Ömrümüz Üç Buçuk Yıl

3.5Hayatımızı sürdürmek için her gün belli bir zamanı uyuyarak geçirmek zorundayız. Ne kadar çok işimiz de olsa uyumamız, dinlenmemiz gerekli.

Uykunun ise bir alternatifi yok. Öyle aciziz ki gün uyumasak istesek de istemesek de sonunda yenik düşeriz uykuya. Gözlerimiz kapanır, kendimizi birdenbire uykuya dalmış olarak buluruz.

Uykuda vücudumuz adeta ölür gibi duyarsızlaşır. Sesleri algılayan kulaklarımız duyamaz, işlevlerini yerine getiremezler. Bedensel faaliyetlerimiz minimum seviyeye iner. Bir tür ölümdür uyku; ruhumuz bedenden ayrılmıştır. Soğuk bir kış gecesinde sıcak yatağımızda yatarız ama o anda ruhumuzla denizin serin sularında hissederiz kendimizi. Değişik mekânlarda, çok değişik olaylar yaşadığımızı zannederiz.

Ölüm de benzer etkiyi yapar: bizi dünyadaki bedenimizden ayırır ve yeni bedenimizle yeni bir dünyaya taşır.

Kur’an uyku ile ölüm arasındaki bu benzerliğe, “sizi geceleyin öldüren ve gündüzün ‘güç yetirip etkilemekte olduklarınızı’ bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O’dur” (Enam Suresi, 60) ifadesiyle dikkat çeker.

Allah’ın, ölecekleri zaman canlarımızı aldığını, ölmeyeni de uykusunda bir tür ölüme soktuğunu, hakkında ölüm kararı verilmiş olanı tutarak, öbürünü adı konulmuş bir ecele kadar salıverdiğini haber verir. Zümer Suresi, 42. ayetin devamında ise, “Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır” buyrulur.

Allah’ın her yaratması bir ayet, bir mucizedir. Ancak hayatımızın dörtte birini adeta ‘ölü’ olarak yaşadığımız halde, bunun üzerinde pek düşünmeyiz. Uyku halinde iken bizim için önemli olan ne varsa bir kenardadır oysa. Ne kazanacağımız para, ne yeni aldığımız otomobil, ne o ‘hayatımızın dönüm noktası’ olacak sınav; hiçbirinin bir önemi ve anlamı yoktur.

Gezip dolaştığımız, eğlendiğimiz, dilediklerimizi yapabildiğimiz zamanlar hayatımızın sadece bir çeyreğidir. Zorunlu ihtiyaçlarımız olan beslenme, giyinme, temizlenme, uyuma ve çalışmaya harcanan zamanlarımız ise hayatımızın dörtte biri olan oldukça uzun yılları kapsar.

Ömrü 60 yıl olan insanın yaklaşık 15-20 yılı kesin olarak uykuda geçer. Kalan 40-45 yılın ise ilk 5-10 yılında insan çocuktur; şuursuz yaşar. O halde hayatın yarısı uyku ve çocukluktan kaynaklanan şuursuzluk dönemidir. Arda kalan 30 yıl ise yemek hazırlamak ve yemek, bedenini ve etrafını temizlemek, hatta bir şeyleri beklemekle geçer. Yani o ‘koca’ 60 yıldan geriye 3-5 yıl kadar bir zaman kalır.

İnsanı bekleyen sonsuz bir hayat varken bu kısacık sürenin ne kadar değeri olabilir?

Bu soru üzerinde düşünebilen insan, hayatının yalnızca bu dünyada yaşadığı yıllardan ibaret olmadığının bilincindedir. “Göz açıp kapayıncaya kadar” geçen dünyanın kendince “tadını çıkarmaya” çalışıp boşuna yorulanların aksine, dünya hayatının hem çok kısa hem de çok sayıda eksikliklerle dolu olduğunu bilir; dünyaya bağlanmaz. Çünkü zaman ölüme doğru akmaktadır ve mutlak varlığına inanılan dünya hayatı yavaş yavaş sona ermektedir.

Dünya saatte 1600 km değil de 3000 km hızla dönse gündemimiz değişir. Buna benzer trilyonlarca konu varken, insan adeta büyülenmiş gibi gaflet ve ülfet içinde yaşar. Kimileri, ‘Carpe Diem’ mantığıyla yalnızca anı yaşamaya çalışsa da gerçekte bilinçaltında bir ‘yok olma’ korkusu taşır. Bu düşünce ise korkunçtur; yok olma düşüncesi gerçek anlamda dehşete düşürücüdür. Allah’a güvenip dayanmamak dünyanın bütün sıkıntılarının, endişe ve korkularının acısını çekmektir.

Hayatını Allah’ın rızasını kazanmak için çalışarak geçiren, Allah’a teslim olmanın huzurunu yaşayan insan, korku ve hüzünlerinden kurtulur, sonunda ise sonsuz mutluluğu kazanır. “En bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın.” (Mesnevi-i Nuriye)

Allah insanlara dünya hayatında belli bir süre verir. Kuşkusuz bu süre sonsuza dek sürmeyecektir. İnsanın, bu sürenin bir gün –belki aniden- biteceğini, Allah’ın tanıdığı her fırsatın son fırsat olabileceğini düşünerek öğüt alması ve yaşadıklarından ders çıkarması en doğru olandır.

Kendi ölüm anını bilmemesi ise insanın dünyadaki imtihanının bir sırrıdır. Bu sırrı düşünüp, gerçeği çözebilmeli insan. Aksi halde sarhoşluktan gerçeklere geçiş anında, dünya hayatının gerçekten kısa olduğunu, artık geriye dönüşün de mümkün olmadığını anladığında pişmanlıklar başlar. Ancak artık telafisi de yoktur.

Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünyada servet sahibi olmak rüyada define bulmaya benzer. Dünya malı nesilden nesile aktarılır ama hep dünyada kalır… Daha ne kadar ihtiyaçlar içinde çırpınan canı düşüneceksin? Ne vakte kadar sıkıntılarla, kavgalarla dolu dünya için tasalanıp duracaksın?..” (Mevlânâ)

Fuat Türker

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: