İstanbul Boyanıyor

Her mevsim, yeni bir dönemin, yeniliklerin, inkılapların başlangıcı ve sonudur. Kışın şiddetli soğuğu, fırtınası,  karı, yağmuru altında, bahar ve yaz mevsiminin bitki ve çiçeklerinin tebessümü saklıdır. Karakış, Aralık, Ocak, Şubat  yerini: Mart, Nisan, Mayıs tatlı ve ılık bir bahara bırakıyor… Dünya değişiyor, alem başkalaşıyor, kainat  bayrama hazırlanıyor. Kardelen çiçekleri beyaz yorganlarının altından başlarını çıkarmış, etrafa sıcak gülücükler dağıtıyorlar. Baharın gelmesiyle, rengârenk güller, laleler, nazenin çiçekler, ağaçlar, otlar, bin bir türlü böcekler geliyor, kainat şenleniyor. Yeryüzü rengârenk elbiselerini giyiyorlar. Dünya boyanıyor. İstanbul boyanıyor..

Bahar ve yaz ayları evlerde tamiratların, iç mekânın yeniden düzenlendiği, tasarımların değiştirildiği, boyama işlerinin yapıldığı zaman dilimleridir.Bu zamanlarda, yazılı, sözlü ve görsel medyada boya reklamlarının arttığını görürsünüz.Reklamlarda “Kendime yeni bir renk lazım”,”Hayattan rengi alın geriye ne kalır ki”,”Renklendir hayatı”, “Gülen boya”, “en güzel boya”, diyor.Hayatımızı ve dünyamızı renkler şenlendiriyor, güzelleştiriyor.  Evimizi boyamak istersek, boyacılığı meslek edinen kimseye, yani boyacıya veya iç mimara ihtiyacımız olacaktır. Boyacı, evimizi yapısına ve çevresine uygun olarak boyamak için fırçasını ile evimizi boyayacaktır. Evimizin her tarafı aynı renkle boyanmasa da, yine de duvarlara, tavanlara, kapılara hakim olan bir renk vardır. Evimizin taşınabilir eşyalarının bir kısmı boyahanede boyanmıştır. Sabit yerler için lazım olan boyalar da boyahaneden gelmiştir.Boyacı, fırçasını sallarken hangi malzemede hangi fırçayı ve hangi hızla kullanacağını gayet iyi bilmektedir. Çünkü iç mimarın yanında veya boyahanede ustasının dizinde yetişmiş olan boyacı, eşyaya renk vermek ve onların güzelliklerini ortaya çıkarmak için çabalarken, kendi kalbinin ve ruhunun güzelliklerini yansıtmaktadır.

Gerçek evimiz olan kalbimizi güzelleştirmek, Allah’ın boyası ile boyanmakla mümkündür. Allah’ın boyası ile kalp evlerini boyayanlar renklerden haberdardırlar. Yüce Kitabımız Kur’an -ı Kerim’de buyrulduğu üzere; “Allah’ın boyası ile boyan. Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O’na kulluk ederiz.” (Bakara, 138). Biz Müslümanlar, Allah’ın verdiği rengiyle boyandık. Allah’tan daha güzel rengi kim verebilir? Kupkuru ağaç, vakti gelince birden bembeyaz çiçeklerle süsleniyor, boyanıyor. Bir müddet sonra yemyeşil yapraklarla ve neticesi, semeresi yani meyvesi de icabında kıpkırmızı, sapsarı rengiyle karşımızda duruyor ve o  renk cümbüşünün sahibini, boyacısını ilan ediyor. “Sıbgatullah” diyor. ”O boyalar Allah’ın boyaları” diyor.

Baharın gelmesiyle ağaçlar baştan ayağa  değişik renklere boyanırlar. Beyaz, pembe, yeşil ve eflatun rengi gelinliğini giyer ve aylarca sürecek bayramda resmi geçit yaparlar.Kırmızı, yeşil, sarı, siyah, beyaz renk renk  meyveler olgunlaşmaya başlar, Her bir ağaç, latif elleri olan dallarıyla çeşit çeşit, en tatlı, en sanatlı meyveleri bizlere takdim ederler Parklarda, bahçelerde, tarlalarda renk renk laleler, çiçekler, güller, menekşeler, kıpkırmızı gelincikler, papatyalar ve meyveler boyanmıştır. Acaba onların boyalarını kim sürdü? Her birisine çeşit çeşit renkli fırça çekilmiş. Kimdir bunların boyacısı? Salondaki boyanın ustası olduğu gibi, meyvelerin, güllerin, lalelerin, renk renk çiçeklerin, menekşelerin, hayvanların, kuşların bir boyacısı bir ustası olması gerekmez mi? Bir resim tablosuna bakarken hemen ressamını merak ediyoruz, öyle değimli? Tablonun altında ressamın imzası var.  Bahar geldi, her taraf tablo, hem de canlı, her an değişen, her an boyanan insana huzur veren çeşit çeşit renkte tablolar…Bu tabloların Ressamını tanımamak en büyük ahmaklıktır. Aklı olan bu tabloların sahibinin huzurunda eğilerek O’na sevgi ve muhabbetle teşekkür eder.

Maharetli bir boyacı bir papağanı, tavus kuşunu kaç günde boyayabilir? Boyayabilir mi? Bu öyle bir boyama olmalı ki, renkler birbiriyle uyumlu olup, ne solmalı, ne de dökülmeli. Dünyanın bütün boyacıları bir araya gelse suyun içinde yüzen bir balığa o çıkmaz boyayı vuramaz. Nerede kaldı ki bulunduğu ortama göre yedi sekiz farklı renge bürünen ahtapotu, bukalemunu boyayabilsinler. Kainatın boyacısı, Allah,  “Sıbgatullah” ile her mahluku, bitkileri, ağaçları, çiçekleri, hayvanları, kuşları, insanları israf etmeden, dökmeden en güzel renklerle, uyumlu bir şekilde, sessizce boyamakla, boyama fiilindeki büyüklük ile Mütekebbir ismini göstermektedir.

Baharın gelmesiyle toprağın bağrından sadece renk renk bitki ve ağaçlar çıkmaz. Hayat ve ruh taşıyan milyonlarca tür böcekler, karıncalar ve kurtçuklar dünyaya teker teker teşrif ederler. Cansız, ruhsuz o kupkuru toprak hiçbir becerisi, kabiliyeti olmadığı halde hayat fışkırır. Sihirli bir aynadır toprak. Ölümün rengi ona vurulduğunda, hayatın canlı renklerine dönüşür. Kışların ölü sessizliği, ilkbaharın neşesine döner. Cansız renksiz zerreler, canlı,  değişik renklere boyanmış, çiçeklere, meyvelere dönüşür toprak aynasında… Hiçbir şey bu sihirli yansımadan  kendini alıkoyamaz. Her şey eninde sonunda toprağa girer ve yine her şey topraktan gelir.

Ölü, şuursuz kara topraktan nimetler fışkırıyor. Bağlar bahçeler yeşeriyor. Dağlara ovalara rengarenk boyanmış desenli halılar seriliyor. Kupkuru bir daldan en şık ambalajlarda, tatlı meyveler süzülüyor. Bahar sayfalarında otlar, ağaçlar, güller, papatyalar, menekşeler, laleler patlıyor.

Yabani bir dağ bitkisiyken, bir kültür çiçeğine dönüşen lâle, adına bir devir açacak kadar sevilip kabul görmüş, zamanla İstanbul’un baş tacı olmuştur. Osmanlıda Lale, saflığın ve güzelin simgesiydi…Osmanlı’da halkın ve saray çevresinin, lale çiçeğine karşı beslediği sevgi, Lale Devri ile zirveye çıkar. Osmanlı’da bir dönem ‘Lale Devri’ adıyla yaşanır. Günümüzde de İstanbul’da her yıl Nisan ayında başlayan Lale Festivali Mayıs ayına kadar sürüyor.İstanbul’un her tarafı başta değişik renkteki laleler olmak üzere, çiçeklerle, ağaçlarla, yeşilliklerle boyanıyor.

Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye Camii’nde mermere işlenmiş olan ters lale için, “Allah’ı terk ederseniz batarsınız”, “Hilali düşürürseniz batarsınız” gibi farklı yorumlar yapılır.

Güzelliğinin ve estetik bir çiçek olmasının ötesinde, kültürümüzde resimden minyatüre, çiniden çeşitli el sanatlarına kadar pek çok sanatçıya ilham veren lale, İslamiyet’te ve Tasavvuf’ta çok özel anlamlar taşıyor. Arapça yazılışı itibariyle “Allah” kelimesi ile aynı harfleri taşıyan lale, Tasavvuf’ta da “Allah’ın Birliği”ni (Tevhid) temsil ediyor.  Ayrıca yine Tasavvuf’ta, lale yapraklarının yukarıya doğru duruşunun, bir dervişin, müminin dua edişini resmettiğine inanılıyor. Lalenin tek dallı bir çiçek olması, gövde kısmının dimdik olması, soğanının dallanmayıp tek bir sap ve bir çiçek vermesinden ötürü lâle çiçeği ile Elif harfi arasında bir ilişki kurulabilir. “Allah”  ismi, elif, lâm ve he harfleri ile yazılmaktadır. Bu harflerin Osmanlıda kullanılmış olan ebced hesabı ile sayı değeri 66’ya tekabül etmektedir. Lâlenin de, lâm, elif ve he harfleri ile yazılmasında, aynı sayıya ulaşılmaktadır.Bu, Yaratıcının  yarattığında tecellisi şeklinde ifade edilmektedir.

Anadolu’da, lâleyi şiirlerinde ilk kez kullanan kişi Hz. Mevlâna Celaleddin Rumi’dir.

“Mademki, aşk yoluna düştün gidiyorsun, eteğini topla; çünkü bu yolun toprağı kanla yoğrulmuştur. Görmüyor musun? Lâle, gül renkli etekliğiyle gidiyor. Ama topraktan kanlara bulanmış olarak bitiyor. Başkaldırıyor. Benim canım, o gönüle doğru kanat çırpıp gitmede; çünkü o, pek güzel, pek neşeli, pek ölçülü gidiyor.”

“Sevgilinin, yüzlerce ilkbaharın gül bahçelerine benzeyen yüzünü görmezsem, lâle gibi gönlüme ateş düşer yanar, kararırım.”

“Ecel gelip çattığı için yüzün safran gibi sararıp soldu ise üzülme, ötelerde erguvan renkli lâlelikte oturmaya başlarsın.”

Bugünlerde İstanbul’un her yerinde laleler resmi geçit yapıyorlar.İstanbul’da parklar, bahçeler, yol kenarları toprağın olduğu her yer, renk renk lalelerle, çiçeklerle, ağaçlarla boyanmış, İstanbul  ve kainat sayfası boyanıyor. İstanbul’da çeşit çeşit renkte boyanmış elbiselerini giyen, başta laleler olmak üzere, çiçekler, ağaçlar  resmi geçit yapmaya devam ediyorlar. Bu geçit Emirgan parkında zirveye ulaşıyor. 11. İstanbul Lale Festivali, ‘İstanbul’da Lale Zamanı’ sloganıyla Emirgan  Korusu Etkinlikleri ile başladı, 3 Mayısa kadar sürecek. 2006 yılında “Lale Evine Dönüyor” anlayışıyla başlatılan etkinliğin 11. yılında İstanbul’un her köşesinde açan laleler baharın müjdecisi olarak şehrin birçok noktasında rengarenk açarak, Peygamberimiz (sav)’in müjdesine nail olan İstanbul’un güzelliğine güzellik katıyorlar. Festival kapsamında Emirgan Korusu başta olmak üzere İstanbul’un çeşitli semtlerine yaklaşık 20 milyon lale dikilerek yerli ve yabancı turistlerin beğenisine sunuldu. Yerli ve yabancı birçok turistin İstanbul’a akın etmesini sağlayan festival amatör ve profesyonel bir çok fotoğrafçının da ilgi odağı oluyor…Sultanahmet Meydanı, farklı bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin on bir yıldır lale festivaliyle taçlandırdığı İstanbul, 563 bin canlı lalenin oluşturduğu 1728 metrekare halıyla bir dünya rekoruna ev sahipliği yapıyor. Dünyada ilk defa geçen yıl bu kadar çok canlı su içindeki lalelerle dokunan halı, bu yıl da şehrin tarihi meydanında muhteşem bir motif oluşturuyor. Dünyanın en büyük canlı lale halısı olma özelliğini taşıyan motif benzerlerinden farklı olarak, Sultanahmet Meydanı’nda 30 Nisan’a kadar tüm ziyaretçilere açık olacak. Kainat kitabının bahar sayfası Yüce Sanatkârın en güzel tablolarıyla boyanıyorlar. Baharda yeryüzü renklere bürünüyor, desenlerle süsleniyorlar. Tabiatın bahar sayfasında bu  büyük inkılâplar  gerçekleşirken hiç kimse rahatsız olmuyor, her şey sessizlik içinde oluyor. İstanbul’da ve baharın yaşandığı her yerde, boyananlar kendi dilleriyle bizlere sesleniyorlar : “Bize bakın”  “Bizi seyredin”  “Yaratıcımızın ne kadar yüce bir  Sanatkâr olduğunu anlayın”  “Ona itaat edin”  diyorlar.

Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?

Yunus Emre, Kur’an’dan aldığı dersle ‘Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü’ der. Ama herkes Yunus Emre kadar olgun olmayabilir. Şöyle bir olay anlatılır:
Bir grup insan hac vazifesini eda ederken, beyaz ırka mensup bir Müslüman, zenci birini görünce biraz yüzünü ekşitir. Zenci, yanındaki arkadaşına yönelir ve şöyle der:
‘Bana yüzünü ekşiterek bakan şu Müslüman kardeşime sor bakalım, boyayı mı beğenmemiş, yoksa boyacıyı mı’?

Boyacı , bitkileri, hayvanları, insanları yaratırken en güzel ve en uygun renklerle boyayarak yaratmıştır. Bir karpuzun dışı ambalajı yeşile içi yenecek kısmı kırmızıya boyanmıştır. Bundan daha güzeli düşünülemez. İnsanın dış boyası ne renk olursa olsun, en güzel boya Allah’ın boyası ile boyalanmak takva elbisesini giymektir. Üstünlük takva elbisesini giymektir.

Hep hikmetli konuşan Lokman Hekim’in derisi siyah, dudakları da kalınmış. Değerli sözlerini duyarak hayranı olan biri bir gün bakmış ki hayalinde büyüttüğü Lokman, siyah yüzlü, kalın dudaklı biri. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Lokman Hekim, adamın içinden geçenleri sezmiş olacak ki, şöyle çıkışmış:

– Birader, neden öyle şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?

Sonra da ilave etmiş.

– Bak, demiş, benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında bir tesirim vardır. Onları Yaratan öyle yaratmış, öylesine uygun görmüş. Benim tercihim değil…

İnsanların yüz güzelliği, yahut da çirkinliğiyle kendilerine bir pay çıkarmaları son derece yanlıştır. Ne güzellikte bir etkisi vardır, ne de çirkinlikte. Her ikisini de yaratan ve layık gören Allah’tır. İnsan kendi iradesiyle kazandığından sorumludur. Kendi iradesiyle yaptığının hesabını verecektir.İnsan kendine verileni üstünlük olarak göremez, kendi iradesiyle yaptığı güzel, iyi işler değerini yükseltir.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: