İyi Bir Eş (Zevce) Nasıl Olunur?

musluman.aileBediüzzaman’ın, Müslümanların aile hayatındaki bozulmalara karşı,  hanımlara “daire-i İslâmiye içindeki terbiye-i İslâmiye” tavsiyesini üç defa tekrarladığı Yirmidördüncü  Lem’a İkinci Nükte’deki ilk cümleleri şöyle başlamaktadır:

İKİNCİ NÜKTE: Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaîyeden çekildiğim halde bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. İnsanın husûsan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi Cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimâîyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçâre nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin te’sirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan ma’nevî evlâtlarıma kat’iyyen beyân ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çâre-i yegânesi, dâire-i İslâmiyedeki terbiye-i dîniyeden başka yoktur!..”

Dünyada  yaşayan her genç kız ve kadının hayalinde mesut olmak (başka bir deyişle mutlu olmak) vardır; bunun yollarını  araştırır, sebeblerine müracaat ederek dünyada saadete, mutluluğa kavuşmanın yollarını arar.

Risale-i Nur Külliyâtından Lem’alar adlı eserde ise,  Yirmidördüncü  Lem’a İkinci Nükte’den yukarıda iktibas edilmiş cümlelerin en sonuncusunda, kadınların yalnız muvakkat dünya saadetlerinin değil; uhrevî (ebedî âhiret) saadetlerinin de ve fıtratlarına (yaradılışlarına) Allah (c.c.) tarafından konulmuş ulvî seciyelerini (yüksek karakter özelliklerini) bozulmaktan kurtarmanın da, İslâmiyetteki dinî terbiyeden başka hiçbir çaresinin olmadığını söylemekte ve buna iki sayfalık metin içinde üç defa vurgulamada bulunup tekrarlayarak önemle dikkat çekmektedir.

Aile, cemiyetin temeli ve kadın da ailenin temeli olduğundan; kadın ve aile ile ilgili bu çok mühim tavsiyenin daha müşahhas ve günlük hayatta tatbikini kolaylaştırabilecek şekli acaba nasıl olabilir?

Bu sabah telefonla birisi beni aradı. Telefon ekranında ismi görünen tanıdık kişi, 2000 km uzaktaki bir şehirdendi.. Çok nazik bir şekilde konuşuyordu: “-Sizi rahatsız ettim mi?”, “-Acaba müsait misiniz?”,  “-Müsait değilseniz, sonra arayayım..”. Onun bu nazik sözlerine cevaben kısaca, müsait olduğumu söyleyince, o da aramasının sebebini açıkladı.

Gelinlik çağındaki öz kızının: “İyi bir zevce olmak istiyorum.. İyi bir zevce nasıl olunur?” sorusuna; çok safî bir şefkat, büyük bir samimiyet ve derin bir muhabbetle, cevap olarak bir hocaefendinin iyi bir zevcenin nasıl olunabileceğine dair yazdığı iki gerçek mektubu, sekiz yıl önce sahaflar çarşısından aldığım eski bir kitabın sayfalarında yayınlanmış olduğunu görerek, oradan iktibasla onaltı sayfalık bir broşür halinde ve okuyucusunun daha çok ilgisini çekmesi için itinalı bir kapak kompozisyonu ve mizanpajla pembe kağıda kırmızı mürekkeple broşür halinde bastırmıştım.

Nikah sahipleri tarafından nikah davetine gelenlere hediye edilmesi, buradaki çok önemli ve faydalı nasihatleri kızlarına ve yakınlarına bizzat kendileri veremeyecek olanlara yardımcı, tesirli ve faydalı bir yayın olarak kullanılması için bu broşürü yayınlamıştım. O tarihten sonra da, evlenme çağında kızı veya akrabası olan tanıdıklarıma, dostlarıma ve herhangi bir nikah daveti aldığımda da, ya bizzat elden veya e-posta ile bu broşür metnini nikah sahiplerine iletmeyi âdet haline getirmiştim.

Bir defasında, beni cep telefonumdan arayan, numarası bende kayıtlı olmayan bir erkek sesi, önünde pembe renkli bir broşür olduğunu, iç kapağındaki bilgilerden telefon numaramı öğrendiğini, beni İstanbul’un (en eski ve en büyük ilçelerinden biri olan) ….ilçesi Müftülüğü’nden  aradığını, ilçedeki din görevlilerinin dinî irşad hizmetlerinde istifade etmeleri için Müftülüğe bu broşürden 200 aded iletmemi istemişti. Ben de “Hayırda acele ediniz:” hadisi mucibince, bütün işlerimi bırakıp hemen yola çıkarak, mesai saati bitmek üzereyken, “İyi Bir Zevce Nasıl Olunur?” adlı broşürden 200 adedini ayni gün bizzat o Müftülüğe teslim etmiştim.

Bu sabah Türkiye’nin diğer ucundan bana telefon eden dostum da, bir karşılaşmamız esnasında, bu broşürün bir nüshasını bizzat hediye ettiklerimdendi.

O dostum, memleketine gidince, tüm aile efradı toplanarak verdiğim broşürdeki iki mektubu birlikte mütalaa etmişler ve en fazla da büyük anneleri olmak üzere, mektuptaki nasihatleri çok beğenmişler. Ev eşyası satan mağazaları olduğu için, müşterilerine hediye etmek maksadıyla, benden şimdiye kadar değişik zamanlarda çok miktarlarda taleplerde bulunmuşlardı. Bu defaki arayışlarında da o broşürün mevcudu ne kadar varsa tümünü göndermemi, mevcudu bitince de yeniden bastırıp kendilerine talep ettiklerinde göndermeğe devam etmem isteniliyordu. Telefonda beni arayanın bahsettiğine göre, aileleri yıkılmanın eşiğine gelmiş bazı hanımlar, bu broşürdeki tavsiyeleri yerine getirmekle aile saadetlerini elde ederek, kendilerine o broşürü hediye eden dostuma teşekkür ediyorlarmış.

Madem ki öyle, bir hocaefendinin kendi öz kızına yazdığı gerçek iki mektuptan iktibas olan bu broşür metnini burada, internet ortamında bir “e-broşür” olarak paylaşmakta da fayda olabilir:

 ( BİRİNCİ  MEKTUP )                                                                                          (5.4.1976)

      ……………………..

      Şimdi mevzua gelelim. Benden soruyorsun:“-İyi bir zevce olmak istiyorum, nasıl bir kadın olmalıyım? Neler yapmalı; neler yapmamalıyım?”diyorsun. Madem ki sordun, ben de cevap vermeğe çalışayım.

       Kızım, İslâmî prensiplere bağlılık ve sadakat göstermeden iyi bir insan olmaya da imkan yoktur, iyi bir zevc ve iyi bir zevce de.. Çünkü İslâm dini her hususta olduğu gibi, bu hususta da hakikî bir rehberdir. İslâm dininin iki mühim kaynağı olan Kur’an ve hadis, bu mevzuda da kıyamete kadar beşeriyete rehberlik ederler.

       Kadının en mühim iki vazifesi: 1 – Erkeğini mesut etmek;  2 – Çocuklarını iyi yetiştirmektir.

       Kadının bu iki vazifesi de mühim olmakla beraber, birincisi daha mühimdir. Kadın, erkeğine karşı vazifelerini yerine getirdikten sonra sıra çocuğuna gelir. Kadın, erkeğini hiçbir zaman ikinci sıraya düşürmemeli, çocuğuna karşı olan vazifelerine öncelik vererek,  erkeğine karşı olan vazifelerinde ihmal ve kusur göstermemelidir. Bu, yaradılış programına ters düştüğü için, normal bir erkek, karısının böyle davranışını kabullenemez. Kocasına karşı ve çocuklarına karşı bu vazifelerini ehemmiyet sırasına uyarak yapan; yani öncelikle erkeğini kendinden memnun etmeyi ihmal etmeden, sıhhatli, terbiyeli, imanlı, istikametli evlat yetiştirmeğe çalışan evli bir kadın, en mühim vazifelerinden ikisini yapmış olur.

      Evli bir kadının tabii ki, başka vazifeleri de vardır. Kocasına hayırlı ve meşru her işinde yardımcı ve destek olmak, onun akrabalarına da hürmette kusur etmemek, diğer vazifeleri arasındadır. Kadın, erkeğin en buhranlı günlerinde de kocasına yardımını ve desteğini devam ettirecek; ona yük olmamağa, sıkıntı vermemeğe; aksine, onun yükünü ve sıkıntısını hafifletmeğe çalışacaktır. Kocasının yapmak istediği hayırlı işlerde onun cesaret ve azmini kırmayacak; aksine onu cesaretlendirmeğe ve azmini pekiştirmeğe çalışacaktır. Kocasına güvenemediği hallerde bile, bunu asla açığa vurmayacak ve ona inanmış görünecektir.  Çünkü, kocasına karşı itimatsızlığını belli etmenin kadına hiçbir faydası yoktur. Kadın, hayatını birleştirdiği erkekle yollarını ayırmamağa çalışacaktır. Mümkün olduğu kadar onu anlamağa, onun ideallerini, alâkalarını, hislerini, zevklerini paylaşmağa ve ondan kopmamağa çalışacaktır. Böyle yapmadığı takdirde, onların hayat arkadaşlıklarındaki birliktelikleri gittikçe birbirlerinden uzaklaşma haline girer ve bu uzaklaşmaya karşı tedbirleri zamanında kadın almazsa, aralarındaki birliktelik, kopmağa kadar gidebilir. Bu husus, bilhassa ihtiyarlıkta kendini daha acı bir şekilde gösterir. İhtiyarlık yaşına gelinceye kadar, kocasını anlamağa, onunla müşterek hayatlarını paylaşmağa çalışmamış olan  evli bir kadın, ihtiyarlıkta yalnız kaldığını biraz da hayretle görür; işin fecaatını o zaman anlar ama, iş işten de geçmiş olur..

      Kadın, erkeğin sinirlendiği anlarda da çok dikkatli olmalıdır. Aksi halde, her sinirlenme anında erkek karısından biraz daha uzaklaşabilir ve aralarındaki beraberlik en sonunda bir kopma noktasına kadar gelebilir.

      Evli bir kadının dikkat etmesi icap eden diğer bir husus ta şudur: Bütün erkekler pasaklı kadınlardan nefret ederler; hatta en pasaklı, en pis erkekler için bile bu böyledir. O halde, kadın kocasına karşı daima temiz, tertipli ve çiçek gibi olmalıdır.

      Yaradılışı icabı erkek, kadının zekâsına, bilgisine, tecrübesine de ihtiyaç duyabilir. Hatta iki cihan serveri Peygamberimiz (s.a.s.) en büyük mürşid vasfında bir insan olduğu halde, vahiyle kendisine bildirilmemiş mevzularda ashabı ile istişare etmiş, bazen zevcelerinin fikrini aldığı da olmuştur. Zevcelerinden Hz.Hatice  validemizin ilk vahiy geldikten sonra ve Hz.Ümmü Seleme validemizin Hudeybiye Müsalahasında Peygamberimiz’e (s.a.s.) fikrî desteği, buna misal olarak verilebilir. Ancak, kadın kocasına herhangi bir mevzuda fikir ve tavsiyede bulunurken de ona hürmetin dışına çıkmamalı, ona itimatsızlık göstermemeli, ona nasihat vermek tavrına girmemeye dikkat etmelidir; çünkü erkekler zevcelerinden nasihat almaktan hiç hoşlanmazlar.

      Kadın, kocasını kendisinden memnun edebilmek ve  onun rızasını kazanabilmek için, bütün meşru isteklerini zamanında ve harfiyen yapmağa ve onu kızdıran şeyleri de yapmamağa çalışmalıdır. Ona inanmalı, güvenmeli, hayırlı ve faydalı işlerde ona şevk, enerji ve gayret kayna-ğı olabilmelidir. Bu şekilde hareket etmemesi sebebiyle, hem kendisi hem de kocası için evliliği, aslında küçük manevî bir cennet olabilecekken, manevî bir cehennem haline getiren kadınların sayısı hiç de az değildir.

      Birçok kadının, evlilikte mutluluğu elde edememesinin temelinde, kocalarına değer vermemeleri bulunmaktadır. Halbuki kocası, kadının hem cenneti ve hem de cehennemi olabilir. Onun meşru dairede rızasını alabilirse, bunun yanında Allah’a (c.c.) kulluk vazifelerini de yapıyorsa, kadın cenneti kazanabilmekte; kocasının meşru şekilde rızasını alamayan kadın ise, âhirette  kurtuluşu elde edememektedir. Bu sebeple kadın kocasına, hem ebedî cenneti kazanmasına, hem de cehennemde yanmasına vesile olabilecek bir kişi nazarıyla bakarak, icap eden ehemmiyeti vermelidir.

      Resulullah’ın (s.a.s.) bu mevzuda bize ne söylediğine dair birkaç hadisi hatırlayalım:

      1 – “Kadın ya malı, ya güzelliği, ya soyu, ya da dini için alınır. Siz dindar olanını tercih edin.”

      (Bu hadisteki “dindar” kelimesinin, güzel ahlâk, itaat  gibi erkeği mesut edebilecek tüm kadınlık vasıflarını da içine aldığını belirtmekte fayda vardır.)

      2 – “Kadın kocasının malını korumalı ve çocuğuna şefkat beslemelidir.”

      3- “Kadınlar kocalarına karşı küfran-ı nimette bulunmamalı ve ‘ Şimdiye kadar senden ne gördüm ki?’  dememelidir.”

      4 –“Kocasının isteği hilafına, onun yatağına girmeyen kadına melekler lanet ederler.”

      5 –“İyi kadın, kocasına karşı itaatli, çocuklarına karşı şefkatli olandır.”

      6 – “Kadının fenası, kötü huylu olanıdır.”

      Yukarıda bazılarından hatırlatmalarda bulunduğumuz hadislerle Peygamberimiz (s.a.s.), bize hayırlı bir kadının tarifini yapmaktadır. Peygamberimiz’in (s.a.s.) takdirle bahsettiği kadınlardan olmak isteyenler, bu hadislerdeki ölçülerle kendilerini ölçüp tartmalıdırlar.

      Saliha kadının özelliklerinden bahsettiği diğer bir hadis-i şeriflerinde ise, Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle de-mektedir:

      “Saliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşru isteklerini yerine getirir ve onun gıyabında hem malını  hem de namusunu muhafaza eder.”

      Acaba gerçekten kaç kadın vardır ki, kocası onun yüzüne baktığında mesut ve bahtiyar olsun? Bütün kederlerini unutsun? Kendini sanki başka bir âlemdeymiş gibi görsün? Evet, evli her kadın elini vicdanına koymalı ve Peygamberimizin(SAV) ‘in “saliha kadın” tarifine ne kadar uyduğunu kendi kendisine sormalıdır.

      Sahabeden Ümmü Süleym validemizden bahseden bir hadis   de, “İyi Bir Zevce Nasıl Olunur?” sorusunun cevabı ile alâkalıdır.

      Buharî’deki bu hadis şöyledir:

 “Ebu Talha’nın ağır hasta olan oğlu, kendisi evde yok-ken ölmüştü. Ümmü Süleym, çocuğun öldüğünü görünce onu gasledip kefenledi. Ebu Talha gelince, ‘Oğlan nasıldır?’ diye sordu. Ümmü Süleym; ‘Çocuğun ıstırabı sakin-leşti, istirahat ettiğini zannediyorum.’ dedi. Ümmü Süleym ev halkına: ‘Sakın Ebu Talha’ya oğlunun öldüğü-nü söylemeyin, ta ki ben söyleyinceye kadar’ diyerek sıkı tenbihatta bulundu. Sonra kocasının yemeğini getirdi. Ebu Talha yemeğini yedi. Ümmü Süleym  o vakte kadar yapmadığı tuvaletini yapıp, süslenip zevcesine göründü. Beraberce yattılar. Sabah olunca, Ebu Talha gusledip evden çıkmak istediği sırada Ümmü Süleym, Ebu Talha’ya çocuğun öldüğünü bildirdi. Ebu Talha mescide gidip, Hz.Peygamber (s.a.s.) ile namaz kıldı. Sonra da o gece evinde olan bitenleri anlattı. Resûlullah (s.a.s.) de; ‘Cenab-ı  Hak bu gecenizi mübarek kılsın.’ buyurdu.”  

      İşte benim güzel kızım! Sen de kendini bir mihenge vur bakalım; Ümmü Süleym’in taşıdığı imanın, kocasına karşı muhabbetin hürmetin acaba ne kadarını gösterebilirsin? Ümmü Süleym, İslâm kadınına verilebilecek örneklerden  sadece bir tanesidir.

      Evet, İslâm kadınının hayatında, kocasının böyle bir yeri vardır. Kocası onun için, Allah’ın rızasını kazanıp ebedî âhiret saadetini elde edebilmesinin bir vesilesidir. İslâm kadınının kocasıyla evlilik hayatındaki bütün hal ve tavırlarının temelinde bu iman, bu şuur, bu şevk, bu gayret bulunur. İslâm kadını için kocasının emri, Allah’ın emridir; çünkü Allah ona, kocasına itaati emretmiştir. Kocasına itaati bu manâda anlayıp yaşamayana Allah, dünyada da âhirette de saadet nimetini tattırmaz. Bu iman, idrak ve yaşayış içindeki İslâm kadını, erkeğini katiyen üzmez, ona karşı “benlik davası” gütmez, her meselede kendi isteklerini kabul ettirmeğe çalışmaz, onu ikinci plana itmez. Erkeğinin isteklerini kendi isteklerine üstün tutarak yaşar. Çünkü Allah böyle emretmiştir; Allah’ın rızasını ve ebedî cennet saadetini kazanabilmesi buna bağlıdır. Fani dünyada, kocasının isteklerine karşı kendi isteklerini kabul ettirmek için direnmesinin, geçimsizlik, huysuzluk ve isyan hallerine girmesinin ona dünyada da âhirette de faydası olmadıktan başka, çok büyük zararı olabileceğini düşünür. Görenek belasıyla, kocasına fuzulî masraflar yüklemez, onun yükünü arttırmak yerine, hafifletmeğe çalışır. Kocasını mesut ve kendisinden razı edebilmek için, meşru dairede her şeyi yapar.

       Bu hususta onun rehberi: Kur’an’dır, hadislerdir, Kelâmullah’tır, hududullahtır; Allah ne demiş, kendisi için hangi ölçü ve sınırları koymuş ise, onu esas alarak yaşamasıdır.

( İKİNCİ   MEKTUP )                                                                                   (31.3.1979)

     …………………………..

      Yavrum! Şu ana kadar sana hep bir baba, bir ata olarak hitap ettim. Ama bu mektubumda bir kardeş, bir arkadaş, bir sırdaş ve aile dostu bir hekim gibi hitap edeceğim. Buna mecburum. Mektubumu bu üslupla yazmanın zorluğunu da idrak etmiyor değilim. Ama, 60 senelik hayat tecrübemden seni haberdar etmezsem, Allah indinde mesul olurum. Hem de sen, bu mektubumu babanın bir hatırası olarak da saklar, okudukça hem istifade eder ve hem de bana, ümit ederim ki, hak verirsin.

      Sevgili kızım! Yarın evlenecek, bir erkeğin zevcesi ve bir yuvanın annesi olacaksın. Bir erkekle hayatını birleştirmen, birkaç aylık, birkaç senelik hatta tüm dünya hayatından da ötede, ebedî âhiret hayatı da düşünülerek yapılması icap eden bir evlilik akdidir.

      O halde, bir evliliğin sağlam prensipler üzerine kurulması ve devam ettirilmesi icap eder. Pek, nedir o sağlam prensipler? Bir yuvayı huzur ve saadet içerisinde devam ettiren nedir? Yuvayı, ancak karşılıklı sevgi ve saygı ayakta tutabilir. Taraflar birbirlerine sevgi ve saygı besledikleri müddetçe, yuva yaşamakta devam eder. Karşılıklı sevgi ve saygı kalmadığı zaman, yuva da artık yıkılmış demektir; zahiren nikah akdi devam etse bile… Evlilikte her iki tarafın da bu hususta çok dikkatli ve çok itinalı davranması gerekir. Aksi halde, dünyada manevî bir cennet olması gereken aile hayatı, dünyada manevî bir cehenneme dönüşür, âhirette ne getireceği de ayrıca ciddiyetle düşünülmelidir.

      Allah, erkek ve dişi olarak iki cinsten yarattığı insanlara, yaradılışlarından bazı farklı hususiyetler de koymuş, bunlarla alâkalı vazife ve mükellefiyetler de yüklemiştir. Bu yaradılış hususiyetleriyle dünyada bulunan insanlar, evlendikleri zaman yaradılışlarının dışındaki rollere girmemeğe dikkat etmelidir. Evlilik,  insanları yaradılış hususiyetlerinin dışına çıkaran değil, o hususiyetlerine sımsıkı bağlı olarak yaşamalarını icap ettiren bir müessesedir. Yanlış bir feminizm anlayışının kurbanı olarak, evlilikte erkek kadınlaşmamalı, kadın da erkekleşmemelidir. Her ikisi de, yaradılışlarına ve kendileri için Yaradan tarafından çizilmiş hayat programlarına uygun olarak erkek, “hakikî erkek”, kadın ise “hakikî kadın” olmayı hedeflemelidir. Bunun hülâsası şudur: Aile içinde erkek âdil, kadın ise itaatli olacaktır. Erkeğin adaleti ve kadının itaati ile huzurlu bir aile yuvası devam eder ve hem dünyada hem de âhirette semerelerini verir.

      Evli bir kadının madem ki kocasına itaat mükellefiyeti olacaktır, evlenecek olan kızlar ve kadınlar bir erkeği kendilerine eş olarak kabul ederken, eş namzedi hakkında; “- Kendisine karşı, başta itaat olmak üzere, her türlü kadınlık vazifelerini yapabileceğim bir kişi mi?” sualinin cevabını vermeğe çalışmalı; bunun için araştırma yapmalı, yaptırmalı ve karar öncesi değerlendirmelerde bu ölçüye büyük ehemmiyet vermelidirler. Bunun aksine, sadece gelip geçici hislerinin esiri olmamalıdırlar; evlilikleri, başlangıçta bu sualin de cevabını kendi kendilerine vermeğe çalışacakları bir  “mantık evliliği” olmalıdır.

      Evli erkek, karısının hem kalbine hem de kafasına hâkim olabilmelidir. Bu da, bilgi, adalet, cesaret ve sevgi ile olur. Bilhassa bilgi itibariyle karısından üstün olmayan bir erkek, karısının kafasına da, kalbine de hâkim olamaz. Kadınlar âciz erkeklerle evlenirlerse onlara acırlar, fakat sevemezler. O halde, sevemeyecekleri ve hürmet edip ona her türlü kadınlık vazifelerini hakkını vererek yapamayacakları bir erkeği, hayat arkadaşlığı seçiminde yeterli  olmayacak bazı vasıfları için kendine koca olarak kabul etmek, kadın için büyük bir mesuliyet ve hata olur.

      Evli bir kadında, meziyet olarak en başta “kocasına itaat”ın bulunmasının lüzumu üzerinde yukarıda durmuştum. Evli bir kadının kocasıyla iyi geçiminin ve mutluluğunun bütün düğümleri, “kocasına itaat”ta toplanır. Zira, kadının sessiz sedasız kocasına itaati, aralarındaki yüzbin ihtilafı halledebilir. Kadının kocasına bu itaati, ona din ve dünya bakımından yüzbin fazileti de kazandırır. Tıpkı, camilerdeki büyük âvizelerin bir tek demir çubuk tarafından taşınması gibi. O demir çubuk tektir; fakat taşıdığı pırıl-pırıl âvize taşları ise, yüzlercedir. Ancak, evli bir kadının kocasına itaatinin onda  aranacak vasıflar bakımından tek başına  kafi olmadığını da kaydetmeli, aranacak diğer vasıflara bir misal olarak da, mükemmel bir ev kadınlığını, burada belirtmeliyim..

      O halde, “iyi bir zevce “ nasıl olunur? Sana bunu anlatayım. Bu hususta şu anda aklıma gelenleri maddeler halinde sıralamağa çalışayım:

      1 – Evli bir kadın, kocasına karşı çok, ama çok terbiyeli olmalıdır. Ona çok hürmet etmelidir. Hattâ, erkek fahiş bir hata yapsa ve karısına karşı terbiyesizce davransa bile, karısının buna tepki göstermeyip sakin ve terbiyeli halini muhafaza etmesiyle kadının değeri, hem Allah hem de kul yanında artar; erkek de o kadına karşı hem mahcubiyet hem de meclubiyet hissi içerisinde kalır. Kadının bu tavrı, kendisini de, kocasını da, yuvasını da korur. Bunun aksine, kendini haklı görerek tartışmalara, kavgalara girmesinden, elde edebileceği bir fayda yoktur.

      2 – Kızım! Evlenirsen,  kocanı başkalarının yanında sakın tenkit etme ve ona nasihatte bulunmağa kalkışma. Ne kadar hatalı da olsa, onu mahcup etme, onun hatasını teşhir etme.

      Bir de bunun aksinin yapıldığını bir düşün; başkalarının yanında kocasının hatasını yüzüne vuran ve ona nasihat eden bir kadını göz önüne al. O kadın kendini haklı zannederek böyle yapar ama, kocasına bu şekildeki hürmetsizlik kusuru bir yana, ya bir de zannettiği gibi kendisi haklı değilse, yani kocasının hareketi aslında doğru ise.. Halk bu işe ne der; Hâlık bu işe ne der? Ve o erkek, o andan sonra karısına hangi hislerle dolu hale gelir? Hayır! Hayır! Kocanla aranızdaki mesafeyi açabilecek ve soğukluk sokabilecek hiçbir davranışa girmemeğe çok dikkat et! Ona hürmette kusur etme!

      3 – Kocanın meşru işlerinde, daima onun yanında ol. Onu hayretinde, tefekküründe, şevkinde, heyecanında, neşesinde, üzüntüsünde yalnız bırakma. Hayret, tefekkür, şevk, heyecan, neşe gibi müspet hissiyatın paylaşıldıkça artacağını; üzüntü gibi menfî hislerin ise paylaşıldıkça azalacağını düşünerek hareket et. Unutma ki, evlendiğin erkeği sen ebediyet yolculuğunda hayat arkadaşı gibi seçmiş olacaksın.. Böyle bir yol ve hayat arkadaşlığında nasıl hareket etmek gerekiyorsa onu yap!

      4 – Önceki mektubumda da söylediğim gibi, evlendiğin erkeği aile içinde ikinci, üçüncü…sıralara düşürme. Birinci sırayı daima ona ver. Evlendiğin erkeğe ikinci, üçüncü sıraya düşürmen –birinci sırayı müşterek çocuklarınıza vermiş olsan dahi– onu derinden derine yaralar. Her türlü hizmetlerinde önceliği daima erkeğine ver; önce onun karnını doyur, onun sevdiği şeylerden ona ikram et, önce onun çamaşırını yıka ve ütüsünü yap, önce onunla meşgul ol. Bu şekilde onunla beraber geçen hayatında hep ek… ek… ek… Bir gün gelecek bu ektiklerinin mahsulunu mutlaka alacaksın…

      5 – Kadın, kocasının yanında daima temiz, tertemiz bir çiçek gibi olmalıdır. Onun yanında, ona gözünde hoş görünmeyecek her türlü görüntüleri vermekten dikkatle ve hassasiyetle kaçınmalıdır. Birlikte geçirecekleri her zaman dilimi için bu geçerlidir. Bütün bunları bilmek kâfi değildir; tatbikinde de hiç ihmalkârlık göstermemelisin. Sözlerimi dinle!..

      6 – Şimdi maalesef pek moda haline geldiği gibi, evlendiğin erkeğin senin her emrine boyun eğmesi için mücadele vermekten kesinlikle uzak dur! Zira, bu cemiyete bu zamanda ârız olan manevî hastalıklardan en başta gelen bir tanesi de budur. Belki de, bize batıdan bulaşmış menfî bir feminizm hastalığına kapılmış olduklarından kadınlar, bu devirde ve bizim cemiyetimizde, kocalarına mutlak surette hâkim olmayı, kadınlıklarının icabı zanneder gibi davranıyorlar. Aslında ailede hâkim durumunda olması icap eden erkek, yaratılıştan kendisine verilmiş hak ve vazifelere bağlılıkla hareket eder de, kadının bu haksız davranışına boyun eğmezse, aralarındaki uçurum her gün değil her an artabilmekte; boyun eğdiğinde ise bu, “hakkından feragat” şeklinde masum bir davranış görüntüsünde kalmayıp vazifesinden kaçmayı da beraberinde getireceği için, onu Allah indinde mesul duruma düşürmektedir. “Kadın hakları” gibi isimler altında, “aile içinde kadını kocasına karşı dik başlı ve âsi haline getirme” propagandalarının nefsini okşayabilecek yaldızlarının tesiri altında kalmamak, bu devirde ve bu cemiyet ortamındaki kadın için mühim imtihan mevzularından biri haline gelmiştir. Yaradılışın kanunlarına aykırı hiçbir şeyin zaten başarı şansı da yoktur. Kadın, aile içinde bu şekilde haksız ve yaradılışına aykırı bir davanın mücadelesine girerse ve erkek de kadının bu haksız mücadelesinde ona boyun eğmezse, aile yuvalarının bağı her gün çözülmekte devam eder; hem yuvaya hem de varsa küçük çocuklara yazık olur.

        Diyelim ki, kadın bu mücadelesinde muvaffak oldu ve erkeği kendisine esir etti; önce şunu söylemek lâzımdır ki, ne kadar âciz olursa olsun, erkek bunu affetmez. Sonra da –mütehassıs hekimlerin söylediğine göre– hem kadın hem de erkek, bu durumda maddî ve manevî hasletlerinden kayba uğrarlar. Kadın bunun cezasını, daha sonra bütün acılığı ile çeker. Böyle bir mücadele, evli eşlerin arasını da  açtıkça açar . Bilhassa ihtiyarlık zamanında, kadın kendisini yalnızlık içinde bulur. Artık, o zamana kadarki hayat arkadaşı erkeğinin ona sevgisi de saygısı da kalmamış olduğunu geç de olsa fark eder, fakat bir ömür bitmiştir. Bir badem kabuğunda iki badem içi gibi değil de, karşı karşıya gelmiş ve birbirine hırlayan iki varlık gibi olduklarını görürler.

      Sen , sen ol; böyle âdi bir yola sakın  girme!…

      7 – Kocanın kusurlarını, buna mukabil başka erkeklerin de meziyetlerini görme. Kocana başka erkeklerin meziyetlerinden bahsetme. Onun sevdiği şeylerden ona ikram et. Yemeğin daima en iyi yerini ve meyvenin en güzelini ona ver. Onsuz güzel bir yemeği, meyveyi yeme. Ona karşı hareketlerin erkek gibi olmasın; kadınca hareket et. Hattâ hareketlerin, görünüşte çocukça olsun. Erkekler bilhassa, çocuklara benzeyen kadınlara daha çok itibar ederler. Kocanı hiç kimseye, annesine ve babasına bile olsun, şikâyet etme. Onu hiç kimsenin yanında müşkül duruma düşürme. Aranızdaki ihtilafları başkalarına aksettirmek yerine, kendi aranızda halletmeğe çalış. Onu kırma, sevgisini yok etme. Ailenin devamının sağlanmasının, karşılıklı sevgi ve saygının devamlılığı ile yakından ilgili olduğunu katiyen hatırından çıkartma. Yalnız kocanı sevmekle kalmayıp onun yakın akrabalarına da, İslâmî ölçüler dahilinde yakınlık göster. Senin bu davranışının kocanı memnun edeceğini düşün. Fakat mahremiyet sınırlarına uymakta da asla kusur ve ihmal gösterme. Kocanın nikah düşen hiçbir akrabasını ve arkadaşını, sen evde yalnız bulunuyorsan, karısı olmadan evine alma, bekarsa hiç alma. Kimsenin hüsnüniyetine inanma. Lekelenmekten daima uzak dur. Zira kadınlar, beyaz, bembeyaz elbiselere benzerler; hemen leke alırlar. Hele cemiyet, böyle çirkef bir hale gelmişse…

      8 – Bütün hayatın boyunca daima, kocanın yanında neşeli olmağa çalış. Bunu hiç, ama hiç ihmal etme. Yorulan erkeğini, senin ona karşı neşeli halinin dinlendirebileceğini, neşeli bir eşe sahip olmasının onu hastalık kaynağı olabilecek stres hallerinden uzaklaştırabileceğini unutma.  O evden çıkarken onu uğurla; eve geldiğinde de karşıla. Onun ruh haline iştirak et. Sen yorgun olsan bile, onun yanında bunu hiç belli etme; hele şikâyeti hiç yapma. Onun yanında, onu rahatlatabilecek tebessümünü esirgeme. Alınganlık hallerinden vazgeç. Onun sana yapabileceği şakalara tahammül et. Onu mesut edebilecek hiçbir şeyi ihmal etmemeğe çalış. Onun meşgul olduğu ilim nevilerinden sen de, mümkünse ve faydası olabilecekse, en azından ona muhatap olabilecek seviyede bile olsa, öğren (Edison, gençlik devresinde çıkardığı bir gazete nüshasını ihtiyarlığında arayıp bulan karısına minnettar olmuştur.).

      9–Peygamberimiz (s.a.s.), kendisinin peygamberliğine ilk inanan olduğu için, ilk zevcesi Hz.Hatice’yi diğer zevcelerinden üstün tutardı. Bu, zevcesinin kendisine itimadının bir erkek için ne kadar mühim olduğunun delilidir.

Kızım, bu söylediklerim, bu mevzuda ilk aklıma gelenlerdir. Bunlara ilave olarak, tabii ki başka şeyler de söylenebilir. Şimdilik bu bahse dair söylediklerimi şöyle özetlemek istiyorum: Sev ki, sevilesin. Say ki, sayılasın. Fedakâr ol ki, sana karşı da fedakâr olsunlar. Ama bütün bunlar, evvelâ kadından gelmelidir; yani, bu hususlarda ilk adımı daima kadın atmalıdır..Tabii, kendini kocasına sevdirmek istiyor ve saadet yolunda onunla birlikte  bahtiyar olmak istiyorsa…

Neşredenin Notu:Bu mektuplar vesilesiyle, merakla ve haklı olarak sorulabilecek olan;

“-İyi bir zevc nasıl olunur?” sorusunun cevabı da, tek cümleyle şöyledir:

“-Resulullah (s.a.v.)’in aile hayatındaki gibi…”

 Prof.Dr.Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: