Kendini gösteren birlik mührü

Risale-i Nur külliyatından, Sözler eserinin Yirmi İkinci Söz’ün Birinci Makamının Beşinci Bürhan’ında her bir sanatın, her bir nakşın Allah’ın ilannamesi ve hatemi olduğu; ulûhiyetin ve rububiyetin varlıklar üzerinde tasarrufu olduğu, tefekkür ile insanı vahdete yakınlaştırdığı cihete vurgu yapılmıştır.

Risale-i Nur’un insanlığa sunduğu nurânî meslek dört esas üzerine bina edilmiştir. Bu esaslar acz, fakr, şefkat ve tefekkürdür. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “Ben namaz tesbihatının ahirinde otuz üç defa kelime-i tevhidi zikrederken birden kalbime geldi ki: ‘Hadis-i Şerif’te “Bazen bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer.’ Risalet’ün-Nur’da o saat var, çalış o saati bul’ ihtar edildi.”1 diye Risale-i Nur’ların tefekkür deryasına işaret etmiştir. 

Beşinci Bürhan’da geçen, “Bütün sarayın nakışları var, bütün şehrin tanzimat kanunları var, bütün memleketin teşkilat programları var.”2 ifadesinde saray, şehir ve memleket şeklinde üç benzetme yapılmıştır. Mesela; her taşta bütün sarayın nakışları bulunması gibi, kâinat sarayının inşasına esas olan ilâhî isimler de aynen her bir varlıkta tecelli etmektedir. 

Cenab-ı Allah’ın “Musavvir” ismi kâinatın tamamına bir suret vermesini ifade eder. Ondaki her bir sisteme, o sistemlerdeki her bir yıldıza, her bir gezegene birer suret verilmiş. Her canlıdaki farklı suret, bütün sarayı şekillendiren “Musavvir” isminden bir nakış gibidir.

Bütün ilâhî isimler ve fiiller de bu mânâda mütalâa edilebilir. Esmanın nakışlarında kendini gösteren bu birlik mührü, kâinatın idare kanunları için de geçerlidir. Gezegenleri güneşe, elektronları çekirdeğe bağlama kanunu gibi.

Malum olduğu üzere; Allah kâinat kitabında yazmış olduğu her bir eserini taklidi imkânsız bir şekilde yaratmış ki, herkes her bir varlık üstünde ulûhiyetin ve rububiyetin alâmetlerini rahatlıkla okusun ve Allah’ın varlığını ve birliğini bilsin. 

Buna da bir örnek vermek gerekirse, güneş bütün parlak ve şeffaf şeyler üstünde tecelli eder, onun ışığı ve ısısı her şeye yansır. Bu da o ışığın ve ısının bir güneşten geldiğinin delilidir. Şayet o parlak şeyler üstünde tezahür eden ışığın güneşten geldiğini kabul etmezsek, o zaman o şeylerin içinde hakiki ve bizzat küçük bir güneşçiğin olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu da bir güneşe bedel, milyonlarca güneşi kabul etmemiz manasına gelir ki, bu da bir hezeyan ve tam bir ahmaklıktır.                    

Güneş’in yedi rengi, ısısı ve ışığı aynalarda veya şeffaf şeylerde nasıl tecelli ediyorsa, Cenab-ı Hakk’ın da isimleri ve sıfatları mahlûkatta tecelli ediyor.       

Rüstem Garzanlı                                                               

Dipnotlar:

1- Kastamonu Lâhikası, s.255

2- Sözler, 22. Söz, 5. Bürhan

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: