Nasıl meal okuyalım: 2 (Kur’an ve Sünnet ışığında Risale-i Nur hareketinin dünü, bugünü, yarını-9)

Meal okuyalım diyoruz, ancak bunu sıradan bir okuma değil, ömür boyu sürecek bir ders şeklinde düşünmek daha doğru olur. Onun için, hayatımızda meal okumalarına yer ayırırken, bunu özenli bir şekilde yapmak ve bazı usulleri dikkate almak yahut geliştirmek gerekecektir. Bu konuda herkesin kendisine göre farklı usul ve metodları olabilir; biz de önemli bulduğumuz bazı hususları maddeler halinde açıklamaya çalışacağız.


TEFEKKÜRLE OKUMAK

Kur’ân-ı Kerimin ilk muhatapları olan ve onu doğrudan doğruya Resulullahtan ders alan Sahabîlerin Kur’ân okumada en ziyade önem verdikleri şeyin tefekkür ve uygulama olduğunu biliyoruz. Onlar Kur’ân-ı Kerimden bir şey öğrendikleri zaman, onu iyice anlayıp hayatlarına uygulamadıkça başka bir âyete geçmezlerdi. Sahabenin büyük âlimlerinden Abdullah b. Ömer’in Bakara sûresini bu şekilde okuyarak sekiz senede bitirdiği rivayet edilmiştir.[1] Zaten tefekkür Kur’ân-ı Kerimde pek çok defalar tekrarlanan ve tıpkı namaz ve oruç gibi mutlaka yerine getirilmesi gereken bir emirdir. Ve bu emir, düşünmenin çeşitli yönlerini ifade eden tefekkür, taakkul, tedebbür, teemmül, tezekkür, ibret, nazar gibi kavramlarla pek çok âyette bize tekrar tekrar hatırlatılmıştır.[2] Birkaç misal:

Onlar Kur’ân’ı okuyup düşünmezler mi? Eğer o Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, içinde pek çok çelişki bulacaklardı.[3]

Bu kutlu bir kitaptır ki, âyetleri üzerinde iyice düşünsünler ve aklıselim sahipleri öğüt alsın diye sana indirmiş bulunuyoruz.[4]

Onlar bu sözü düşünmüyorlar mı? Yoksa gelip geçmiş atalarına gelmeyen şey onlara mı geldi?[5]

Onlar Kur’ân’ı tefekkür etmiyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilit mi var?[6]

Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, sen onu Allah korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri Biz insanlara tefekkür etsinler diye veriyoruz.[7]


İKİ TÜRLÜ OKUMA

Günlük meal okumalarının iki bölüme ayrılmasını tavsiye edebiliriz. Bunlardan biri, yukarıda temas ettiğimiz türden, âyetler üzerinde ayrı ayrı durarak onların mânâlarını, onlardan çıkarılacak sonuçları, hayatımıza yansıtacağımız dersleri düşünmeye, eğer iki veya daha fazla kişiyle beraber okunuyorsa bunları müzakere etmeye ayrılabilir. Bu okumayı ciddî bir eğitim faaliyeti olarak düşünüp imtihana hazırlanan bir öğrenci heyecanıyla uygulamakta fayda vardır.

Bu derin okumaya paralel şekilde ikinci bir okuma da, üzerinde fazla durmaksızın, normal bir sür’atle okumak şeklinde uygulanacak olursa, bunun da çok faydası görülecektir. Her ne kadar bu tür okuyuşta okuduğumuz yerler hafızamızdan uçup gidiyor zannetsek bile, sebat edildiğinde durumun böyle olmadığı görülecektir. Çünkü sürekli olarak okuduğumuz takdirde, her okuyuş, biz fark etmesek bile, hafızada bir iz bırakacak ve zamanla bu izler bazı hoş sürprizlerle bize kendilerini hatırlatacaklardır. Şunu da dikkate almak gerekir ki, Kur’ân-ı Kerim, sûre ve âyetleri birbirini açıklayan bir kitaptır. Onu okurken bir yerde zihnimizde belirip de çözemediğimiz bir sorunun cevabı başka bir yerde karşımıza çıkabilir. Bir âyet, daha önce okuduğumuz bir âyetin mânâ ve kapsamını daha başka bir boyuta taşıyabilir. Daha önce okuduğumuz bir kıssanın başka bir yerdeki anlatımında, o kıssanın daha başka bir açıdan çekilmiş fotoğrafını ve daha başka dersler içeren ayrıntılarını bulabiliriz. Kur’ân âyetlerinin bu şekilde birbirini açıklaması, Kur’ân’ın sürekli olarak okunmasını ve böylece hayatımızın Kur’ân’dan ayrı düşmemesini sağlayan bir özelliğidir.

Bu iki tür okumayı bir arada uygulayan kimseler, ömürleri boyunca Kur’ân’ın daha önce akıllarından geçmeyen mânâlarını keşfetmeye devam edecekler, sürekli olarak Kur’ân’ın sürprizleriyle karşılaşmanın heyecanını yaşayacaklar; bu arada devamlı okuma sayesinde kaydettikleri ilerleme ve keşifler onların yeni keşiflerini azaltmayacak, bilâkis daha da çoğaltacak ve renklendirecektir. Çünkü Kur’ân okulunun sonsuzluğa uzanan merdivenlerinde yükseldikçe genişleyen bakış açıları her seferinde onların önüne daha geniş bir manzarayı serecek, bu geniş manzarada daha çok sorular yeşerecek, o soruların peşine takılanlar buldukları cevaplarla daha geniş ve zengin manzaralara kavuşacaklar, böylece bu macera heyecanını gittikçe arttırarak sonsuza kadar sürüp gidecektir.


MEAL Mİ, TEFSİR Mİ?

Bazılarımız meal yerine tefsir okumayı tavsiye ediyorlar; ancak biz bu kanaatte değiliz. Çünkü tefsirde Allah’tan inen ile müfessirden gelen şey bir aradadır; Kur’ân’ı yeni okuyanların ise bu ikisini birbirinden ayırt etmesi çoğu zaman mümkün olmaz. Bunun sonucu olarak da müfessirin yorumunu Kur’ân’ın kendisi olarak algılayabilir.

Bununla beraber, okuyucunun, meallerde karşılaşabileceği müphem meseleler veya problemler için gerektiğinde tefsirlere başvurmasında hiçbir sakınca yoktur. Zira bu durumda okuyucu önce tercümeyi okuduğu için, neyin Kur’ân’dan, neyin tefsirden olduğunu ayırt edebilecek durumdadır.


NÜZUL SEBEPLERİ

Kur’ân-ı Kerimde nüzul sebepleri bilinen, daha doğrusu bilinmesi gereken ve bu sebeple kitaplara geçen âyet sayısı azdır. Bunların da büyük kısmı, ahkâm çıkaracak olan fakîhler için bir anlam taşır. Geriye kalanlar içinde de, nüzul sebebi bilinmeden doğru anlaşılamayacak olan âyet sayısı pek azdır. Bu bakımdan, meal okuyucusu için nüzul sebeplerine vakıf olmayı gerektirecek bir durumun pek seyrek şekilde söz konusu olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Peki, gerekmese bile nüzul sebeplerini araştırmakta bir sakınca olabilir mi?” diye sorulursa, “Evet, olabilir” diye cevap veririz. Çünkü nüzul sebepleri, bundan on dört asır önce başka bir iklimde cereyan etmiş olaylardan ibarettir. Sürekli olarak âyetleri o günün olayları çerçevesinde anlamaya veya açıklamaya çalışırsanız, okuduğunuz âyetler o günlerin bir mirası olarak dünyanıza girer. Bu ise Kur’ân’dan günümüze yansıyan dersleri çıkarabilmeyi zorlaştırır, hattâ tamamen devreden bile çıkarabilir.


GÜNÜMÜZE İNEN ÂYETLER

Kur’ân’ın inişi her ne kadar Asr-ı Saadette tamamlanmış ise de, her zaman ve her coğrafyada onun yeni yeni mânâları ve feyizleri gönüllere inmeye devam ediyor. Hiç şüphesiz, bugünün insanına da o yeni birşeyler söyleyecektir ve söylemektedir. Kur’ân’dan bugün okuduğumuz Musa kıssasını bu sabah ve bu memlekette inmiş gibi okuduğumuzda, zihnimizde beliren “Birden bire bu kıssayı anlatan âyetler niçin indi? Bize neyi anlatıyor? Musa nerede, Firavun hani, Haman kim, Karun kim? Biz bu hikâyenin neresindeyiz?” soruları da başka bir anlam ve bir canlılık kazanmayacak mıdır? Veya “Putların pisliğinden ve yalan sözden kaçının”[8] meâlindeki âyeti o dakikada bizim dünyamıza inmiş olarak okuduğumuz zaman birden bire irkilerek putların da, yalan sözün de hayatımızdaki yerini sorgulamaya başlamayacak mıyız? Sonra, “Yalan söz niçin Allah’a ortak koşmakla beraber sayıldı? Biz ne yaptık da bu iki büyük günahın ikisinden birden bizi sakındıran bir âyet dünyamıza indi?” gibi soruların peşine düşebiliriz; ve ancak o zaman Kur’ân bizim dünyamıza iner ve bizimle konuşmaya başlar.


HANGİ MEAL(LER)?

“Hangi meâli okuyalım?” şeklindeki sorular her ne kadar fazlaca sorulsa da, bizce, bundan daha önemli olan bir tavsiye, bir değil birkaç meâli bir arada okumaktır. Böylelikle tek bir bakış açısına mahkûm kalınmamış olur. Tek kitaba bağlı kalmak her zaman riskli bir iştir; zamanla o kitap Kur’ân’ın yerini alabilir. Onun için, size ısrarlı bir şekilde tek bir kitap tavsiye edenler hakkında dikkatli olmakta fayda vardır. (İleride nasip olursa bu konu üzerinde ayrıca duracağız.)

Bu konuda pratik bir yol olarak http://www.kuranmeali.com/ sitesini tavsiye edebiliriz. Burada belli başlı meallerin büyük çoğunluğunu bulabilir, bunları tek tek okuyabileceğiniz gibi âyetleri karşılaştırabilir, bu arada kırık mealle âyetlerin kelime kelime tercümesini görebilir, gerek Kur’ân’da ve gerekse mealler içinde arama yapabilir, konu fihristinden de faydalanabilirsiniz.


KUR’ÂN KAVRAMLARINA DİKKAT

Rahmet, hamd, şükür, rızık, hidayet, hikmet, nimet, infak, ihsan, takvâ gibi yüzlerce kavram vardır ki, Kur’ân onu bizim lisanımıza ve dolayısıyla hayatımıza yerleştirmiştir. Bunlar bizim inancımızı, hayata bakış açımızı, kimliğimizi şekillendiren kavramlardır. Meselâ besinleri rızık olarak adlandırmak suretiyle, istifademiz için bizlere sunulmuş sayısız nimetleri bize ikram eden bir Rızık Vericiye inandığımızı dile getirmiş oluruz. Bizim çarşı-pazardan aldığımız gıdalar mal olmaktan çıkıp nimete dönüşür. Nimet bizi Nimet Vericiye (Mün’im) yönlendirir. Bu yönlendirme şükran duygusunu uyandırır ve bizi şükreden bir kul haline getirir. Şükür ise hayatımızı tepeden tırnağa değiştirir ve gerçekten “hayat” denmeye lâyık hale getirir. Daha başka bir kavram bizi adaletle, bir başkası hikmetle, daha başkası ihsan ile tanıştırır. Böylece, Kur’ân bizim hayatımızın kılcal damarlarına kadar nüfuz eder, ruhumuz olur. Kur’ân’ın kendisi için “ruh” ismini kullanması işte bu mânâyı dile getirmektedir.[9]

Bu konuda dikkat çekmek istediğimiz husus şudur: Bazı yeni meallerde zaman zaman bu kavramların başka kelimelerle yer değiştirmiş olma ihtimaline karşı, takip ettiğiniz mealler arasında eski ulemamıza ait meallerden birisini de bulundurmanız yararlı olacaktır. Zira Kur’ân ile düşünmek ve yaşamak, aynı zamanda, Kur’ân’ın kavramlarıyla düşünmek ve yaşamaktır.


YAŞAMAK İÇİN OKUMAK

Şunu hiçbir zaman unutmayın: Bütün bu okumaların gayesi, okuduklarımızı yaşamaktır. Kur’ân’ı, onun meâlini veya tefsirini okuyorsak, Yer ve Gökler Rabbinin bizden ne istediğini, bize neyi anlattığını, bize neyi emredip neyi yasakladığını ve bize bu hayatta hangi hedefleri gösterdiğini anlamak için okuyoruzdur. Bu niyetle Kur’ân’a yöneldiğimiz ve bu niyetimizi okumalarımızda muhafaza ettiğimiz takdirde, kendimizi çok değerli bir mevkide buluruz. Her birimizin Allah tarafından sanki bir kâinat yaratılırcasına ihtimamla yaratılmış, rızıkların ve her türlü nimetlerin en üstünleriyle ağırlanmakta olan aziz bir misafir olarak Kur’ân’a muhatap olduğunu anlarız. Onun bize olan muamelesinden, başka kullara nasıl muamele etmemiz gerektiğini öğreniriz. Onun bize verdiklerinden Onun ihsan ettiği gibi ihsan etmeyi, Onun affedişinden Onun gibi affetmeyi öğreniriz. Kur’ân’ı okudukça onun bize en üstün fazilet mertebelerini hedef olarak gösterdiğini, böylelikle bizi insanlığın en yüce güzellikleriyle bizi süslemek istediğini görürüz. Ama unutmayalım, bütün bunlar niyete bağlıdır. Hangi meâli elinize alırsanız alın, ona mutlaka bu niyetle yaklaşın ve bu niyeti bütün okumalarınızda muhafaza etmeye bakın.


KUR’ÂN’DAN BİR UYARI

Hadîd sûresindeki bir âyet-i kerimede Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“İman edenlerin, Allah’ın zikrine ve hak olarak inen Kur’ân’a karşı kalplerinin yumuşaması için zaman hâlâ gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasın ki, üzerlerinden uzun bir zaman geçince kalpleri katılaşmış ve birçoğu da yoldan çıkmıştı.[10]

Abdullah ibni Mesud diyor ki: “Bizim Müslüman olmamızla, Allah Teâlânın bizi bu âyetle azarlamasının arasından sadece dört yıl geçmişti.”[11]

Kur’ân ile meşgul olanların, tabii bu arada meâl okuyucularının, bu âyeti ve bu açıklamayı zaman zaman hatırlamaları, Kur’ân’a karşı kalpleri yumuşak tutmak hususunda herhalde faydalı olacaktır.

Bundan sonraki bölümde, Kur’ân okuma konusunda Risale-i Nur’da yer alan ve herkesin istifade edeceği tekniklerden bazılarını nümune olarak zikredeceğiz.

[Devamı var]

ÜMİT ŞİMŞEK – yazarumit.com


[1] Muvatta’, Kur’an: 4.

[2] Konuyu dağıtmamak için, takip eden âyet meallerinde bu kavramları ayrı ayrı belirtmedik. Konunun ayrıntıları için DİA’ya ait https://islamansiklopedisi.org.tr/dusunme adresine başvurabilirsiniz.

[3] Nisâ, 4:82.

[4] Sâd, 38:29.

[5] Mü’minûn, 23:68.

[6][6] Muhammed, 47:24.

[7] Haşir, 59:21.

[8] Hac, 22:30.

[9][9][9] Bkz. Nahl, 16:2; Mü’min, 40:15; Şûrâ, 42:52.

[10] Hadîd, 57:16.

[11] Müslim, Tefsir: 24; İbni Mâce, Zühd: 19.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: