Maaşımı bankadan alsam faiz olur mu?
Kapitalist sistem hayatın her anında kendini hissettirince faizden kaçmak o kadar zorlaşıyor. Helal kazanç konusunda hassas olan insanlar da bu konuda doğruyu bulmak istiyorlar. Faizle ilgili en çok merak edilen soruları İlahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman’a sorduk.
Faiz konusunda merak edilen o kadar çok soru var ki… Konu hassas olunca insanlar da şüpheli şeylere karışmak istemiyorlar… Tabii bir de kapitalist sistem hayatın her anında kendini hissettirince faizden kaçmak o kadar zorlaşıyor. Helal kazanç konusunda hassas olan insanlar da bu konuda doğruyu bulmak istiyorlar.
Faizle ilgili en çok merak edilen soruları İlahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman’a sorduk. Alanında sadece Türkiye’de değil dünyada da otorite olarak kabul edilen Prof. Dr. Hayrettin karaman faizle ilgili sorularımıza net cevaplar verdi…
Emek karşılığı kazanılan paraların ödenmesi
Bugün gerek özel şirketler gerekse devlet kurumları bir şekilde bankalarla çalışıyorlar. Çalışanların maaş ödemeleri de bu paralardan veriliyor. Emek karşılığı alınan maaşların bir şekilde bankayla irtibatlı olması bu paraları kazananlara bir vebal yükler mi?
Faiz bir salgın hastalık halini aldı, mikrobunun girmediği yer yok. Ekonomiyi faizden arındırmak imkânsız denecek kadar zor hale gelmiştir. Kapitalizm faizsiz olmaz, dünyaya hâkim güçler ise kapitalizmi bırakamazlar. Bu durumda farklı bir ekonomi modelinin, kapitalizmi reddeden ülkeler birliğince -seçenek olarak- uygulanmasına ihtiyaç vardır. Bu ülkeler birliği olsa olsa İslam ülkeleri arasında oluşabilir, ufukta böyle bir birliğin oluşacağına dair alametler görülmüyor; çünkü adına İslam ülkesi denilen ülkeler de faizci kapitalist ekonominin (ülkelerin, dünya patronlarının) egemenliği altında bulunuyorlar.
Siyasî ve ekonomik bir birlik ve dayanışma olmadan bir İslam ülkesinin tek başına faizsiz ekonomiye geçmesi ve bunu hem içeride hem de dışarıda (diğer ülkelerle ilişkilerinde) uygulaması oldukça zordur. Yine de faiz daha ziyade yoksulları, geri kalmışları yaktığı için inşaallah bir gün canı yananlarda birlik ve dayanışma şuuru uyanır ve bu şuur hayırlı sonuçlar verir.
Faizin her tarafı sardığı bir ülkede yaşayanların yolları az veya çok faize düşer, bankaya uğrar, faiz ödemek veya almak mecburiyetinde kalırlar. Bir Müslüman mecbur kalmadıkça parasını faize yatırmaz ve reel faizi alıp yemez, istemediği halde kesilen veya yatırtılan parasına reel faiz tahakkuk ederse bunu alır ve -kendisi muhtaç değilse- yoksullara dağıtır.
Kazancının tamamını içki, fuhuş, faiz, kumar gibi İslam’da haram olan yollardan elde etmiş bir kimsenin ikramı, hediyesi, bağışı kabul edilmez. Yarıdan fazlası helal olan kazanç sahiplerinin ikram ve hediyeleri kabul edilebilir.
Faizcilik yapan, içki üreten ve satan, kumar oynatan, fuhuş yaptıran kimselerin yanında (veya şirketlerde) zaruret bulunmadıkça çalışmak caiz değildir.
İslam’a göre caiz, meşru, helal olan bir işte -zaruret sebebiyle- çalışan kimse o işin sahibinden ücretini alır; bu ücretin helal olmayan bir yoldan kazanılmış olması işçiyi ilgilendirmez; işçi meşru bir iş yapmıştır ve onun bedelini almaktadır; pis olan para değildir, parayı kazanmanın yolu, sebebi, işidir. Belli bir yüz milyon lirayı birisi kumardan kazansa ona haram olur, aynı parayı meşru bir iş yaparak -mesela bir malı satarak, evini tamir ederek- kumarcıdan alan kimseye ise bu para helal olur.
Aynı şekilde faizden elde edilen para, anaparanın sahibine haramdır, ama bunu bir yoksula bağışladığında -bağış yoluyla elde edildiği için- yoksula haram olmaz. Burada -kazancın tamamı faiz ve haram olduğu için- yukarıda açıklanan kural ile bir çelişme var gibi gözükebilir, ama çelişki yoktur; çünkü faiz son aşamada (üretim girdisi olarak), anaparasıyla faiz kazanmayan yoksulların cebinden çıkmaktadır, yoksula verilen faiz, onun cebinden haksız olarak alınmış olanı tekrar cebine koymaktır.
Helal yoldan kazanılmış bir paranın bankadan alınması, mesela maaşların bankadan ödenmesi bu parayı haram kılmaz; çünkü para (maaş, ücret, satılan bir malın bedeli) faiz çemberine dahil değildir.
Bir şirket kurulurken faizli kredi alınmış ise yanlış yapılmış demektir, ama bu krediyle üretilen mal, alıcısına haram olmaz; çünkü satılan helal bir maldır, ödenen de helal bir paradır.
Enflasyon oranında faiz
Enflasyon oranında faiz helal midir? Yoksa faiz yerine altın, döviz vs. mi alınmalı?
Faiz olursa, oran ne olursa olsun helal olmaz. Enflasyon oranında fazlalık faiz değildir. Mesela birine yüz lira ödünç verseniz, alt ay sonra enflasyon yüzde otuz olduğu için yüz otuz lira alsanız bu otuz liralık rakam fazlalığı faiz değildir, alt ay önce verdiğiniz paranın -satın alma gücü bakımından- eşit karşılığıdır.
Bu böyle olmakla beraber faizcilik yapan bankalara para yatırarak buradan enflasyon oranında faiz almak caiz olmaz; çünkü:
a) Bu bankalar sizden aldıkları parayı reel (enflasyon oranından fazla) faizle satmak suretiyle para kazanmakta ve size de o paradan ödeme yapmaktadırlar.
b) Bankaya para yatırmak bir akit yapmaktır; bu akit, faizli para alım satım aktidir, sonunda kâr da olsa zarar da olsa yapılan akit faizli akit olduğu için İslam’a göre meşru değildir.
Elinizde para var da bunu meşru yoldan nemalandıramıyorsanız özel finans kurumlarına yatırabilirsiniz.
Forex piyasası
Uluslararası para hareketleri ya da para takas işlemleri diye adlandırılan Forex piyasasında Dolar-Euro paritesinin veya Dolar-Paund paritesinin aşağı ya da yukarı hareketlerinden alım ya da satım yapıyorsunuz ve bundan dolayı para kazanmış oluyorsunuz. Burada yapılan işlemler sonucu kazanılan para helal midir?
Forex farklı devletlere ait paraların alım ve satımıdır. Piyasayı iyi takip edenler bu alım satımdan para kazanabilirler. Mesela TL ile dolar almak istenirse -bütün paralar için hüküm aynıdır- bu alım satımın peşin olması gerekir. Vadeli olarak para alım satımı caiz değildir.
Hisse senetleri
İçki ve benzeri işler yapan, dolayısıyla kârlarının bir kısmı buradan gelen şirketlerin senetlerini sadece ticaret amacıyla olsa da satın almamak mı gerekir?
Hisse senedini aldığınız şirket veya şirketler grubu, genel ve esas iş olarak ne yapıyor, ne üretiyor, ne alıp satıyor buna bakmak gerekir. Mesela tekelin veya bankanın hisse senedini alırsanız, bu iki kurumdan birinin genel ve esas işi haram içki üretmek, diğerininki haram olan faizli işlemler yapmak olduğu için bu ve benzeri şirketlerin senetleri alınıp satılamaz.
Esas işi ve fiilen işlerinin kahir ekseriyeti meşru ticaret ve üretim olan bir şirket, bazen faizli kredi alıyor veya parasını bankaya yatırıyorsa, kezâ sattığı ürünler arasında -bu ürünlerin küçük bir cüzünü, yüzdesini teşkil eden- içki vb. şeyler varsa Müslümanlar, şirketin esas işini, iş ve işlemlerinin çoğunu göz önüne alarak bunun hisse senedini satın alabilirler. Onların niyeti, yapılan işin helâl kısmına iştirak etmek, yalnızca bu kısma ortaklık olmalıdır. Bu böyle olmakla beraber, öncelikle tercih edilmesi gereken şirketler, az da olsa harama bulaşmayan şirketlerdir. Eğer böyleleri varsa, bunlar da güvenilir ve başarılı ise, onlara ortak olmak (hisse senetlerini bulup almak) mümkün ise diğerlerine gitmek caiz olmaktan çıkar.
Devletin borç senetleri
Ziraat Bankası’nın bono, Hazine’nin de gelire endeksli senetlerinden (GES) alıp satmak faize girer mi?
Devlet vatandaşından borç para alır, buna karşı üzerinde faizi veya başka bir şekilde getirisi yazılı senet verirse “faizli borç” almış olur. Verdiği getiri faizdir ve fertlerin birbirinden alıp verdiği faize nispetle manevî-dinî sorumluluğu daha ağırdır. Bir kişiden faiz alanın yediği haramı ve kul hakkını telafi etmesi mümkündür; günahına tevbe eder, aldığı faizi de sahibine iade eder. Devletten faiz alan kimse ise, devlete vergi ödeyen milyonların hakkını yemiş olur.
Bankaların ve şirketlerin ihraç ettikleri tahviller ve bonolar faizli borç senetleridir. Bunları satın alanlar, üzerlerinde yazılı olan faiz oranlarında faiz gelirini alıp yemektedirler ki, İslam’a göre bu işlem ve bu gelir haramdır.
Hazine’nin çıkardığı gelire endeksli senetler (GES) ilk çıkarıldığında “endekslendikleri gelir kaynakları” helal gelirlerin kaynakları olduğunu ve devletin bu kaynaklardaki hakkını senet mukabilinde satın alana devrettiğini göz önüne alarak (böyle olması gerektiğini, buna çevrilmesi lazım geldiğini söyleyerek) müspet karşılamıştık. Bu gelir kaynakları şunlardı: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Devlet Malzeme Ofisi (DMO), Devlet Hava Meydanları İşletmeleri (DHMİ) ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü (KIYEM). Bunlardan bütçeye aktarılan hasılat payları, malî bir hakkın devri yoluyla “senet alanlara” devredilmiş olacaktı. Özel görüşmelerde bazı ilgililere “Bu senetlerin ’gelire endeksli senet (GES)’ değil, ’gelir ortaklığı senedi (GOS)’ olması gerektiğini, maksat bu ise adının da böyle olması gerektiğini, ayrıca bu senetlerin ’devletin borçlanma enstrümanlarını çeşitlendirme‘ amacıyla ve borçlanma mahiyetinde olmaması, devletin hakkı olan bazı helal gelirlerin ’senet mukabilinde bedeliyle geçici devri‘ mahiyetinde olması gerektiğini” ısrarla söylemiştim.
Gelire endeksli senet (GES) olduğu sürece bu senetler de “devlet tahvili gibidir. Gelir ortaklığı senedi (GOS) haline gelmedikçe bunların geliri de faizdir.
Nemalar alınabilir mi?
Tasarruf keseneğinin neması alınabilir mi?
Memurlardan tasarruf maksadıyla kesilen meblağlar sebebiyle ödenen faizin alınıp kullanılabilmesi için bunun faiz olmaması gerekir; faiz olduğu müddetçe alınıp, maliki tarafından kullanılamaz, fakirlere verilir. Ödenen ve adına faiz denilen bu meblağın faiz olmaması niyete ve hesaba bağlıdır; şöyle ki:
Memurun rızasına bakılmaksızın kendisinden kesilen para onun hakkıdır, bu para yine onun rızasına bakılmaksızın bankalarda işletilmekte, faize verilmekte veya devlet tarafından faizle kullanılmaktadır. Memur, kendisine zaman zaman verilen ve adına faiz denilen meblağı alıp bir yere kaydettikten sonra istediği gibi sarfeder ve bunu devletin kestiği anapara olarak kabul eder (bu niyetle alır ve harcar). Faiz diye ödenen meblağlar, kendisinden kesilen para miktarına ulaşınca, bir de geçen zaman içinde paranın ne kadar değer kaybettiğini (enflasyon miktarını) hesaplar veya hesaplattırır. Rızası dışında kesilen para kendisine ödenirken, kesildiği günün değeri (alım gücü) üzerinden ödenmelidir, bu fark memurun hakkıdır. Bu sebeple enflasyon farkını da tamamlayıncaya kadar kendisine verileni alıp harcamaya devam eder. Anapara ve buna ilave olarak enflasyon farkını aldıktan sonra verileni ise -bu anaparadır dense bile- alamaz; çünkü bu faizdir, daha doğrusu alır ve fukaraya dağıtır, bankada bırakmaz.
Hayat sigortası
Hayat sigortası caiz midir?
Bir kimseden belli zamanlarda belli miktarda para alınıyor, bu para diğerlerinden alınanlarla beraber çeşitli yollardan nemalandırılıyor, yine önceden belli bir nisbeti, belli zaman geçince o kimseye (sigortalıya) ödeniyor. Bunun meşru olabilmesi için yapılan işlem, İslam hukukuna göre meşru olan bir hukukî işlem (muamele) olmalı, para da meşru şekillerde nemalandırılmalı, helal-haram kaidelerine riayet edilmelidir.
Meselemizi bu umumî kaide içinde ele aldığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Sigortalının ödediği para “ödünç” olsa, alacağı ancak verdiği kadar olur, fazlası faizdir. Sigortalının ödediği para ortaklık sermayesi olsa, bu takdirde kâr ve zararda ortaklık sözkonusu olmalıdır. Sigortada, sigortalıya ait kâr ve zarar, nispet (oran) olarak önceden belirlenmediğine göre buna “kâr ve zararda ortaklık” demek de mümkün değildir; çünkü daha kâr belli olmadan sigortalıya verilecek miktar belli olmaktadır. Ayrıca sigorta şirketlerinin hemen tamamının bankalarla alakası vardır, bir kısmı ise zaten bankaların yan kuruluşları gibidir. Toplanan sigorta primleri, haram-helal kaidelerine riayet edilmeden nemalandırılmaktadır. İşte bu sebeple “adına hayat sigortası vb. denilen” mezkûr işlem, İslam’a göre meşru değildir.
Konut ve ihtiyaç kredisi
Kirada oturan birisinin birikmiş bir miktar parası var, ancak bir ev almaya yetmiyor? Bu durumda konut kredisini almak caiz midir?
Helalinden kazandığınız, fakat bir ev almaya yetmeyen paranızı yine helal yoldan işletip nemalandırarak çoğaltmak ve bununla bir ev almak en tabii hakkınızdır. İslam, evi, Müslüman’ın aslî ihtiyaçlarından biri saymış, zekât matrahına da dahil etmemiştir; yani kişinin evinden vergi de almamaktadır.
Bugün Müslümanların birçoğu bu durumdadır, evi yok, kirada oturuyor (kirayla evde oturmak mesken ihtiyacını tam olarak karşılamaz, kiracı huzursuzdur, geleceğinden emin değildir), biriktirdiği parayı helal yoldan işletme ve nemalandırma imkânları yok denecek kadar azdır, enflasyon canavarı, binbir emekle elde edilmiş parayı her gün oburca yiyerek değerini azaltmakta, para pul olmaktadır; özel finans kurumları, dövize çevirme, borsada oynama, altına yatırma gibi helal saydığımız işletme ve nemalandırma yolları bazen, enflasyon farkı kadar bile gelir (nema, kâr) getirmemektedir.
Bunlar birer gerçek olduğu kadar, dünyada ve ülkemizde faizcilik ve bunun en yaygın kurumu olan bankacılık yoluyla yoksulların, dar gelirli kesimin, sermayeyle iş yapmayanların, hatta bir kısım sanayicilerin zarara uğratıldığı, helal kazançlarının haksız olarak ellerinden alındığı, risk ve zarar paylaşılmaksızın büyük kârlar elde edildiği, çoğu kez faiz kadar üretim ve yatırım yapılamadığı için öz sermayelerin küçüldüğü, enflasyonun kudurduğu da bir gerçektir. Aslında bütün dünya iktisatçıları faizli ekonomi yerine kâr ve zararın, kazanç ve riskin adil olarak paylaşıldığı bir sisteme geçmenin yollarını aramalı, modelini oluşturmalıdırlar. Aksi halde halkların çoğunluğu ve geri kalmış ülkeler durmadan fakirleşecek, mutlu azınlıklar ve kalkınmış ülkeler servetlerine servet katacaklar, ama bunun sonu sosyal ve uluslararası felaket olacaktır.
Bu genel değerlendirmelerden sonra sizin meselenize gelelim:
a) Öncelikle helal yollardan (özel finans kurumları, hisse senetleri, güvenilir tüccar ve sanayiciler bulup ortaklaşa işletme, döviz ve altına yatırma, alım-satım) paranın değerini koruma ve miktarını arttırma çarelerine başvurmak gerekir.
b) Bunun yolu ve imkânı bulunamazsa, paraya da aslî ihtiyaçlardan biri için (ev de aslî ihtiyaçtır) ihtiyaç varsa reel kazanç neresi veriyorsa oraya başvurulmalıdır. Bu durumda sorumluluk, darda kaldığı, aslî ihtiyacını başka türlü gideremediği için faize başvuranda değil, onu buna mecbur kılan, toplumun bu gibi ihtiyaçlarını gidermenin meşru yol ve imkânlarını hazırlamayan ilgililere aittir.
Türkiye’de verilen mesken ve araç kredilerini almanın caiz olması şu şartlara bağlıdır:
1. Verilenin teşvik kredisi olması (faiz yoluyla paradan para kazanmaya değil, belli sektörleri teşvik etmeye ve vatandaşların aslî ihtiyaçlarını sağlamayı kolaylaştırmaya yönelik bulunması, bu maksatla veriliyor olması).
2. Eğer reel faiz ihtiva ediyorsa alanın buna gerçek manada muhtaç olması ve ihtiyacını başka bir kaynaktan aynı şartlarda karşılama imkânından mahrum bulunması. Bir insan kendisinin, ailesinin ihtiyacı sebebiyle veya işi bunsuz yürümediği için bir (veya daha fazla) arabaya, meskene, işyerine muhtaç olabilir. Bunları almak için yeterli parası yoktur, sermayeden ayırsa -yalnızca kârı azalacak değil- işi yürümez hale gelecektir, faizsiz olarak kredi alacağı bir kaynak yoktur, kiralama veya murabaha (vade farkıyla satın alma) yöntemleriyle almaya kalkışsa arada önemli bir fiyat farkı bulunmaktadır. İşte bu gibi durumlarda -lüks olan arzusunu değil, mübrem, gerekli, olmazsa rahatsız edici, zarar verici olan- ihtiyacını gidermek için faizli kredi alabilir. Geçmiş zamanlarda da âlimler bunu -bu şartlarda- caiz görmüşlerdir.
Kredi kartı
Kredi kartıyla alışveriş caiz midir?
Kredi kartıyla borçlanmada eğer borç, “süresi içinde, faiz tahakkuk etmeden, süresi geçtiği için borç faizli krediye dönüşmeden” ödenirse bu alım-satımda bir sakınca ve günah yoktur. Alınan küçük yüzdeli ek ödeme, parayı tahsil eden, kefalet ve vekalet yoluyla işlemi takip eden kurumun (bankanın) komisyonu; yani para havalesinde aldıkları gibi hizmet ücretidir. Özel finans kurumları ise, kart hamilini vekil kılarak malı aldırıp sonra onlara satmak şeklinde işlem yapmakta, satarken bir kâr koymaktadırlar. Vade farkı faiz değildir, malı parayla sattığınızda faiz oluşmaz.
Gecikme cezası
Gerek su, gerek doğalgaz, gerekse telefon ve benzeri faturalar zamanında ödenmediği zaman gecikme cezası uygulanıyor. Gecikme cezası faiz midir?
Su ve benzeri hizmet abonelerinin gecikme zammı veya cezası ve depozitolarının zayi olmamasıyla ilgili sorularınıza benim bilgi ve kanaatim şu cevabı vermemi gerektiriyor:
1. Su bedellerini zamanında ödemeyen abonelerin idareye verdikleri zarar ve getirdikleri külfet ikidir:
a) Para değer kaybettiği için bedelin -değer olarak- eksik alınması.
b) Takip, kapama ve açmanın getirdiği külfet ve masraflar.
Eğer borcunu zamanında ödemeyen şahıs bunu kasten veya aynı mahiyette olan ihmal, tedbirsizlik ve sorumsuzluk sonucu yapmış ise verdiği zararı, sebep olduğu ek masraf ve külfeti karşılamak mecburiyetindedir. Yokluk, yoksulluk, acizlik yüzünden yapmış ise (bunu da objektif ölçütlerle tespit etmeniz mümkün ise) zammını değil, aslını bile ödemesi gerekmez; toplum her şahsın temel ihtiyaçlarını teminden sorumludur, bunun su kısmı da sizin idarenize düşer.
Kasıt veya ihmal yüzünden su ve atık borcunu zamanında ödemeyen şahıstan iki farklı ödeme alabilirsiniz:
a) Gecikme müddetince paranın değer kaybı (bunu ilan edilen enflasyon nisbetinde yapabilirsiniz, meclis enflasyonu gözönüne alarak bir gecikme zammı nispetine karar verebilir.)
b) Borcunun zamanında ödenmemesi sebebiyle idarenin takip ve yazışma suretiyle verdiği hizmetin bedeli (bu da yaklaşık bir nispette kararla tesbit edilebilir.) Bu arada su kapatılmış ve açılmış olursa bunun bedeli ayrıca alınacaktır.
2. İdare nasıl geç ödenen borcu, ödeme tarihindeki değeriyle alıyorsa, anlaşma yaparken aldığı depozitoyu da, aldığı tarihteki değeriyle ödemelidir. Çünkü idare bu meblağı, emanet olarak alıp bir kasada muhafaza etmiyor, kullanarak istifade ediyor. Bunu borç alınmış, sonunda meblağın sahibinin idareye borcu bulunmadığından takas edilememiş ve ödenme mecburiyeti hasıl olmuş bir “abone alacağı” olarak kabul etmek gerekiyor. Borçların ödenirken -alındığı tarihteki değeri üzerinden- ödenmesi gerektiği genel bir ödeme kuralıdır. Bu ödemeyi bir esasa (ölçüye) bağlamak gerekir. Eğer birçok yıldan sonra enflasyon ortalamasını hesap etmek ve bunu karara bağlamak zor ise başta dövize endeksli hale getirmek mümkündür.
Borsa ve senet ticareti
Borsada hisse senedi alım satımı yapmak caiz midir?
Hisse senedi alım-satımına iki farklı yönden bakmak gerekir:
a) İmal edilmesi, ticareti, hizmeti caiz olan bir konuyla meşgul bulunan bir şirketin hisse senedini alarak ona ortak olmak. Şüphesiz bu tasarruf caizdir; alan, şirketin malvarlığına hissesi nispetinde ortak olur, kâr ve zararına katılır, dilediği zaman da hissesini başkasına satabilir.
b) Ait olduğu iktisadî değerden bağımsız olarak değer kazanıp kaybeden bir hisse senedini, eldeki parayı değerlendirmek, değerini korumak, iniş-çıkışları gözeterek para kazanmak maksadıyla alıp satmak. Borsadaki alışverişler daha çok bu ikinci maksada yöneliktir. Bu manada borsada oynamak (!) tam olarak değilse de biraz kumara, piyangoya benziyor, gerçek değerin üstünde ve dışında kâğıtların pahalanıp ucuzlamasına sebep oluyor, ekonomiye ve üretime önemli bir katkısı olmaksızın paralar kazanılıyor ve kaybediliyor. İşte bu bakımdan borsada “oynamayı” makbul bir ticaret olarak görmüyorum.
Ancak mevcut düzende ve şartlarda oynama olmadan borsanın da olmayacağı, halbuki parayı faizle nemalandırmaya karşı borsanın bir meşru seçenek olduğu gerçeğini de görmezlikten gelemiyorum.
Ekrem Altıntepe’nin Prof. Dr. Hayrettin Karaman ile Ropörtajı / Moral Dünyası Dergisi