O Rahmet Peygamberidir !

Çok isabetli bir şekilde ihdas edilip yıllardır çeşitli ve çok sayıdaki zengin programlarla yurt genelinde kutlanan Kutlu Doğum Haftalarından birini daha idrak ediyoruz.

Peygamberimiz (Aleyhissalatü vesselam), İki Cihan Serveri, (Miladî: 571 deki)  Rebi-ül Evvel ayının 12. günü olan bir Pazartesi sabahı dünyayı şereflendirdi; Kamerî takvimle altmışüç yaşını doldurduğu (Miladî: 632 ve Hicrî 11’deki)  diğer bir Rebi-ül Evvel ayının, doğumunda olduğu gibi gene Pazartesi’ye tevafuk eden 12. günü de, dünyadaki cismanî hayatını terk ederek, ruhu Refik-i Âlâ’ya yükseldi.

Teferruatlı bilgiler, Siyer kitaplarında vardır. Bu mevzuda;

“-Acaba onun dünyayı teşrifi de,  dünyadaki cismanî hayatını terki de niçin 63 yıl arayla Rebi-ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü olmuştur?”

şeklinde bir  sual akla gelebilir.

Hayatı ve mevti veren Allah’ın (c.c.) bundaki hikmetlerini tahmine çalışanlar şimdiye kadar  belki olmuştur ve şimdi de, ileride de olabilir. Hafta sonu tatilinin Pazar günü olduğu bugünün Türkiye’sinde ve başka ülkelerde, Pazartesi günü yeniden mesaiye başlanan haftanın ilk günü olduğundan insanlarda mesaiye intibak güçlüğü olur; hattâ buna “Pazartesi sendromu” ismi de verilir. Halbuki, Pazartesi gününün, haftanın günleri arasında, Peygamberimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve sellem) hayatında mühim hadiselerin cereyan ettiği özel bir gün olduğu dikkati çekmektedir: Peygamberimiz’ in (Aleyhissalatü vesselam) doğumu ile dünyayı teşrifi, kendisine peygamberlik vazifesinin bildirilmesi, Mekke’den hicretle Medine’ye gelişi ve mübarek ruhunun kabzedilmesi, Pazartesi günü olmuştur. Bundaki ilahî  hikmetleri biz insanlar  elbette tam olarak bilemeyiz.

Madem öyledir; bu soruya gereksiz yere merakımızı sarfetmek yerine, kendimiz için bu çok ince sırlı tevafuktan alabileceğimiz dersleri alabilmeğe çalışsak, çok daha isabetli hareket etmiş oluruz.

Alabileceğimiz en mühim derslerden biri  de, belki şudur:

Dünyadaki hayatımız bize sanki pek uzunmuş gibi gözükse de ve dünyada ebedî kalacakmışız gibi bazen yanlış haller ve ihmaller göstersek de; onu -bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü gibi- yaşadığımız günden ibaret olarak varsaymamız, hakikî istikbalimiz ve ebedî menfaatlerimizin bizi beklediği âhiretimiz için daha faydalı olabilir.

Çünkü, insanın ömrü, birer günlük kısımlara bölünmüştür ve ömrünün birer günlük birimlerini hangi îman, niyet ve gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirirse, ömrünü de öyle geçirmiş olmaktadır.

Bunun için, hayatımızı içinde yaşadığımız günden ibaretmiş gibi düşünmeli ve ona göre yaşamalıyız.

Bir saatin zamanı gösteren kısa ve uzun ibrelerini (akrep ve yelkovanını) veya dijital rakamlarını elimizle geriye döndürebiliriz; ama gafletle geçen saatlerimizi ve  dakikalarımızı tekrar yaşamak için, ömür müddetimizi bir filmi seyrederken öncesine gider ve başa alır gibi geri döndürebilmek imkânımız yoktur.

O halde, geri dönmemek üzere geçen zamanımızın kıymetini idrak etmeli ve istifadeye çalışmalıyız; çok kârlı bir âhiret ticaretinin sermayesi olabilecek şekilde bize verilmiş olan ömrümüzü israf ederek tüketmekten kaçınmalıyız. Ve onu ebedî ve büyük kârları kazanmak yolunda tam bir şuurla ve dikkatle kullanmalıyız. Zamanımızı boş, faydasız ve günahlı şeylerle geçirmek yerine; mümkün olduğu kadar, gerçekten faydalı şekilde değerlendirmeliyiz.

Bunu yapabilmek için de, bize en büyük rehber olan Resulullah’ın (Aleyhi ekmelüttehaya) izinde ve onun sünnet-i seniyyesine tabi olmalıyız.

Mevzuyla alâkalı şu sual de akla gelebilir:

“- Peygamberimiz’in (Aleyhissalatü vesselam) doğumunun yıldönümü Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmesine rağmen, onun vefatının yıldönümünün Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmemesinin sebebi acaba ne olabilir?”

Bu sualin cevabı olarak da, onun cismen aramızda olmasa da, ruhen aramızda ve ümmetiyle çok alâkadar olması hakikati düşünülebilir. Çünkü, âyetler de bize bu hakikati böyle açıkça bildirmektedir:

“Habibim, Biz seni âlemlere başka bir şey için değil, ancak rahmet için gönderdik”

(Enbiyâ Sûresi, 102)

“Şanım hakkı için size bir Resul geldi ki: kendinizden, gayet izzetli, zorlanmanız ona ağır geliyor, üstünüze hırs ile titriyor, mü’minlere raûf, rahîmdir”

(Tevbe Sûresi, 9/128)

Peygamberimiz’in (s.a.s.) bu âyetlerle de açıkça bildirilen “Rahmet Peygamberliği” sıfatı, elbette ki yalnız bu âyetlerin nâzil olduğu zamandaki Müslümanlar için değil; kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar,  hattâ bütün insanlar içindir.

Bu âyetlerde bildirildiği gibi, “Mü’minlerin zorlanması ona ağır gelen, onların üstüne hırs ile titreyen, mü’minlere raûf, rahîm olan” Resulullah’ın (Aleyhissalatü vesselam), altmışüç yaşındayken Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü vefat etmiş olması değil; onun o tarihten altmişüç yıl önceki Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü bedenen doğmuş ve daha sonra bedenî hayatını dünyadaki her fanî gibi tamamlamış olsa da ruhen halen hayatta, kendi aralarında ve kendileriyle alâkadar oluşu mü’minlerin âleminde çok daha fazla yer almaktadır.

Rebi-ül Evvel’in 12. günü aynı zamanda onun vefat yıldönümü de olmasına rağmen, belki bu sebeble, o gün yalnız “O’nun doğum yıldönümü” olarak hatırlanmakta ve İslâm âleminde daima bu manâyı işleyen programların icrasına çalışılmaktadır.

Her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur.

Salât ve selam, Efendimiz Muhammed ile, onun Âl ve Ashabı’nın üzerine olsun.

Prof.Dr. Mustafa NUTKU

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: