Osmanlı Mezar Taşlarının Lisanı

Başta İstanbul olmak üzere, cadde ve sokakları ile hâlâ Osmanlı kokan hangi şehre uğrasanız, yolların kıyılarında ilginç mezar taşlarına sahip mezarlıklar görürsünüz. Günümüzde olduğu gibi, bu mezarlıklar şehrin dışında değildir, bilâkis şehir ile iç içedir. Bu mezarlıklar birçok yabancı seyyahı şaşırtan hâliyle, şehrin en güzel yerlerine kurulmuştur. 

Osmanlı mezarlıkları, çevrelerinde yaşayan insanlara sanki bu dünyanın geçiciliğini fısıldamaktadır. Osmanlı toplumunda hayat ölülerle o kadar iç içedir ki, insanlar evlerinin önündeki bahçeye, yahut her gün gittikleri caminin bir köşesine bile gömülebilmektedir. İstanbul Karacaahmet, Eyüp veya Edirnekapı Mezarlıklarının etrafındaki duvarlar, 1950’lerden sonra örülmüştür. Osmanlı genelinde mezarlıkları çevreleyen duvar yoktur. Herkes rahatlıkla bu mezarların arasından geçebilmekte, bilhassa hanımlar, çocukları ve komşuları ile müsait bir mezarlık sahasında, bir ikindi sohbeti yapabilmektedir. Bunlarla Osmanlı insanının hedeflediği şey, dünyanın geçiciliğini hatırlatan nasihati hep göz önünde tutmak ve öldükten sonra kendilerine dua edebilecek insanlara kendilerini daha iyi gösterebilmektir. Bu yüzdendir ki, Osmanlı mezarlıklarında mezar taşı yazıları çoğunlukla yola bakmaktadır. Karacaahmet mezarlığında olduğu şekliyle, eğer bir kişi kendisine, mezarlığın yol kenarına bakan kısmında bir yer bulamamışsa, asıl mezarı içeride olduğu halde, mezar taşının bir nümunesini yol kenarına diktirebiliyordu. Böylece yoldan geçenler, bu mezar taşlarını okuyabiliyor ve bu kişilere ismen dua edebiliyordu. 

Bir Osmanlı mezarlığına girdiğinizde eğer onların dilinden anlamıyorsanız sadece irili ufaklı, hepsi birbirine benzeyen mermer sütunlar görürsünüz. Fakat dikkatle incelediğinizde hemen hiçbir mezar taşının diğeri ile aynı özelliklere sahip olmadığını fark edersiniz. Her bir taş, başında farklı bir serpuş taşımasının yanında üzerindeki hemen her bir işaret ile de ait olduğu mezarda yatan kişiye ait nice özelliği ortaya koymaktadır. Bu dilden anlayan kişiler için bu mezarlıklar, hepsi kıyamda durmuş sonsuz bir sükut içinde haşri bekleyen, birbirinden farklı mesleklere, meşreplere sahip insanlarla dolu mekanlar gibidir. Çünkü başınızı çevirip nereye baksanız aşina bir sima görüyor gibi olursunuz. Toplumun hemen her tabakasından, her mesleğinden ve meşrebinden, sosyal statü olarak her gurubundan kişi orada toplanmış öylece beklemektedirler. 

Bir mezar taşının dış yapısı ve üzerindeki süslemeleri ile ilk bakışta belli ettiği şey ait olduğu mezarda yatan kişinin cinsiyetidir. Erkek mezar taşları genellikle başlıklı iken bayan mezar taşları bir bayanın inceliğini temsil edercesine buket buket çiçeklerle ve çelenklerle süslüdür: Güller, rozet biçimli çiçek motifleri, kıvrık dallar, süsen, buhur-u Meryem, yıldız çiçeği, nergis, karanfil, çan çiçeği, şakayık, küpe, rozet, zambak, çiçek açmış erik ve badem dalları bunlardan sadece birkaçıdır. Günümüzde bir hanım, evlenmeden önce öldüğünde nasıl tabutunun üzerine duvak konuyorsa, Osmanlı’da da, genç yaşta, evlenemeden ölen bayanların mezar taşları duvak şeklinde yapılmakta, bu mezarların ayak taşına kırılmış bir gül goncası işlenmektedir. 

Çiçek motiflerinde son derece detaylı bir gözlemin ürünü olan harika bir sanat gözlenmektedir. Mezar taşları üzerindeki her bir çiçek sanki kendi lisan-ı halleri ile gezenlere bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. Meselâ birçok yerde görülebilen beş yapraklı bir çift lale hep duaya açılan eller gibi resmedilmiştir.

Lale Devri ile üç boyutlu bir hâle gelen ve daha bir gerçekçilik kazanan bu çiçekler zaman zaman vazo ve saksı içinde resmedilmişlerdir. Erkeklere ait  mezar taşlarında da belli ölçülerde çiçek motifleri görülmektedir. Hayatlarını çok kibar ve seviyeli yaşayan Osmanlılar zarafete ayrı bir önem vermiş ve seviyeli bir şekilde süslenmesini de bilmişlerdir.

Meselâ bir Şeyhülislâm (kavukta gül) kocaman kavuğunun bir köşesine bir gül iliştirebilirken, bir katip kafesi destarının yanına bir tüy takabiliyordu. Fes kullanılmaya başlandığı dönemlerde de feslerin etraflarına çiçekli bordürler iliştirilerek bu zerafet sürdürülmüştür. Gerçek hayattaki bu güzel detaylar mezar taşlarına da aynen yansımış ve bizleri hayranlık içinde bırakan manzaralar meydana getirmişlerdir.

Mezar taşlarının üzerlerindeki şekil ve semboller kişilerin cinsiyetini belli etmek yanında o kişilerin meslekleri hakkında bilgiler de vermektedir. Mesela mesleği denizcilik olan bir kişinin mezar taşında o kişinin denizci olduğuna dair bir işaret, sembol, ya da motif bulunmaktadır. Bunlar; gemi direği, yelken bezi, urgan, halat, gemi çapası, Osmanlı denizcilik arması vb.dir 

Bu arada kırık gemi direği de kişinin artık hayatta olmadığının göstergesidir. Bazı gemici lahitleri vardır ki aynen gemiye benzetilmişlerdir. Bunların etraflarını boydan boya halatlar ve gemi zincirleri çevrelemektedir. Denizci mezar taşlarının en yoğun olduğu yerler, Osmanlı’nın en namlı denizcileri olan Kılıç Ali Paşa, Barbaros Hayrettin Paşa, Piyale Paşa, Lala Mustafa Paşa’ların metfun bulundukları hazire civarlarıdır.

Eğer kişi hayatta iken kalem ile geçindi ise onun mezar taşında rulo halinde kâğıtlar ile kamış veya tüyden bir kalem görmeniz mümkündür. Kişi ressam ise bir palet ve fırça, asker ise kılıç, kama, top, gülle, yada dürbün resmedilen mezar taşları da bulunmaktadır. Özellikle hayatta iken askerlik yapmış ve yüksek rütbelere gelmiş olanların mezar taşları bir hayli teferruatlıdır. Kimi asker mezar taşlarında neredeyse cephanelik oluşturacak kadar çeşitli silah görmek mümkündür. Bu silahlar taşa gelişi güzel konmayıp, Osmanlı arması formunda, savaş davulunun etrafında; top, kılıç, hülle, topuz, okluk, borazan, flama asılı mızrak, gönye vb. şeklinde sıralanmaktadır. Bu tarz süslemelerde tercih edilen silahlar daha çok ölen kişinin hayatta iken kullandığı silahlardan seçilmektedir. Askeri kökenli kişilerin mezar taşlarında taşın iki yanına rütbesine göre apoletleri de yerleştirilmektedir. 

Mezar taşlarında asker kökenli kişilerin en çok tercih ettikleri motif ise Osmanlı Devlet Armasıdır. İlk kez III.Selim döneminde kullanılan Osmanlı arması, askerî özellikleri yanında insanî, dinî ve millî yönleri sebebiyle halk tarafından da çok sevilmiş ve benimsenmiştir. Bunun sonrasında da insanların mezar taşlarında bu gösterişli arma sıkça kullanılmaya başlanmıştır. En çok II. Mahmud döneminde görülen Osmanlı armalarında; top, kılıç, çift ve tek taraflı teber, tabanca, kanunu ve Kuranı temsil eden terazi ve kitap, altta bitkisel motifler ve etrafta parlayan bir ışık halesi bulunmaktadır. Bu armaların alt kısımlarına kişilerin aldıkları nişanlar da işlenmektedir. Birçok paşanın mezar taşı “Şevkat, Mecidi ya da Hamidi Nişanları” ile süslüdür.

Mezar taşları üzerindeki bazı motifler ise mezar sahiplerinin meşrepleri hakkında bilgi vermektedir. Mevlevilikte eğer bir kişi bizzat tekkede vazifeli ise mezar taşının başında bir Mevlevî kavuğu taşırken, sadece intisap edenlerin taşları üzerinde bir Mevlevî sikkesi kabartılmaktadır. Kadirilerde ise bu yola girenlerin taşlarında Kadiri gülü denilen motif bulunmakta ve meşrebin kollarına göre etrafındaki desen değişmektedir. Mesela Kadiriliğin Rumi Kolu’nun sembolü 8 terkli taç ve ortasındaki Kadiri Gülü kabartmasıdır.

Başka bir kolun muhibbine ait taşta ise 18 köşeli yıldız görülürken kimilerinde de bu yıldız, etrafı destarlı bir tacın içine oturtulmaktadır. Bayramiler altı terkli tarikat tacı giyerler ve taşlarına da bunu kazıtırlar iken Nakşî mezar taşlarında müjganlı Nakşî tacı görülmektedir. Sünbülî yolunun kurucusu Sünbül Sinan Efendiden dolayı bu yola intisap edenler de mezar taşlarına sünbül motifi işletmektedirler. Mezarda yatan kişinin meşrebini sadece meşrep sembollerinden değil, o yolda yaygın olarak kullanılan eşyalardan da anlamak mümkündür. Mesela Bektaşî mezar taşlarında 12 köşeli teslim taşı ile teber ve keşkül gibi tarikat eşyaları görülebilmektedir. 

Osmanlı Mezarlıklarına girildiğinde insanların içini hiçbir zaman bir kasvet kaplamamakta, aksine her bir mezar taşı üzerindeki süslü ve sanatlı motifler ile derin mânâlar taşıyan bezemeler, kişilere ölümün güzel yüzünü hissettirmeye çalışılmaktadır. Bu etkileyici manzara bizlerin olduğu kadar yabancıların da dikkatini çekmiş ve nice gezgin, mezarlıklarımızla ilgili ilginç yorumlarda bulunmuşlardır.

İstanbul gezginlerinden biri olan ve yüzyıllar önce ülkemizi ziyaret eden Edmondo Amic, mezarlıklarımızdaki etkileyici manzara karşısında bakın neler diyor:

Caminin etrafında ulu ağaçlar altında çiçeklerle çevrilmiş mermerler ve arabesklerle parlayan gösterişli kitabelerle süslenmiş sultan, vezir ve saray büyüklerinin türbeleri yükselir. Bu, fevkalâde bir sessizliğe gömülmüş aristokratik bir mahalle gibi uhrevî bir hüzünle beraber dünyevî bir hürmet hissini ilham eden bembeyaz, gölgeli ve şahane güzelliğe sahip bir mezar şehridir. Mezarlık bahçelerindeki yeşilliğin çelenkler ve demetler halinde sarktığı ve üzerinden akasya, meşe, mersin dallarının yükseldiği beyaz duvarların ve parmaklıkların içine geçiyor ve türbelerin kemerli pencerelerini örten demir dantellerin arasında, tatlı bir ziya içinde, ağaçların yeşil gölgeleri ile boyanmış mermer lahitleri görüyoruz. İstanbul’un başka hiçbir yerinde, ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren Müslüman sanatı bu kadar zarafetle gözler önüne serilemez. Dudaklarda hem dua, hem tebessüm uyandıran hüzün ve zarafet dolu bir kabristan bir saray, bir bahçe, bir mabettir bu.”

Ünlü Fransız yazar ve seyyah Gerard de Nerval, İstanbul mezarlıkları hakkında şunları söylüyor:

“Boğaz’da son derece güzel ve serin bir yerdeyiz. Buranın bir mezarlık olduğunu söylememe ihtiyaç yok sanırım. İstanbul’un bütün güzel yerleri, gezilecek ve zevk alınacak sahaları mezarlıklardır. Bakıyorsunuz yüksek ağaçların arasında, şuradan buradan güneş ışınlarının sızıp renklendirdiği, sıra sıra beyaz hayâletler var. Bunlar bir insan yüksekliğinde, mermerden yapılmış mezar taşlarıdır. Başları sarıklı, üzerleri yazılı mezar taşlarıdır. Sarığın biçimi, ölünün hayattayken işgal ettiği mevkii, sosyal seviyesini veya mezarın yapılış tarihini belli ediyor. Bazı mezar taşlarının başları koparılmış. Bu koparılmış olanların çoğu Yeniçeri mezarlarına ait. Kadınların mezarlarında da sütun taşlar var. Fakat bunlarda, baş yerinde gül veya demet şeklinde bir süs bulunuyor. Kabartma veya oyma şeklinde çiçeklerle süslenmişler.” 

Günümüzün meşhur bir mezar taşı uzmanı ise, Osmanlı mezarlıklarında gezmenin dünyanın en heyecan verici şeylerinden biri olduğunu söylüyor ve ekliyor “-Eyüp Mezarlığına doğru tırmanırken, Himalayalar’da sanki şimdiye kadar hiç kimsenin çıkmadığı bir tepeyi keşfediyor gibi oluyorum.” Sadece bu  araştırmacılar değil bunların yanında Barlett, Sebatier, Loti, Pardeu, vb. daha birçok yabancı yazar ve gezgin de mezarlıklarımızdan derinlemesine etkilenmişler ve eserlerinde bu konudan bahsetmişlerdir.

Gerçekten de Osmanlı mezar taşları hiçbir zaman, ölen kişinin sadece kimlik bilgilerini aktaran bir taş parçası olmamış, sanat yönüyle ileriki yüzyıllarda Avrupa’nın biz bulduk ve geliştirdik dedikleri resim ve heykeltıraşlığı çok önceleri hem de en mükemmel haliyle ortaya koymuşlardır. Hatta sadece objeleri resmetmekle kalmamış onlara derin manalar da yüklemişlerdir. Mesela bir ölünün arkasından yapılacak en önemli şey olan dua, Osmanlı taş oymacılarının elinde somutlaşmış ve mezarlığı gezen herkesin gözünün önünde arz-ı endam etmeye başlamıştır. Vefat eden bir kişinin arkasından yapılan en yaygın dua; “Allah Onun kabrini cennet etsin.” temennileridir.

Osmanlı mezar taşlarını dikkatle incelediğimizde bu duanın nasıl şekillere döküldüğünü hayretle görmekteyiz. Mezar taşı sanatçıları bu duaları resmederek taşa geçirmiş ve sanki, “Biz cennet meyvelerini vefat eden kişinin taşına kazıyoruz, Allah’ta gerçeğini O’na ikram etsin.” demeye getirmişlerdir.

Kur’an-ı Kerîm’in birçok yerinde geçen cennet tasvirlerinde anlatılan nice meyve bu şekilde resmedilegelmiştir. Bu meyvelerden en yaygını hurmadır. Hurma motiflerinde resmedilen her ağaç muhakkak meyveye durmuş haldedirler. Mezar taşlarının genellikle ayak taşlarında bulunan hurma motiflerinde ağacın yaprakları, bulunduğu taşın tüm yüzünü kaplayacak şekilde tüm yüzeye dağılmıştır. Alt kısımda aşağıya doğru sarkan çok taneli hurma hevenkleri ve onların ucunda da yere doğru kıvrılan ince dallar görülür. Hurmanın ortasında çok dilimli iri yapraklar bulunmaktadır. 

Kur’an’da Hurmadan bahsedilen yerlerden biri de En’am Suresidir. Bu surede ayrıca zeytin ve nar bahçelerinden ve üzüm bağlarından da söz edilmektedir.  Bu ayetlerde geçtiği üzere nice mezar taşında Hurma gibi taşa sardırılmış salkım salkım üzümler ile üzüm kütükleri, çatlamış dudaklarından taneleri dökülen iri iri narlar ve fiyonk gibi yaprakları ile zeytin ağaçları dikkatimizi çekmektedir. Kur’an’da Tin Suresinde zeytin ile beraber incire de yemin edilerek insanın en güzel şekilde yaratıldığı anlatılmaktadır.Bu sureyi dinledikten sonra gözlerimiz taşlar üzerinde incir de arıyor ve bulmakta gecikmiyoruz. Mezar taşlarına resmedilen meyveler arasında tabak tabak sıralanmış incirlerde görmekte ve mezar sahibine bunların asıllarını vermesi için nimetlerin asıl sahibine dua etmekteyiz.

Mezar taşlarında meyve cinsinden ağaçların yanında meyvesiz olduğu halde çokça resmedilen bir ağaç da servidir. Servilerin mezar taşlarına işlenmesinin ardında da ince hikmetler yatmaktadır. Servi yaz kış yeşil olabilen, kendisine özgü bir kokusu olan ve bu kokusu ile haşerenin üremesine engel olan bir yapıya sahiptir. Servi Ağacı tasavvufta, düzgün ve uzun duruşu ile Kur’an’daki Allah lafzının yazılışının ilk harfi olan elif’e benzetilmekte ve Vahdet-i Vücut’un bir işareti olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Allah’ın birliğini de sembolize etmektedir. Servinin dik ve doğru duruşu doğruluğu ve dürüstlüğü simgelemektedir.

Mezar taşlarının üzerinde çokça gördüğümüz bir motif de kandildir. Bu obje o kadar çeşitlendirilmiştir ki mezar taşları üzerine resmedilen kandil formlarının sayısı 40’ı bulmuştur. Bu kandillerin hepsi zincir ile asılı durumdadır. Bazı örneklerde zincir kandil ağzıyla tutturulmuş iken bazılarında kandil yanındaki üç halkadan bağlanmaktadır. Kandillerin mezar taşlarına konularak, kişinin kabrini aydınlatması temenni edilmiştir. Ayrıca bazı kandil karınlarında Allah lafzı da görülmektedir. Kurân-ı Kerîm’de Nur Sûresi 35. ayette kandilin sembolik anlamının verilmesi de bu açıdan bir hayli ilginçtir. Buradan hareketle kandilin Allah’ın nurunu ve aydınlatıcılığını simgelediği söylenebilir.

Günümüzde insanların en çok dikkatini çeken bir diğer mezar taşı motifi ise hançerlerdir. Hançer, yakın düvüşte kullanılan, düz yada kavisli bir gövdeye sahip, sivri uçlu bir silah olup, kın içerisinde belde taşınmaktadır. Osmanlı Mezar taşlarında hançerler üstü açık lahitlerde lahtin yan yüzüne, kapalı lahitlerde ise mezarın üzerine işlenmektedir. Hançerlerin tasvir ediliş şekilleri hepsinde aynıdır. Hançerin kabza başı palmet biçiminde, kabza kısmı hafif bombelidir. Hançerler kın içerisindedir. Hançerin kınında olması o kişinin artık yaşamıyor olduğunu göstermektedir. Hançerlerin uçları yuvarlak bir şekilde sonlanmaktadır. Hançerin sivri tarafı kişinin ayak ucuna doğru bakar. Taş sandukalarda ise hançer, sanduka üzerine sarılmış bir kuşağı andıran bordürün üzerine yerleştirilmiştir.

Osmanlı Mezar taşlarında yoğun bezemenin yer aldığı en önemli tür lahitli mezarlardır. Bu tür formlarda lahtin tüm yüzleri adeta birer çiçek bahçesi gibi işlenmiştir. Lahitli mezar taşlarının baş taraflarında bazen ortada bir gül bezek ve iki tarafında birer vazodan çıkmış gül ve yıldız çiçekleri ya da lâle ile karanfil motifleri görülmektedir. Bazı lahitlerin üst kısımlarında balık pulu bordürü bazılarında ise Rumi-lotüs bordürü dolaşmaktadır. Taş lahitlerde baş ve ayak kısmı dilimli yarım şemselerle taçlandırılarak Şahidelere birleştirilmiştir. Çoğunlukla baş taraftaki şemsenin içinde kitabe yer almaktadır. Sandukanın üst kısmı kırma çatı şeklinde üçgen olarak birleşmektedir. Taş sandukanın üzeri ise çintemani motifleri ve üç kollu çarkı felek oluşturan bitkisel motiflerle âdeta kumaş deseni gibi süslenmiştir. Lahitli mezarlar genellikle 19. ve 20. yy da yapılmıştır. Fakat eski bir lahit uygulamasını Eyüp’te III. Ahmet’in kızı Saliha Sultan’ın mezarında görmek mümkündür. Lahtin tüm yüzlerinde aralıklarla sütunçeler işlenmiş ve kemerlerle birbirlerine bağlanmışdır. Bu kemerlerin orta kısımlarında istiridye kabukları bulunmaktadır. Kemerlerin aralarında ise tabaklar içinde meyveler görülmektedir. Bazı lahit mezarlarda lahit köşeleri kum saati formlu sütunlarla oluşturulmakta hatta bunlara burgu motifi de verilmektedir. Birtakım lahit yüzlerinde bulunan semboller kenger yapraklar ile sarılmaktadır. Ayrıca bu yaprakların silindirik formlu baş ve ayak şahidelerinin diplerini çepeçevre sardığı görülmektedir. Yine bu lahitlerin dar yüzlerinde sağır nişler bulunmaktadır. Lahit mezarlarda nişlerin üstlerinde, kemerler arasında zaman zaman göze çarpan kabartmalı ay yıldızlar daha çok 2. Meşrutiyet sonrasına tarihli mezarlara aittir. 

Mezar taşlarında amaç ölen kişiyi hayattakilere tanıtmak ve merhumun ruhuna bir Fatiha okutmak olduğu için lahit mezarların yola bakan tarafları çok süslü ve daha dikkat çekicidir. Özel semboller daha çok yola bakan tarafa konmuştur. 

Dünya üzerindeki en dikkat çekici açık hava mermer işçiliği müzesi olan bu tarihî mezarlıklardaki bezemeler, anlatmakla bitmez. Ve bu dilden anlayan herkese her bir motifi ile mezarda yatan kişi hakkında türlü şeyler anlatır. Her bir mezar taşı lisan-ı hali ile ölümün bir yokluk olmadığını, üzerine işlenmiş ince ve derin mânâlar taşıyan nice muhteşem sanat ile gözler önüne sermeye çalışır.

Görüldüğü üzere Osmanlılar, mezar taşlarında da kılı kırk yaran bir sanat örneği göstermiştir. Osmanlı mezar taşları, bir mezar taşı olmasının ötesinde, Osmanlı’nın hayat anlayışını ve mümince duruşunu gösterir. Ki bundan olsa gerek, sadece bu mezar taşlarını görüp İslâm’ı tercih edenler olmuştur. Mezar taşlarındaki incelik ve derinlik, Osmanlı’nın sadece savaşçı bir devlet olduğu iddiasını da çürütüyor. 

Talha UĞURLUEL

Sende yorum yazabilirsin