle hükmet. Nerede bir ilim ehli görürsen ona ikbal ve hilm göster. Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız da Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru bir cihangirlik davası değildir Sana da bunlar yakışır” . Bu sözler, onu ve yüce mefkuresini en güzel bir biçimde göstermiyor mu?

Bediüzzaman, Osmanlı Devletin’den her söz edişinde mutlaka şanlı , yüce…vb. ulvi bir sıfatla birlikte anmıştır Osmanlıyı.Bundan anlıyoruz ki; Bediüzzaman hazretleri, Osmanlı’ya büyük bir muhabbet beslemektedir.

Bediüzzaman eserlerinin bir yerinde; “Sultan Selime biat etmişim, Onun ittihad-ı İslâm da ki fikrini kabul ettim. Zira O, şark vilayetlerini ikaz etti, onlarda biat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamandaki şarklılardır.” demektedir. Bediüzzaman hazretlerinin ittihad-ı İslam konusunda Yavuz Sultan Selim’e biat ettiğini söylemesi çok manidardır. Çünkü doğrudan Üstad-ı Hakiki olan Kur’an-ı Mucizül Beyana tabi olan Bediüzzaman, Üstad-ı Azam Hz. Muhammed (s.a.v.) den başka Hz.Ali, Abdülkadir Geylani, İmam-ı Rabbani, Hz. Mevlana …gibi çok az sayıdaki zata üstadım diye hitap etmiştir. Yavuz Selim ömrünü ittihad-ı İslam davasına adamıştı. Risale-i Nur’unda en önemli görevlerinden birisi de İttihad-ı İslamı tesis etmek. Şuurlu ve mütedeyyin Osmanlı padişahlarının ittihada verdikleri önemi takdir eden Bediüzzaman; Yavuz Sultan Selimin;

“İhtilâf u tefrika endişesi,

Kuşe-i kabrimde dahi bîkarar eyler beni;

İttihadken savlet-i a’daya def’a çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağidar eyler beni.” (Divan-ı Harb-i Örfi)

Diye haykıran harikulâde beytini Risale i Nur külliyatına alarak, ittihadın teşekkülüne teşebbüs eden Osmanlı Sultanlarını sena etmiştir. Milletimizi idare eden bu zamanın idarecilerine yukarıdaki satırlar ne güzel bir rehberdir.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: