İyilik Doğuştan Mı?

İnsanın iyi-kötü gibi ahlâkî değerlere doğuştan mı sahip olduğu, yoksa zamanla mı öğrendiği, üzerinde çok çalışılmış bir konudur. Özellikle 2000’lerin başında Yale Üniversitesi’nde yapılan bir dizi araştırma bu konuda çok önemli sonuçlar vermiştir. Üstelik bu çalışmalar, en fazla 5 aylık olan bebekler üzerinde yapılmıştır. Şöyle:

Bebeklere kuklaların rol aldığı oyunlar seyrettirilir. Önce bir kuklanın diğerine yardım ettiği bölüm oynatılır. Sonra da başka bir kuklanın bu yardımı engellediği bölüm gösterilir. Bu iki bölümün ardından, bebeğe hediye olarak bu iki kukla sunulur ve hangisini seçtiğine bakılır. İlginç biçimde, daha 5 aylık olan bebeklerin hemen tamamı, iyilik yapan kuklayı seçerler. Yani 5 aylık bir bebek bile, iyi ile kötüyü ayırabilmekte ve iyiden yana olmaktadır. Demek ki iyilik, doğuştan gelen bir özelliktir.

Araştırma giderek derinleştirilir. Sonraki bölümde iki kuklaya top oynatılır. Bu esnada kuklalardan biri topu alıp kaçar. Yani hırsızlık gibi kötü bir davranış sergiler. Üstelik bu kukla, bir önceki oyunda ‘iyi’ rolünde olan ve bebeklerin de beğenip seçtiği kukladır. Ama görülür ki, daha önceden sevilip seçilen kukla, topu çalma şeklinde kötü bir davranış sergilediğinde, bebekler artık o kuklayı istemezler. Hem de %81 gibi büyük bir oranla diğer kuklayı seçerler. Yani daha önce sevmiş olsalar bile, bebekler yanlış yapanı cezalandırmakta, adalet istemektedirler.

Demek ki adalet duygusu ve suçluyu cezalandırma yönelimi de insan ruhunda doğuştan vardır.

Peki insan doğuştan iyi ise, kötü duygular ve davranışlar nasıl gelişir? Kötülük sonradan mı öğrenilir ve nasıl?

Takip eden deneylerde bu sorulara dair önemli ipuçları elde edilir. Bir deneyde bebeklere iki yiyecek seçeneği sunulur (mesela mısır gevreği ve bisküvi) ve bebeğin hangisini sevdiği tespit edilir. Ardından bir kukla gösterisinde, iki kuklaya aynı gıdalar sunulur ve herhangi biri seçtirilir. Bunun ardından bu kuklalar bebeklere gösterilir. Ve bebekler, başka hiç bir tercih ettirici sebep yokken, kendi sevdikleri gıdayı seçen kuklayı tercih ederler. Örneğin mısır gevreğini seçen bebek, hemen daima yine mısır gevreğini tercih eden bebeği beğenip alır. Yani kendine benzeyeni seçmek de doğal bir yönelimdir.

Bir sonraki aşama ise ilginç sonuçlar verir. Bu son deneyde yiyecek seçimi yapan kuklalara, en baştaki iyi kukla-kötü kukla oyunu oynatılır. Ve bebekler bu kez iyi kuklayı değil, kendi sevdikleri yiyeceği tercih eden kuklayı seçerler; kötü kukla rolünde olsa bile. Hem de %87 gibi ezici bir oranda.

Yani bebekler, kötü davranış sergilemiş olsa bile, kendilerine benzer zevkleri, ortak noktaları olan kuklayı tercih etmektedirler. Kendi seçimlerine uymayan, farklı zevk sahibi olan kuklalara haksızlık yapılmasını ise önemsemezler.

Demek ki insanlar, doğuştan gelen bir yönelimle, kendilerinden farklı gördükleri kişilere karşı soğuk davranmakta, kendilerine benzeyen kişilere ise, haksızlığa yol açabilecek derecede destek çıkmaktadırlar. Yani kendisi gibi olanı mükafatlandırma, farklı olanı ise dışlama eğilimi, doğal ve fıtri bir özelliktir.

İşte bu son nokta, dünyada gördüğümüz haksızlıkların kaynağı olabilecek bir yönelimdir. Ve bu, bazılarınca insanın doğuştan getirdiği ‘karanlık yön’ olarak görülmektedir. Ancak her işini hikmetle yapan yaratıcının, insana bu doğal yönelimi vermesinin, ne boşuna, ne de ‘karanlık’ olduğunu düşünmüyoruz. Olsa olsa bu yönelim, insanın kendine benzer kişilerle birlikte hareket etme, böylece yardımlaşma ve uyumlu bir sosyal topluluk oluşturma meyline katkıda bulunmak için verilmiştir. Kendine benzeyeni sevip kayırmak, toplum hayatının olmazsa olmazıdır zaten. Belki bu yönelimin haksızlık ve zulme yol açmasını nasıl önleriz, bunun üzerinde düşünülmelidir.

Bunun yolu ise gayet açıktır: Farklı görülen insanlarla aslında nice ortak paydamız olduğunu vurgulamak. Yani “İkinizin de yaratıcınız bir, rızık vericiniz bir, rabbiniz bir, bir bir, bine kadar bir bir.” mantığını devreye sokmak. Eğer bu yapılırsa, farklı gördüğümüz kişilerle bile ne kadar çok ortak yönümüz olduğu fark edilir ve ufak farklılıklardan büyük düşmanlıklar çıkması önlenmiş olur. Yani Güliver öyküsündeki gibi, yumurtayı sivri tarafından kıranlar ile künt tarafından kıranlar arasında düşmanlık, hatta savaş olması engellenebilir.

Sonuç: İyilik duygusu insana doğuştan verilmiş bir duygudur. Ancak toplumda iyiliğin hâkim olması için bu tek başına yeterli olmaz. Tüm insanlığın birleştirici ortak değer yargılarına ihtiyacı vardır. Burada sözü Resulullah’a (asm) bırakıyoruz. İnsanlığın yol göstericisi veda hutbesinde buyurmuş:

“Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’densiniz. Adem de topraktandır. Allah katında en değerli olanınız, ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Arabın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Kimsenin başkaları üzerinde soy-sop üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak Allah korkusu iledir.”

Mehmet Tüzün / Zafer Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: