Mükellefler Vazifelerini Yapmamalarının Neticesi

Nasıl ki; evlad anne ve babasına, talebe hocasına, çırak ustasına, mahalle sakinleri  muhtara ve halkın devlete karşı itâat borcu vardır; aynen üst tabakanın da alt tabakaya karşı  makamlarına göre vazifeleri ve sorumlukları vardır. Bu mükellefler kendilerine düşen vazifeyi yapmazlarsa ne âilede, ne okullarda, ne de memlekette huzur ve sükun kalır. Bunu Peygamberimizin a.s.m bu hadisesi çok güzel açıklar: “Bir gün Aleyhissatu vesselam  bir mecliste cemaate su dağıtıyormuş o esnada bir bedevi gelmiş ve cemaate: Sizin efendiniz nerede sormuş? Aleyhissalatu vesselam ona cevaben: Onların efendisi onlara hizmet edendir” buyurmuş. O mübarek kelime kıyamete kadar geçerliliğini korur bir kelimedir. Yani milletin Efendisi-Reisi millete hizmet edendir.

Bu geçici hayatta vazife yapmamanın neticesinde maddi cihetteki zarar, bu kadar göze batarsa, Sonsuz bir hayat  için üzerimize farz olan Allah’a karşı vazifemizi yapmamamızın zararı tasavvur harici olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

Yakınlarımız, komşularımız veya arkadaşlarımızdan herhangi birinde, sakatlık, hastalık veya fakir hale düşmekten ötürü çektiği sıkıntılar karşısında vicdanımız sızlar, ayni şekilde onların manevi hayattan uzak kalıp ileride çekecekleri azapları aklımızla gördüğümüz zaman  onlara daha fazla acımamız ve dertleri için üzülmemiz  gerekir.

Evet! Müslüman’ın şefkatini, sahip olduğu imanı geliştirdiği için, hısım akrabasının ileride karşılaşacakları azaptan kurtulmaları için yardım etmek için çalışmaya zorlar.

Tanıdıklarımız arasında ilk önce iman esaslarında şüphesi olanların yardımına koşmalıyız. Daha  sonra inancını yaşamayanların yardımına koşacağız, ispatlı deliller sunarak olanları tehlikelerin en büyüğü  olan cehennem ateşinde yanma azabından kurtarmaya çalışacağız. Böylece Müslüman’a  yakışır bir iş yapmış olacağız.

Sonsuz saadet ve şekavetle (mutluluk ve azap çekmekle) alakası olan bu manevi vazife, yukarıda bahsedilen maddi zahmetten çok daha önemli olduğunu unutmamalıyız. Bu görevin ihmal edilmesi durumunda en sevgili yakınımızı ebedi helakêt’e itmek gibi bir tavır takındığımızı unutmayalım. Vazife yapmamaktan doğan ma’nevi vebal, veya din kardeşimize gelen zarara lakayt kalmak gibi bir iş ürpertici bir zarara düşmek bizim için bir felaket değilmidir?

Bunu daha iyi anlamak için bir misal vereyim: Herhangi kimseye araba çarpmasından sonra, veya bir kimseyi yılan zehrini soktuktan sonra, afiyet olsun desek, ne kadar acımasız bir ayıp işlediğimizi zerre kadar aklımız varsa fark ederiz. Ayni şekilde biz yakınlarımızı günahları ile baş başa bıraksak, manen cehennem azabını hakkettiğiniz için size afiyet olsun demek gibi  bir mana, onları kuru kuru seyretmekten çıkmıyor mu? İnsanlığa sığışmayan bu hal ile onlara hangi yüzle akrabam veya arkadaşım diyebiliriz.

Dinleyip dinlememeleri meselesine gelince, o vebal onlara aittir. Eğer daha önce denedi isek o başka mesele… Bu zamanda insanların en kötü tarafı, kendini iyi bilip başkasını suçlu görmektir. Birkaç gün evvel 13-14 yaşlarında bir çocuk, bisikletine tehlikeli bir vaziyette 1- 1,5 yaş civarında ki bir çocuğu bindirmiş. Önümden geçerken zorla durdurdum. Bisikletten tutup  kendisine: Acımıyor musun? Ömür boyunca sakat bırakabilirsin dedim. Çocuk anlaşılan hiç terbiye görmemişti, bana çekişip sana ne zararı dokundu, demez mi!.. Amcacığım Allah senden razı olsun. Aman ne yaptım. ben onu düşünemedim. Hakikaten düşürüp çocuğu sakat bırakabilirim demesi lazım değilmiydi? Bu çocuk gibi, çok yaşı ilerlemiş kimseler de kendine güvenerek, benim hatalarımdan sana ne diyebilir. Biz daha işin başında bu gibilerin var olduklarını bileceğiz ve vazifemizi terk etmeyeceğiz.

Sakın zannetmeyin ki, parasız pulsuz çevremize dağıttığımız  mücevherattan da üstün değerdeki nasihatleri herkes kabul edip hoş karşılayacaktır. %90 değil %10 u, hatta % 5‘i istifade etse  bizim için büyük kârdır… Bugün insanlarımızın bir çoğu, İslam terbiyesini almadığı için, hem bilmiyor, hem de zavallı bilmediğini de bilmiyor. Çünkü 200-300 seneden beri, zaman Müslümanların aleyhine işlemiş. Bozmak kolay, yapmak zor olduğunu nazara alırsak. Bu sırada insanlar ne hale geldiğini daha iyi anlarız. Çok tatlı görünen sefahate girmek    serbest ve haramların kapıları açık olduğundan insanlar bu halden başka hangi halde olabilirdi? Biz, bize düşeni yaptıktan sonra onları Allah’ın rahmetine havale edip, hidayetleri için dua edeceğiz.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: